Won translate English
208,099 parallel translation
Ayrıca çok önemli bir şey değil ama ; o safkan köpeğinden söz etmekten ne zaman vaz geçecek acaba?
And not that it's worthy of an article, but that purebred Goldendoodle she won't shut up about?
Düşünmüştüm ki buraya gelip gelip turnuvayı kazanırsam, biraz da olsa eski ihtişamımıza kavuşurduk.
I thought if we came here and won the tournament, - I could've got some of our glory back.
Bu kadar gelmişse artık vazgeçmez.
He's come this far ; he won't stop now.
Artık onun hakkında endişelenmene gerek yok.
You won't have to worry about him anymore.
Eğer bu bir çeşit gardiyansa, Geri çekilirsek bizi takip etmeyecektir.
If it's some kind of guardian, it won't follow us if we retreat.
Kazanılan büyük mücadeleye ve alınan şanlı zafere.
To a battle well fought and a victory well won.
Bu bir fedakarlıktı... Bu fedakarlık savaşı kazandırdı.
'Twas a sacrifice... but a sacrifice that may very well have won the war.
Birkaç gün sonra Brad'le dünya turuna çıkacaklar... Bir yıl boyunca onunla uğraşmana gerek kalmayacak.
But she and Brad are leaving in a couple days for their around-the-world tour, so you won't have to deal with it for about a year.
- Hep öyle kalmayacak.
They won't be.
Bu doğumu unutmayacaksınız. Biliyorum.
You won't forget this birth.
Bu görevin kolay olmayacağını biliyorum Binbaşı Heywood.
- I know this mission won't be easy, commander Heywood.
Bir yarışmadan Apollo 13'ün inişini görme ödülü kazandım.
I won a contest to see "Apollo 13" land.
Hayatını riske atmana izin veremem.
I won't let you risk your life.
Sanırım artık gemide mızrağı aramak için vaktin olmayacak, değil mi?
Well, I guess you won't have time to search the ship for the spear now, will you?
- Orada beş dakika bile dayanamayız.
We won't last five minutes out there.
O efsanevi salaklar mızrağı kullanamaz.
The legendary idiots won't be able to use it.
- Ölmeyeceksin.
You won't.
Gerçeklikte ufak bir değişiklik yapmış olabilirim.
- Let go of the Spear, and I won't use it to turn you into a jockstrap.
Sizden de aynısını isteyemem ve istemem.
I can't and won't ask the rest of you to do the same.
Soracağım ama kararlarını değiştirmeyeceklerinden eminim.
I will ask, but I'm certain they won't reverse their decision. But you'll ask?
Başka danslar da olacak.
Guys, there will be other dances. No, actually, there won't.
- Yarından önce başlayamam.
I won't be able to start until tomorrow.
Atla! - Hayır!
I won't!
Şehirden ayrıldıysa Reid için iyi olmayacak.
If she's left town, this won't be good for Reid.
Tadı kötü gelmesin diye portakal suyuna kattım.
I put it in some orange juice so it won't taste so bad.
Henüz kurtulmuş değilsin, ama yemin ederim seni kaybetmeyeceğiz.
You're not out of the woods, but I swear we won't lose you.
Onu temsil etmeyeceklermiş.
They won't represent him.
Jian-Yang'in kültürü,... Çinliler... dışarıdan birinin yardımını kabul etmezler.
Jian-Yang's culture... he's... Chinese... won't allow him to accept outside help.
Ayrılmayız olur biter.
We just won't breakup.
Fısıldaşan bir sarayın parçası olmayacağım.
I won't be part of a whispering court.
Bunların hiçbirini anlayamayacaksınız çünkü 15 saniye içinde bayılacaksınız.
You won't notice any of this because 15 seconds in, you've passed out... as oxygen bubbles formed in your blood.
Ölmeyeceksin ama yalan yok, olanlar hoşuna gitmeyecek.
You're not going to die, but I won't lie to you, this will not be good.
Cidden aşağıdaki ahbabımız bunu anlamaz mı sanıyorsunuz?
You really think our friend down there won't know that?
Hissetmez mi sanıyorsunuz?
Won't sense it? !
- Yapmayacaklar.
They won't.
yapmak bana bir anda sürmez.
Won't take me a jiffy to make.
Arkadaşınız geri gelmeyecek.
Your friend won't be coming back.
Benimle gelirsen, sana hiç ölmemiş olacağını söz veremem.
If you come with me, I can't promise that you won't all die.
Hepiniz Yerdeki bir delikte ölmeyecek.
You won't all die in a hole in the ground.
Belki de gelmeyecek.
Maybe it won't come.
Beni öldürüyorlar söz ver.
Promise you won't get me killed.
Russ'a ihanet edemem.
I told you I won't betray Russ.
Duke ona kesin söyler.
There's no way Duke won't tell him.
Baban kötü adamları yakalamaya gitti bu yüzden bir süre gelmeyecek.
Your dad went to catch bad people, so he won't be back for a while.
İşe yaramayacak.
It won't work.
Kolay olmayacak.
It won't be easy.
Şüphesi kolayca geçmeyecektir.
She won't dispel her doubt easily.
Acımayacak.
Won't hurt. Won't hurt.
Kullanmak için hala geç değil.
We won't last five minutes out there. It's not too late to use it.
Evet ama o plan baloya gitmesini sağlayamıyor.
Yes, but that plan won't get her to prom.
- Kıyafet izin vermiyor.
The suit won't let us.