It's our translate Turkish
27,551 parallel translation
Then it's time to take back our plane.
O zaman uçağımızı geri alma zamanı.
Uh, it's just that taken all that has happened, you have to ask, you have to wonder, why should we believe that our future is any better than today?
Konu sadece bunca olanlardan sonra şunu sormak neden geleceğimizin daha iyi olacağına inanmalıyız?
Well, we made it very clear when we sent in our application for a transfer, a-abortion's not an option.
Buraya gelmek için başvurduğumuzda kürtajın seçenekler arasında olmadığını açıkça belirtmiştik.
It's also happens to be my birthday today, which tends to be a pretty great day in our house, a day when I get pretty lucky.
Ayrıca bugün benim doğum günüm. Doğumun bugün olması, ne kadar şanslı olduğumuzu gösteriyor.
It's our mother's birthday today.
Bugün annemizin doğum günü.
It's gonna be our little super-secret communication system, okay?
Bu ikimizin süper gizli iletişim sistemi olacak, tamam mı?
It takes a lot of effort to heal the wounds that restrict our lives.
Hayatımızı kısıtlayan yaraları iyileştirmek için çok fazla çaba gerekir.
And taking our bar is way worse than being stupid. It's cunty.
Barimizi almak aptalliktan daha kötü.
I read it'll help get that backstabbing cunt's bad juju out of our house.
O hain orospunun kötü havasını evden atmaya yardımcı olur diye okudum.
Uh, it's not within our makeup...
Bizim imajımıza aykırı.
It's a debate about our national security and our national identity.
Bizim ulusal güvenliğimiz ulusal kimliğimiz hakkında bir tartışma.
Yeah! Now, it's our time.
Şimdi, biraz vakit geçirelim.
It's what's best for our cause. "Cause..."
- Davamız için en iyisi bu.
You know, it's been decades, and if you really cared about our great cause, you would have found Edgar Spring's other machine years ago.
On yıllar oldu. Davamızı umursuyor olsaydın Edgar Spring'in öteki makinesini yıllar önce bulurdun.
There's a grid. It's under our feet.
Ayağımızın altında bir şebeke var.
I think it's using electricity from our bodies to power itself.
Sanırım enerjiyi bedenimizdeki elektrikten sağlıyor.
- I don't know, but if we can trade it for Lydia Spring, I should think it's our top priority.
- Bilmem. Ama önceliğimiz bunun karşılığında Lydia'yı almak olmalı.
It's question of our family reputation
Aile itibarımız söz konusu.
Yeah... and if you're caught lying, that's not going to do much good for our side, now does it?
Evet ve yalan söylediğiniz yakalanırsa bizim açımızdan pek de iyi olmaz değil mi?
It's in our DNA, like yours.
Aynı sizin gibi DNA'mızda var.
It's also our home.
Aynı zamanda evimiz.
It's our Indian umami.
Hint umamisi.
It's our own fault.
Bu bizim suçumuz.
Yogurt is our mother sauce. It's like a dashi.
Yoğurt bizim ana sosumuzdur... dashi gibidir.
It's... it's something that we use in our desserts, to our courses, to our curries, to our rice, and we even offer to the gods.
Onu tatlılardan ana yemeklere... körilerden pilavlara kadar her şeyde kullanırız... hatta tanrılara bile sunarız.
This is your stuff and ours too, we'll defend it like our own home.
Bu senin ve dolayısıyla bizim de malımız, gözümüz gibi bakarız.
Maybe this means it's our moment.
Bu bizim zamanımızın geldiği anlamıma gelebilir.
It's got me thinking about our roles on this island.
Bu yüzden adadaki rollerimizi düşünüyorum.
It's our duty.
Bu bizim görevimiz.
Because it's because of this exact conversation, because we don't believe our victims. We make them feel like they asked for it. Okay.
Tam olarak bu konuşma yüzünden... çünkü biz mağdurlara inanmıyoruz.
So if it's damaged or destroyed, our mission ends in failure.
Kamera zarar görür veya kullanılamaz hale gelirse,... görevimiz başarısızlıkla sonuçlanır.
Look, the fair thing to do is for each of us to put it on our truck and take turns carrying it.
Bakın, yapılacak en adil şey her birimizin sırayla aracına takılmasıdır.
- Day two of our three-day journey is much tougher than day one, but lucky for the other two, today it's my turn to carry the camera and lead the way.
Yolculuğumuzun ikinci günü birinciden çok daha zor. Ama diğer ikisi şanslı. Bugün kamerayı takma ve kılavuzluk etme sırası bende.
We take our first look at the infamous Cadillac Hill, so named because two teenagers drove their daddy's Cadillac off it back in the'50s.
Adı kötüye çıkmış Cadillac tepesine ilk kez göz atıyoruz. İki genç babalarının Cadillac'ını 1950'lilerin sonlarında..... tepeden aşağıya uçurdukları için bu ismi almış.
It's that shit they put in our blood, you're just hallucinating, nothing else.
Kanımıza karıştırdıkları o bok yüzünden. Sadece halüsinasyon görüyorsun, o kadar.
It says here that you caught our next fugitive, Daniel Cullen, 3 years ago.
Sıradaki kaçağımız Daniel Cullen'ı 3 yıl önce yakalamışsın.
Both of our victims shared the same diagnosis, and Brian has it, too.
İki kurbana da aynı teşhis konmuş, Brian'da da varmış.
Because, over time, it's become clear to me that you are our equals.
Zamanla bizim dengimiz olduğunuz netleşiyor.
It's got to be Stephanie from our lit class.
Edebiyat dersi sınıfımızdan Stephanie göndermiş olmalı.
It's odd how we don't know a soul at our own wedding.
Çok acayip, kendi düğünümüzde tanıdığımız kimse yok!
You just look at me, that's all, and even in the middle of all those people, it will be our wedding.
Onca yabancı olsa da düğün bizim düğünümüz olacak.
Your Pietro Savastano's son, nothing more than that. ... because redeemed by death, absolved from all sins, reconciled with the Father, and carried on the shoulder of the Good Shepherd, may our sister Maria Rita join with the Eternal King in everlasting joy and delight in the company of saints. Come, saints of God, hasten, Angels of the Lord, welcome her soul and present it at the throne of the Almighty.
Bu kadar.
It's our limitation.
Bu bizim kısıtlamamız.
They said we stole it, but that's our food. We found it.
Biz yemek bulduk onu aldık ve bize çaldınız dediler.
Let's hear it for our colleague and our friend, Special Agent Grant MacLaren.
İş arkadaşımız ve dostumuz Özel Ajan Grant MacLaren için alkışları alalım.
And we both know it wasn't Danny's fault that our stuff got shoved to the back.
Bizim arkalara itilmeminizin Danny'nin hatası olmadığını ikimiz de biliyoruz.
It's the blood of our god.
O Tanrımızın kanı.
Well, we... We start in the nest, we end in the nest, it's... It's our way.
Peki, biz yuvada başladık, yuvada bitti, bu bu bizim tarzımız.
At a time when teachers are forced to use test scores to assess the quality of public education, it's more important than ever that we defend our children's ability to create.
Öğretmenlerin, toplumsal eğitim kalitesini test sonuçları aracılığıyla belirlemek zorunda oldukları bir dönemde, çocuklarımızın üretim becerisini savunmamız her şeyden önemli.
Tess, technically, it's legal without your consent because it's from our own home.
Tess, iznin olmadan almam teknik olarak yasal çünkü kendi evimiz.
it's something else. She's here with our family.
Burada ilemizle birlikte bekliyor.