Starvation translate Turkish
530 parallel translation
Somewhere a horse dies of starvation
Bir yerlerde bir at açlıktan ölür.
Towards victory over starvation
Açlığa karşı zafere doğru
But I know starvation symptoms when I see them.
Ama onlarla görüştüğümde starvasyon belirtileri vardı.
Don't you think I know starvation symptoms?
Starvasyon semptomlarını bilmediğimi mi düşünüyorsunuz?
Starvation, madness.
Açlık, delilik.
A starvation diet may not agree with you.
Açlıktan ölme perhizi sana iyi gelmeyebilir.
It's slow starvation.
Yavaş yavaş açlıktan öleceğiz.
And they have been founded, some recently, some 80 years ago... by people who left their homes in Europe because of famine... because of starvation... because of racial and political persecution... and some, like ourselves, because of their faith.
Kıtlık yüzünden, açlık ırkçılık yüzünden politik baskılar yüzünden ve bazıları da... bizin gibi inançları yüzünden Avrupa'daki evini terk edip buraya gelen,... kimisi yeni... kimisi 80 yıldır burada olan... yüzlerce insan var.
- Starvation corner.
- Açlık köşesi.
In Athens, they're dying of starvation, 400 a day.
Atina'da açlıktan ölüyorlar. Günde 400 kişi.
Starvation is whipping our soldiers towards Smolensk.
Açlık bizim askerleri Smolensk yolunda çarptı.
Now you know Old Starvation.
Artık açlığın ne olduğunu biliyorsun.
Well, look who's here! Old starvation-face!
Bakın kimler gelmiş!
Of starvation and sickness where once there was plenty.
Daha önceleri bolluktayken şimdi açlık ve hastalığa mahkum oldunuz.
If you don't die of starvation sooner.
- Daha önce açlıktan ölmezsen tabii. - Oh, gel, gel.
Maybe you will, if you aren't trampled to death first or eaten alive or die of starvation.
Belki bulursunuz tabi ama eğer önce ölümcül tuzaklara düşmezseniz ya da canlı canlı yenmez ya da açlıktan ölmezseniz.
- Nothing much, just a pit full of wolves, half mad with starvation and trained to appreciate the flavor of human blood.
- Pek bir şey değil, insan kanına doyum olmadığını bilen, açlıktan gözü dönmüş kurtlarla dolu bir çukur.
- From starvation.
Açlıktan.
They don't even begin to know what real starvation is.
Daha açlığın ne olduğunu bilmiyorlar bile.
- We'll die by starvation for sure!
- Kesinlikle açlıktan öleceğiz!
"... and in 77 days you won't have even your eyes to weep with. " This is starvation, Accattone!
"Ve 77 gün içinde ağlamaktan gözünde yaş bile kalmayacak." Açlıktan ölmek işte bu, Accattone!
Starvation sauce.
Açlıktan kıvrananlar için!
Then our weapon is starvation.
O zaman silahımız açlık olacak.
But driven by starvation and under the attack of Mexican and American troops, even they realised they must compromise or die.
Ya anlaşma ya ölüm düsturuna inanmış olsalar bile....... açlık ve Meksika ile Amerikan birliklerinin saldırıları yüzünden yerlerinden sürüldüler.
They're facing starvation.
Açlıkla karşı karşıyalar.
Darling Bo, if we don't eat now, we will die of starvation.
Sevgili Bo, eğer hemen yemek yemezsek, açlıktan öleceğiz.
There's going to be starvation, fire, pestilence.
Açlık, yangın ve salgın hastalıklar baş gösterecek.
Argos has reduced our people to starvation.
Argos halkımızın açlıktan ölümünü azalttı.
But what is a roof against starvation?
Ama açlık karşısında çatı ne ki?
Those Indians are dying of cold and starvation in that prison.
Bu kızılderililer o hapishanede açlıktan ve soğuktan ölüyor.
Starvation, hostility... even war.
Açlık, düşmanlık, hatta savaş.
It's another disease we don't have in Moscow : starvation.
Moskova'da olmayan başka bir hastalık : Açlık.
Would you like to see the children in our dispensary... whose sickness is starvation?
Sağlιk ocağιmιzda yatan açlιktan hastalanmιş... çocuklarι görmek ister misiniz?
Mrs. Lautmann hasn't died of starvation yet and you won't regret it either.
Bayan Lautmann bugüne kadar açlıktan ölmedi hem sen de pişman olmazsın.
He complained about the hard times he went through in his childhood and youth, including even starvation, but, nevertheless, he had stubbornly pursued his glorious goal, had overcome "unimaginable" obstacles and had finally reached it.
Kısaca ben eskiden ne idiysem yine oyum. Bu büyük esere başlarken cesareti
certain death of starvation.
Buraya 500 bin insan toplanmış, açlık ve ölüme terkedilmişti.
They were actually dying of starvation before our eyes.
Aslında biz gelmeden önce açlıktan ölüyorlardı.
Disaster, disease, starvation, horrible, lingering death, pain and anguish.
Bir felaket. Hastalık, açlık. Yaklaşan korkunç ölüm.
I've been on a starvation diet.
Açlık orucundaydım sanki.
Do you know, in Calcutta... somebody dies of starvation every eight minutes?
Biliyor musun, Kalküta'da her sekiz dakikada bir insan açlık nedeniyle ölüyormuş.
- He died of starvation.
- Açlıktan öldü.
And getting me through a bad bout of sexual starvation.
Ve benim cinsel açlığımın üstesinden gelmen tabi.
"Arise, ye prisoners of starvation!"
"Uyan artık uykundan!"
Arise, ye prisoners of starvation Arise, ye wretched of the Earth
Uyan artık uykudan uyan Uyan esirler dünyası
We almost died of starvation and cold the next day.
Neredeyse açlıktan ölüyorduk. Ertesi gün hava çok soğuktu.
Enough with this war of starvation!
Yeter artık bu savaş deliliği!
Against starvation!
Yeter artık!
Because you didn't want to be exploited... for starvation wages... while the boss fills his pockets... at the expense of our sweat.
Çünkü patron ceplerini alın teriniz pahasına doldururken siz üç kuruş maaşla sömürülmek istemediniz.
Don't you know about the riots and scandals and starvation?
İsyanlar, skandallar ve açlıkla ilgili yaşananları bilmiyor musun?
2,200 DIE OF STARVATION IN MOUNTAINS
2,200 KİŞİ DAĞLARDA AÇLIKTAN ÖLDÜ
We had eaten everything we possibly could, and were one step away from starvation.
Biz muhtemelen gelen her şeyi yemiştik, ve açlıktan bir adım ötedeydik.