English phrases | Russian phrases | Turkish phrases
Translate.vc / English → Turkish / [ G ] / Glittering

Glittering translate Turkish

188 parallel translation
Hey, listen, little man, the graveyards up here is full of gold hopheads, guys that smoked a pípeful of hope had glittering yellow dreams and ended up under a pile of rocks in frozen ground.
Dinle ufaklık, Buradaki mezarlıklar aptallarla yani.. altın hayali kuran adamlarla doludur. Ne oldu hayallerine?
They went on glittering, the little exhibitionists.
Parıldayıp durdular, küçük teşhirciler işte!
It was a glittering evening.
Pırıl pırıl bir akşamdı.
All you think of is getting your hooks into... that glittering pot of gold at the end of the rainbow.
Tek düşünceniz, Kaf Dağı'nın ardındaki... parıldayan altın çanağına elinizi daldırmaktır.
Prowling like a spider in the darkness she spun her glittering web through the night working slowly, effortlessly, unceasingly
Bir gece örümceği gibi ilerleyip yavaşça hiç çaba harcamadan ve yorulmadan gecenin en ücra köşelerine ağlarını örüyordu.
" Nothing matters, for together Now in the glittering white of snow
" Kar beyazının parıItısı şimdi birlikte olmak için sorun değil.
Glittering stars in the midst of this filthy town! And a worthless old crook like you with a daughter as pure as the stars.
Böyle pis bir kasabanın, ortasında parıldayan yıldızları ve senin gibi adi, sahtekar bir bunağın da yıldızlar gibi parlayan bir kızı var.
When the lights go out on this glittering realm of sawdust and popcorn, the circus puts off it's spangles and climbs into battle dress for the nightly combat with time and distance.
Patlamış mısır kutuları ve çöplerle dolu bir meydanda Bu sefer ayrı bir savaş başlar Gerçek bir savaş manzarası ve zaman.
Something's glittering in there.
Bir şey parlıyor.
Well, quite a glittering assemblage, King Stefan.
Ne görkemli bir topluluk, Kral Stefan.
Whatever it was, the look on his face was hideous... his eyes glittering like those of a maniac... his lips drawn back, and his teeth clenched tight... his breath harsh and rapid.
Olan her neyse, yüzündeki ifade korkunçtu. Gözleri aynı manyaklarınki gibi parlıyordu dudakları geri çekilmiş, dişlerini sıkmıştı soluğu sert ve hızlıydı.
I have the finest couturier in Vienna and a glittering circle of friends.
Modacım Viyana'nın en iyisi ve gösterişli bir arkadaş çevrem var.
But now it's the glittering world of show business with Arthur Tree.
Ama önce Arthur Ağaç ile parıltılı şov dünyası.
The proper way to eat a fig in society... is to split it in four... holding it by the stump... and open it... so that it is a glittering, rosy, moist... honeyed, heavy-petaled, four-petaled flower.
Toplum içinde incir yemenin en münasip yoluna gelirsek, onu dörde ayırırız. Kökünün olduğu yerden tutarız ve açarız. Karşımıza iç gıcıklayıcı, hoş kokulu, nemli, tatlı,..
AS "A GLITTERING PERFORMANCE OF RARE PERCEPTION"
"Ender algılamaya sahip parlak bir performans."
In the photos from the Belle époque, it is glittering with lights.
Belle époque ( Güzel Dönem ) den fotoğraflarda ışıldıyor.
My cousin, Daisy Buchanan, lived in one of East Egg's glittering white palaces, with her husband Tom, whom I'd known in college.
Kuzenim, Daisy Buchanan, kolejden tanıdığım kocası Tom ile, Doğu Egg'in ışıltılı beyaz malikanelerinden birinde oturuyordu.
Next, when I cast mine eyes and see... that brave vibration each way free, oh, how that glittering taketh me. "
Sonra, dikip de gözlerimi görürüm, Her şekliyle özgür olan o korkusuz titreyişi. Oh, nasıl da büyüler o ışıltı beni. "
And that strange glittering light?
Ya şu tuhaf, parıltılı ışık ne?
I don't attach importance to the sunshine anymore or to glittering fountains, which youth is so fond of.
Artık gün ışığına önem vermiyorum ya da gençlerin düşkün olduğu şırıl şırıl çeşmelere.
Its lavish crystal adornments still reflect the glittering pride they felt in their accomplishments and their prosperity.
Bu gösterişli kristal avizeler başarı ve zenginliklerinin haklı gururunu yansıtıyor.
I moved over a glittering, spacious surface with my eyes closed.
Gözlerim kapalı, parlayan, geniş bir yüzeye geçtim.
There was a little eye on every finger... that perceived this glittering whiteness with twinkling delight.
Her parmakta küçük bir göz vardı bu parlayan beyazlığı anlık bir zevkle algılayan.
"The White House social season should be glittering and gay."
"White House eğlenceli bir sürem parlamalı pırıl pırıl ve şen."
