We have to go there translate Turkish
518 parallel translation
Well, we have to go there and see? but I'll be a good match for a husband.
Kararı sen vereceksin ama benden iyi koca olur.
Do we have to go there for dinner?
Akşam yemeği şart mıydı?
Max split to his place with some people, so we have to go there.
Max bir kaç kişiyle birlikte evine tüydü. Oraya gitmeliyiz.
With explosives. We have to go there right away.
Hemen oraya gidip, ağızlarına iki tane patlatmalıyız.
We have to go here, we have to go there...
Batı kıyısına gitmeliyiz. Dağa çıkmalıyız...
Do we have to go there?
Oraya gitmek zorunda mıyız?
We have to go there, anyway.
Oraya gitmemiz gerekiyor, bir şekilde.
It would be easy to call in the police, but we have to go there ourselves
Polisi çağırmak kolay ama oraya kendimiz girmeliyiz.
- We have to go there now.
- Şimdi oraya gitmeliyiz.
- Behind the hills is a sea, we have to go there.
Tepelerin ardında deniz var. Oraya gitmeliyiz. Sen git.
- We have to go there tomorrow.
- Yarın oraya gitmeliyiz.
It looks like there might be some sort of fairly steep cliff or scarp here that we'll have to go up and, you know, it looks like it might be about 100 metres high.
Görünüşe göre burada bir tür epeyce dik uçurum ya da yar olabilir. Tırmanmak zorunda kalabiliriz. Yaklaşık 100 metre yüksekliğinde olabilir gibi görünüyor.
We absolutely have to go there! "
"Kesinlikle oraya gitmemiz lazım!"
There's the stage door and then we'll go round to stewart's lodgings and then we might go along to the police station, have a chat with the inspector.
Stewart'ın evine gideceğiz. Sonra polis merkezine uğrayabiliriz. Müfettişle biraz sohbet ederiz.
We have just received instructions from headquarters in Munich... that Bomasch is to go there at once by the first train.
Az önce Münih'teki karargâhtan Bomasch'ın derhal trenle oraya gönderilmesi hususunda talimat geldi.
I still don't understand why we have to go all the way out there to look at it.
Neden bütün bu yolu ona bakmak için gitmemiz gerektiğini hala anlamıyorum.
There's five of us. We'll have to go one at a time.
Beş kişiyiz, teker teker çıkmamız gerekecek.
But if we're going to get you to Metaluna alive, there's a little procedure you'll have to go through.
Ama sizi Metaluna'ya sağ salim götürmek istiyorsak,... size uygulamamız gereken ufak bir prosedür var.
We'll have to go there together one day.
Bir gün oraya birlikte gitmeliyiz.
We won't go out any more than we have to, but there's one thing we should arrange, whether Mother comes here or the boys go and stay with her.
Gerekmedikçe dışarı çıkmayacağız, ama bir şeyi ayarlamalıyız. Ya annem gelsin, ya da çocuklar ona gitsin.
Do we have to go in there?
İçeri girmek zorunda mıyız?
We have no right to go there. - Why not?
Oraya girmeye iznimiz yok.
And as long as we have a date to go down there tomorrow I won't have to keep you any longer tonight.
Yarın, en kısa sürede ofisinde buluşalım o zaman bu gece seni daha fazla tutmak istemiyorum. 00 : 06 : 25,552 - - 00 : 06 : 28,847 - Yarın mı?
There, that's the Great Seal of England, don't lose it, without the seal, there's no more England and we'll all have to pack up and go back to Normandy.
İşte, İngiltere'nin büyük mührü, kaybetme, bu mühür olmaksızın İngiltere ülkesi olmaz. Ve bizler de pılımızı pırtımızı toplayıp
We'll have to go there, you and me, baby.
Sen ve ben, bebeğim.
Yes, I think we shall just have to go in search for the answers and... as there's always the element of danger in the unknown, I suggest we keep closer together.
Bence cevapları bulmak için araştırmaya başlamalıyız. Her zaman bilinmeyen tehlikeli bir unsur bulunur. Birlikte kalmalıyız.
If Elsa were to go wild, it would have to be in another district and we were able to get permission to take her to a reserve 340 miles away where there was abundant game, and best of all, many lions.
