English phrases | Russian phrases | Turkish phrases
Translate.vc / English → Turkish / [ I ] / Implacable

Implacable translate Turkish

51 parallel translation
In their place was to stand a school that was more like a prison, Dominated by the cold, implacable cruelty of Mr. Brocklehurst.
Onların yerine Bay Brocklehurst'un soğuk ve amansız zalimliği ile yönetilen... ve daha çok hapishaneyi andıran bir okul vardı.
Vigilant, tireless, implacable.
Uyanìk, yorulmaz, amansìz.
The Federal Bureau of Investigation continues to be the implacable foe... of all enemies of the United States.
Federal Araştìrma Bürosu, Birleşik Devletler düşmanlarìnìn amansìz düşmanì olmaya devam etmektedir.
Warms an old implacable heart
# Amansız bir kalbi ısıtınca
A cold-hearted, implacable fiend.
Duygusuz, acımasız bir canavar.
They say that evil is one of the implacable laws of nature, that good is a perversion inexplicable by man.
Kötülüğün, doğanın amansız kanunlarından biri olduğunu ve iyiliğin ise, erkeklerden gelen anlamsız sapıklık olduğu düşünürler.
We have to be implacable!
Amansız olmalıyız!
but I was implacable.
Dizlerinin üstüne çöktü ve hayatı için yalvardı.
It does not have haste, but an implacable pressure on the nazistas positions.
Alman mevzileri şiddetli bir şekilde ateş altına alınmıştır.
They are savages, ingenious and implacable.
Onlar vahşi, becerikli ve acımasızlar.
Its advising one was the implacable and smart Andrei Zhdanov, the leader of the Party Communist in Leningrad.
Yardımcısı katı ve becerikli biri olan Leningrad Komünist Partisi'nin başkanı Andrei Zhdanov'du.
Stalin was to the front of an army that each time became implacable greater and.
Bir orduyu doğrudan komuta eden Stalin her gün daha acımasız ve daha korkunç oluyordu.
You were all implacable.
Hepinizin açgözlüydünüz.
In either case, this particular one... this huge, implacable head is the most alarming yet.
Her iki durumda da, dehşet verici olan şey... bu kişiye özel, devasa, acımasız kafa.
Always the good one hiding behind the skirts of this sham called organized religion whose sole aim is to rob true spirituality of its life and perpetuate an implacable authority.
Tek amacı hayatın kutsallığını yok etmek ve güç odaklarını semirtmek olan organize din denen şeyin arkasına hayatı boyunca saklandı.
Each creature and every world, to the remotest star owe their existence to the great, coursing, implacable forces of nature but also, to minor happenstance.
En uzak yıldıza kadar tüm canlılar ve gezegenler varlıklarını büyük doğa olayları kadar küçük etmenlere de borçlular.
I had always hoped that you and I... implacable enemies, might sit down on the day of your capture and discuss like Cesar...
Bir düşüncem vardı.... Siz ve ben... açgözlü düşmanlar... şöyle karşılıklı oturup...
It contains man's first recorded description of his boundless mortal fear in the face of malice itself the demanding implacable enemy who's search for blood is never satiated.
İçinde insanoğlunun ilk korkularının kayıtları var. En büyük korkuların tamamı anlatılıyor. Kana susamışlığı hiç bitmeyen bir düşman.
Not because I believe the implacable universe cares a damn, but because as I look at you, my darling, I realize how glorious, how magical life can be.
Amansız evrenin umrunda olduğuna inandığım için değil, ama sana baktığımda, sevgilim, yaşamın ne muhteşem, ne büyülü olabildiğini farkettiğim için.
That your resentment once created was implacable.
Bir kez kırıldınız mı barışmanız imkansızmış.
Are proud and implacable Passionate foes
Onlar gururlu, amansız ve tutkulu hasımlar
♪ Are proud and implacable Passionate foes
Onlar gururlu, amansız ve tutkulu hasımlar
In the implacable and selfish world we live in, those who still care about the suffering of their equals are rare, risking their own lives.
İçinde yaşadığımız bu bencil dünyada kendi hayatlarını tehlikeye atarak başkalarının acıları dindiren insan nadiren bulunur.
" A single emotion for destruction, implacable, deadly.