# And the White House social season # Should be glittering and gay
"White House eğlenceli bir sürem parlamalı pırıl pırıl ve şen."
He wears a handsome uniform and carries a glittering sword.
Güzel bir üniforma taşıyor... ve parlak bir kılıç kuşanıyor.
I was caught by the vision of a handsome uniform and glittering sword,
Güzel bir üniformayla... kılıcın pırıltısına kapıldım gittim.
Jewels of fat glittering on the surface. Shinachiku roots shining. Seaweed slowly sinking.
Yağ taneciklerinin mücevher gibi parıldayışını, şinacku köklerinin ışıltısını, deniz yosunlarının hafifçe batışını, taze soğanların yüzüşünü seyret.
It's a glittering fast past carierre.
- Bu parlayan, hızlı bir kariyer.
The glittering of chandeliers... and the tinkling of crystal glasses of champagne.
Avizelerin parlaklığı... ve kristal şampanya bardaklarının çınlaması.
All those glittering stars...
Tüm bu ışıldayan yıldızlar...
And the blue wave is glittering with silver.
Ve mavi dalgalar gümüş gibi ışıldıyor.
Well, in this glittering company all Peggy and I have to offer is a little contribution to help celebrate the general's birthday.
Bu parlak toplulukta Peggy ve benim yapabileceğim tek şey Generalin doğum gününü kutlamak için ufak bir bağışta bulunmaktır.
Yakshas, and the long, glittering chain of gods who live like all beings in the shadow of death.
Yaksha, bu uzun, ışıldayan zinciri tanrıların TÜM varlıklar gibi, ölümün gölgesinde yaşamaktadır.
It's as though the trees of a forest were covered with glittering flies.
Sanki ateş böcekleriyle kaplanmış ağaçların oluşturduğu bir orman gibi.
" In her glittering glass palace,
"Onun camdan sarayında"
Even the longest, most glittering reign must come to an end some day.
En uzun, en şaşaalı saltanat bile, bir gün bitmek zorundadır.
Like glittering fragments of the rainbow.
Gökkuşağının ışıl ışıl bölümleri gibi.
This is a shocking prelude to the spring prêt-à-porter collections, the glittering spectacle Olivier de la Fontaine choreographed each season for a cast of thousands.
Bu bahar sezonu hazır giyim koleksiyonu için şok edici bir açılış. O, her sezon binlerce modelden oluşan muhteşem defileler organize ederdi.
This is a shocking prelude to the prêt-à-porter collection, the glittering spectacle Olivier de la Fontaine choreographed each season for a cast of thousands.
Bu hazır giyim günleri için şok edici bir açılış oldu. Olivier de la Fontaine her sezon binlerce modelden oluşan muhteşem defileler organize ederdi.
This is pure poetry here tonight with some of the most beautiful jewels I've ever seen glittering everywhere you look, especially on the lovely throat of Isabella de la Fontaine.
Bu gece tam bir şiirsellik yaşanıyor. Baktığım her yerde hayatımda gördüğüm en güzel mücevherleri görüyorum. Özellikle de Isabella de la Fontaine'in güzel boynunda.
In every great while, Paris plays host to a glittering evening so filled with charm and fantasy, it feels like you've just walked right to the other side of the looking glass.
Zaman zaman Paris, büyü ve fantezi ile dolu pırıl pırıl bir geceye ev sahipliği yapar. Sanki camın diğer tarafına geçmişsiniz gibi bir his bu.
Suddenly I saw something kind of, well, glittering.
Ansızın çok parlak bir şey gördüm.
What a beautiful glittering blue she is.
Ne güzel göz alıcı bir mavi dişi kelebek.
You were born into this world of glittering jewels and fine titles.
Sen bu ışıltılı mücevherler ve unvanlar dünyasında doğdun.
She lived atop a hill in a glittering castle.
Prenses tepebaşında gösterişli bir sarayda yaşarmış.
Like some glittering Doris Day-Rock Hudson extravaganza.
Tıpkı görkemli bir Doris Day-Rock Hudson müzikali gibi.
"The streets of London are ablaze in sparkle make-up and glittering frocks..."
"Londra sokakları pırıl pırıl makyajlar......"
Berlin's open border gave East Germans access to the glittering West which Soviet and East German leaders wanted to end.
Berlin'in açık sınırı, Doğu Almanlara parıldayan Batı'ya ; Sovyet ve Doğu Alman liderlerin bitirmek istedikleri, giriş imkanı verdi.
"I looked at the stars and considered... " how awful it would be for a man to turn his face to them... "and he froze to death and see no help or pity... in all the glittering multitude."
"Yıldızlara baktım ve bir insan için yüzünü onlara dönüp de donarak öldüğünde, bütün o parlak kalabalığın arasında bir yardım almanın veya merhamet görmenin ne kadar berbat bir durum olacağını düşündüm."
More at home here than in Vienna in all your glittering salons...
Viyana'ya göre daha mı rahatım?

© 2017 - 2024 Translate.vc | [email protected]