Truths translate Turkish
661 parallel translation
Only hidden truths.
Sadece saklanan doğrular.
Careful... or I'll tell you a few home truths.
Dikkat et, birkaç can sıkıcı gerçeği hatırlatmayayım.
Some truths are best left unsaid.
- Bazı gerçekler söylenmese iyidir.
Yes, sir, there are great truths higher than mountains and broader than seas that people look for from the tops of our hills!
Evet, bayım, insanların tepelerimizin zirvelerinden baktığı dağlardan daha yüksek, denizlerden daha engin gerçekler vardır!
Twist everything with half-truths.
Herşeyi kendine yontuyor.
But'tis strange : and oftentimes, to win us to our harm, the instruments of darkness tell us truths,
Tekin değil bunlar. Hem başımızı derde sokmak için, karanlığımızın sesi, doğru da söylemez mi bazen?
Like neon lights, the dialogues repeat their definitive truths.
Diyaloglar, tıpkı neon ışıkları gibi kesin doğruları tekrar eder.
To adjust to certain truths and not let them bother me.
Bazı gerçekleri ayarlamak ve beni rahatsız etmelerine izin vermemek için.
There're thousands of truths!
Binlerce hak var!
One can spend too much of one's life locked in stuffy rooms seeking out obscure truths. Searching, researching until one is too old to enjoy life.
Bir insan havasız odalarda, anlaşılması güç gerçekleri... araştırarak ve arayarak... hayattan zevk alamayacak kadar... yaşlanana dek bir ömür tüketebilir.
If I say one's bottom is behind and one's head on the neck then that's an absolute truth, and I like truths like that.
Eğer birinin kıçı arkasında, kafası da boynunun üzerinde dersem o zaman bu kesin bir gerçektir ve ben böyle gerçekleri severim.
The same old John, pouring out the same old cascade of truths, half-truths and distortions.
Gerçekleri, yarı gerçekleri ve çarpıklıkları bir çırpıda etrafa saçan eski John'sun.
Any more truths to tell me?
Bana söyleyeceğin başka gerçekler kaldı mı?
But to help you forget these painful, even suspect truths here is a final scene of true love in all its splendour.
Ama bu elem verici, hatta şüpheli gerçekleri unutmanıza yardım etmek için, işte size bütün ihtişamıyla gerçek bir aşkın final sahnesi.
They are depressing truths
Acı gerçekler.
The ancient Greeks. ... revealed their knowledge of these truths in the story of Oedipus... who, all unknowing, killed his father and took his mother to wife.
Antik Yunanlılar bu gerçeğe dair bildiklerini, farkında olmadan babasını öldürüp annesini eş olarak alan Oedipus'un hikayesinde ortaya koymuşlardır.
"We hold these truths to be..."
"Bize göre bu gerçekler..."
Contingent truths and necessary truths make up life
Ne de olsa, hayat kimi zaman tesadüfi, kimi zamansa zaruri gerçeklerin bir bileşkesidir.
Liza won't be challenged by truths buried in the mud of Auschwitz
Liza, Auschwitz çamuruna gömülmüş gerçekleri reddetmeyecek.
Listen to your conscience and not to the proud truths you've spoken.
Vicdanını dinle ağzından çıkan gururlu gerçekleri değil.
No half-truths.
Yarım doğru diye bir şey yoktur.
What we do is just a shadow of what we want to do and the only truths we can point to are the ever-changing truths of our own experience.
Yaptıklarımız yapmak istediklerimizin birer gölgesi sadece dikkatleri üzerine çekebileceğimiz başlıca gerçeklerse kendi yaşamlarımızın durmadan değişen gerçekleri.
And for that, he will fight he will manage any policy, affirming today yesterday's lies, denying tomorrow today's truths.
Bu uğurda kavga verecek bugün, geçmişin yalanlarını teyit eden yarın da bugünün gerçeklerini inkar edecek her türlü politikayı yönetecek.
I don ´ t know how to answer you, except to say that I teach you truths, my truths.
Ne diyeceğimi bilmiyorum. Kendi doğrularımı öğretiyorum.
These sacred truths are self-evident.
Bu kutsal gerçekler ortadalar.
But I will know your unspoken truths.
Ama konuşulmayan gerçeğinizi bileceğim.
They want to prevent us from reaching the obvious political conclusions based on these simple truths.