Yıkım için tek bir duygu, dizginsiz ve ölümcül.
It's implacable.
Amansız bir hastalık.
You can't escape Lt. Gerard's implacable persecution.
Teğmen Gerard'ın acımasız zulmünden kaçamazsın.
He was going to face implacable opposition.
Gould, Acımasız muhalefetle karşı karşıya gelecekti.
I have negotiated peace treaties between implacable enemies.
Amansız düşmanlar arasında barış görüşmeleri yürüttüm.
For some reason, J. Edgar Hoover held an implacable hatred for him.
Nedense J. Edgar Hoover ondan nefret ediyordu.
There's a larger, more implacable adversary out there.
Daha büyük, daha geniş amansız bir hasmı vardı :
It's perfect, implacable.
Kusursuz ve acımasızdır.
Back to implacable faiths.
katı duvarlara geliyor :
He soon faced the deep and implacable hostility.
Kısa süre içinde, derin ve merhametsiz bir düşmanlıkla yüz yüze kaldı.
And so just like Cantor, he faced implacable opposition which he too, found extremely difficult to deal with.
Ve aynı Cantor gibi, başa çıkmayı çok zor bulduğu amansız bir muhalefetle o da yüzleşti.
An implacable cold.
Keskin bir soğuk.
The enemy is implacable.
Düşman öyle kolay tatmin olmaz.
A strong woman, with force of character - fierce, cruel, implacable - married to a poor, weak husband.
Güçlü karakterli, kuvvetli bir kadın. Öfkeli, zalim, amansız, zayıf ve fakir bir kocası var.
In behalf of the Commons of England and of all the people thereof, I do accuse Charles Stuart, here present, as a tyrant, traitor and murderer, public and implacable enemy to the Commonwealth of England and man of blood!
İngiltere Avam Kamarası adına, dolayısıyla tüm halk adına mahkemede hazır bulunan Charles Stuart'ı zalimlik, hainlik ve canilikle İngiltere Milletler Topluluğunun aleni ve amansız düşmanı olmakla ve eli kanlı bir katil olmakla suçlamaktayım.
Hera will be his implacable enemy and the dangers, the enemies, she will put in his way will not cease.
Hera onun amansız düşmanı olmuştur ve onun yoluna çıkardığı tehlikeler, düşmanlar son bulmamaktadır.
Cold, implacable. The Triple Killer remains at ease.
Soğukkanlı, acımasız... 3'lü katil rahat görünüyor.
Even fearsome wasps high in treetops are no match for the implacable ants.
Ağaç tepelerindeki korku salan eşek arıları bile amansız karıncalar için rakipten sayılmıyor.
The present king is our implacable opponent.
Mevcut kral bizim ezeli düşmanımız.
And the new laws found in Ward an implacable opponent.
Yeni kanunlar Ward'u acımasız bir düşman olarak gösteriyordu.
Blood which became implacable hatred and determined struggle
Amansız bir nefret ve bitmeyen bir mücadele haline gelen kanlar.
Implacable, relentless badgering.
Amansız ve insafsızca yakasını bırakmayarak.
Uh, I'm being implacable and relentless.
Amansız ve insafsızca davranıyorum.
Millions perished, only to rise again as legions of implacable undead.
Milyonlarca insan ölüyor sonra dirilerek acımasız ölmeyenlerin saflarına katılıyordu.
On that fateful day, the cowboy became the grim, taciturn, implacable killing machine known commonly as The Saint of Killers.
O kader gününde kovboy ; gaddar, ketum öfkesi dinmez bir ölüm makinesi olmuş. Herkes tarafından Katillerin Azizi olarak bilinir.
The ways of the fairies are- - well, how should I put it- - as implacable as they are ancient.
Perilerin yolları - Şey, bunu nasıl koymalıyım kadim oldukları için affedilebilir.
The Nash equilibrium is important, because one of the great fears of politics is that self-interest would lead to utter chaos, and what the Nash equilibrium suggests is that a rational pursuit of self-interest, even in the face of implacable hostile enemies, will lead to a kind of an order,
Nash in eşitlik noktası önemliydi çünkü politikanın en büyük korkularından biri Bireysel çıkarın her şeyi kaosa sürükleyebileceğiydl. Ve Nash in teorisi
Their opponent is totally implacable, totally hostile, and bent on their destruction.
Bu Nash in eşitliğinde küçük bir problem vardı.

© 2017 - 2024 Translate.vc | [email protected]