Eğer Elsa vahşi doğaya dönseydi, başka bir bölgede olmak zorunda kalırdı ve bizde, onu bu 340 mil uzaktaki bereketli oyunların ve hepsinden önemlisi birçok aslanın bulunduğu yere götürmek için gerekli yetkiyi alabilirdik.
"There's only one drawback," Howard said. "We'll have to go to Greece."
"Yalnızca bir engel var" dedi Howard. "Yunanistan'a gitmeliyiz."
Frank, before we go any further, there's something I have to tell you.
Frank, devam etmeden önce sana söylemem gereken bir şey var.
We have to go to those projects up there with the silent middle class, in those projects, where they're sitting with their pipes right now, in their chairs, reading the New York Times... you have to go up there, and you have to blow their minds.
Şu tepedekilere ulaşmamız lazım. Hani şu anda sandalyelerinde oturup pipo içerek New York Times okuyan sessiz orta sınıfın oturduğu yerlere gitmeliyiz.
We just put those in there to bed. Don't go. We have plans for you too.
Onları orada biz uykuya yatırdık,... kaybolma, senin için de planlarımız var.
You get jeep, we be there in one hour. We be back by dinnertime. Soon-Lee, we go to Chorwon, we'll have Chinese food for dinner.
Umarım yarın sabah gözünü açtığında yanında biri olur ve ona artık bacak arasında hiç bir şeyin kalmadığını söyler.
We're going to have to go down there and calm everybody else.
Aşağı inip herkesi sakinleştirmek zorundayız.
- We didn't go there to have fun.
- Eğlenmek için gitmedik oraya.
We have to go back there and try to get her to say it.
Oraya tekrar gidip, ona bunu söyletmemiz gerek.
Before we go any further, there's something I have to tell you.
Daha ileri gitmeden önce sana söylemek istediğim bir şey var.
We better have it, there's no other place to go.
En akıl kârı yer orası. Başka gidebileceğimiz bir yer yok.
now listen, sandra go to the studio with john john stay there and don't let him out of your sight yeah, sure jerry, we'd better get a move on we only have god knows what else will happen
Şimdi beni dinle Sandra. John John'la benim eve gidin. - Orada kalın.
We get there, and you have to go to Denver.
Biz buraya geliyoruz sen Denver'a gitmek zorundasın.
We're just gonna have to go down there and catch those thieves red-handed.
Buradan aşağı inip, hırsızları suçüstü yakalamalıyız.
I can have the desire, like when we go to a place where there'dancing then I really have the need.
İçimde bir dans etme arzusu var... ... ama mesela... Dans edilen bir yere gittiğimizde, dans etme ihtiyacı duyuyorum.
"... the land, the cows, the horses and we'll go to Brazil "We'll set up home there, have kids there... "... because here those bastards will take everything off you "
Ve biz de Brezilya'ya taşınırız orada yeni bir yuva kurar, çocuk sahibi oluruz çünkü bu piç kuruları her şeyini elinden alacak. "
We have to go all the way there in order to get back up here?
O kadar yolu şuraya dönmek için mi gitmemiz gerekiyor?
I mean, we don't have to go there, right, Ben?
Oraya gitmek zorunda değiliz, değil mi Ben?
[Bomba] While we stayed there, at that station over there, waiting to go in Treblinka camp, some of those German SS, they came around, and they were asking us what we have.
Orada, istasyonda Treblinka kampına gitmeyi bekliyorduk. Bazı Alman Nazi polisleri yanımıza geldiler. Nelerimiz olduğunu sordular.
Cousin, we have to go over there and say what we know.
Kuzen, oraya çıkıp, ne biliyorsak anlatmalıyız.
No, we don't have to go there.
Hayır. Oraya gitmemize gerek yok.
- We'll have to go down there.
Peki ya savunma sistemi?
- We'll have to go down there.
- Şimdilik.
There's nothing else we can do. We just have to go on.
Yapabileceğimiz bir şey yok, devam etmek zorundayız.
I don't know anyone who's like'the first time man'except you'll always no never mind we don't have to go there and I did make some faces in the middle that I wish that I could uh
Garipti. - Garip mi? Evet, ama hoş bir gariplik değildi.