Bu basit gerçeklere dayanarak bariz politik sonuçlara varmamızı engellemek istiyorlar.
You must judge the past in the light of the current truths of the Party.
Geçmişi, Parti'nin şimdiki gerçekleri ışığında yargılamalısınız.
There are many truths for everything.
Birçok şey için birden fazla gerçek vardır.
Often, to win us to our harm, instruments of darkness tell truths.
Karanlığın temsilcileri bazen bize zarar vermek için doğru söyler.
Yet the preservation of simple human truths requires mystery.
Henüz basit insanî gerçekleri korumak için gizeme ihtiyaç duyuyoruz.
This question implies that there are two different truths :
Bu soru gösteriyor ki, iki farklı hakikat var :
We cannot allow that people tell truths only from the position... of specialists.
İnsanların uzmanların mevkilerine bakarak bir şeyler söylemesine müsaade edemeyiz.
We both have truths Are mine the same as yours
Seninkilerle benimkiler aynı mı? Çarmıha ger!
But then it's equally true that Clinton could've come up with dirty half-truths... about you, you, you, or any of us.
Ama şu doğru ki Clinton bazı kirli doğrularla buradaydı.. seninle ilgili, sen, sen, veya herbirimizle ilgili.
I knew some ugly truths would be trotted out.
Bazı çirkin gerçeklerin hızla açığa çıkacağını biliyordum.
Now that the truths are known... we've begun to see this as a big project.
Şimdi gerçekler biliniyor... bunu yeni büyük bir proje olarak görelim.
No more home truths?
Bana bu akşam daha fazla çirkin gerçekler anlatmayacağına söz ver.
But this first public admission of defeat, although to be represented as but symbolic of heroísmo, it hid obscurer truths of which the proper Yamamoto was well cliente.
Ne var ki kamuoyuna açıklanan bu ilk mağlubiyet sembolik bir kahramanlık olarak resmedilse de Yamamoto'nun hâlihazırda farkında olduğu gerçekleri örtmeye yetti.
Yes, when you're drunk, you say the things you have in your heart, the most hidden truths.
Evet, sarhoş olduğunuzda, kalbinizdeki şeyleri söylersiniz, en gizli kalmış şeyleri.
"The primitive world," I say, "what instinctual truths were lost with it."
"Ilkel dünyayla" derim, "ne de çok içgüdüsel hakikat yitip gitti".
What great truths has Adama spoken to my back?
Adama arkamdan hangi büyük gerçekleri söyledi?
You'll never learn to write... and read the great classics, the eternal truths :
Büyük klasikleri okuyup-yazmayı asla öğrenmeyeceksin,... ebedi ve ezeli gerçekler :
We can read in them truths placed there many thousands of years ago.
O hareketlerin içinden binlerce yıl öncesinden gelen gerçeği okuyabiliriz.
The cosmos is full beyond measure of elegant truths of exquisite interrelationships of the awesome machinery of nature.
Evren'in kendisi, doga dedigimiz muazzam makine, ve içindeki mükemmel iç iliskiler ve, gerçeklerle dopdoludur.
Its only sacred truth is that there are no sacred truths.
En kutsal gerçek hiçbir kutsal gerçeğin olmadığıdır
Well, human life doesn't have great truths.
Ama insan hayatında öyle büyük gerçekler yok.
To drift... and to scan the truths... that underlie the surface faiths whereby men live and die. "
İnsanların yaşadığı ve öldüğü yüzey inançlarının altında yatan... gerçekleri sürüklemek ve taramak.
Failed to block out the terrible truths of existence.
Varoluşun korkunç gerçeklerini kendi dışında tutamıyordu.
A full month is just enough for them to fulfill all the duties that courtesy owes to time, the most interesting unquestionably being the acquisition at the temple of Tenjin of the uso bird, who according to one tradition eats all your lies of the year to come, and according to another turns them into truths.
Nezaketin zamana borçlu oldugu bütün görevleri yerine getirebilmeleri için bir tüm ay onlara ancak yetiyor... Tartismasiz en ilginç olani da Tenjin tapinaginda uso kusunun yakalanmasi bir gelenege göre gelecek seneki tüm yalanlarinizi yutuyor, bir digerine göreyse onlari dogrulara çeviriyor.
Luke, you're going to find that many of the truths we cling to... depend greatly on our own point of view.
İnandığımız birçok doğrunun... .. bakış açısına göre değiştiğini göreceksin.