Zorundalar translate English
1,951 parallel translation
Reyes ve Crowe durumu lehlerine çevirmek için bir şey yapmak zorundalar.
Reyes and Crowe are gonna have to do something to turn this thing around.
Maçı çevirmek zorundalar.
They're gonna have to turn this thing around.
Kadınlar savaş zamanında bile giyinmek zorundalar.
Women have to wear clothes even in times of war.
Aslında, onu kovsalar bile parasını ödemek zorundalar.
In fact, they're going to have to pay him, even if they fire him.
Çünkü gelmek zorundalar.
Because they have to.
Birbirleriyle dövüşen bu insanlar, birbirlerine güvenmek zorundalar.
Those that fight alongside each other have to trust each other.
Yaşayanlar yüzlerini geleceğe dönmek ve hayatlarına devam etmek zorundalar.
A living person has to face the future, and live on.
Ben yasalara asla mani olmadım ve bence, yine dediğim gibi sosyal hayatım boyunca bu tarz incelemeleri hoş karşıladım çünkü insanlar Başkanlarının hırsız olup olmadığını bilmek zorundalar.
I have never obstructed justice, and, I think, too, that I could say that in my years of public life that I welcome this kind of examination, because people have gotta know whether or not their Presidents'a crook.
Çünkü Rio Grande'yi yüzerek geçmek zorundalar.
Because they have to swim across the Rio Grande.
Onu şimdi öldürmek zorundalar, değil mi?
They're going to have to kill her now, aren't they?
BU insanlar bunu bilmiyor ve ani kararlar almak zorundalar.
Yeah, but those people don't know that and they've to make spot judgements
Sıradan Almanlara bizi öldürecek dürtüyü sağlamak için sıradan Almanların düşündükleri gibi olduğumuzu göstermek zorundalar.
So they can... Germans get Common kill us, should show that we are what ordinary Germans to are taught to think we are... dirty, and without a God-fearing.
Şu anda 11 oldular, 25 sayı yapmak zorundalar.
They're at 11, they need to get to the 25.
Heykeli devirdiler ama şimdi adamı yakalamak zorundalar.
Well, they got the statue but now they gotta catch the man.
Yani, soğukluğu içeride tutmak için, Sıcaklığıda dışarıda tutmak zorundalar, değil mi?
Well, to keep the cold in, you have to keep the heat out, right?
Güneş yükselmeden önce fırsat buldukça beslenip üremek zorundalar.
They must feed and breed if possible before the sun rises.
Bu nedenle kurbağalar bir kez daha yer altına çekilmek zorundalar.
So the toads have to retreat once again below ground.
Gece boyunca vücutları soğudu, ve şimdi canlanmak ve beslenmeye başlamak için hızlı bir şekilde ısınmak zorundalar.
During the night their bodies cooled and now they must warm up quickly in order that they can become active and start feeding.
Tekrar beslenmek amacıyla yeniden yeterince ısınmak için ertesi sabahı beklemek zorundalar.
They will have to wait until the following morning before they can re-warm themselves sufficiently to feed again.
Neden bu yazıları bu kadar küçük yazmak zorundalar?
Why do they have to make the print so small?
İnsanlar düğün gibi büyük bir olayı düzenlerken, neden bunu kimsenin kendilerini bulamayacağı... hiçliğin tam ortasında yapmak zorundalar?
If people are going to make such a big deal about getting married, why come all the way out into the middle of nowhere, where no-one can find you, to do it?
Önümüzdeki hafta, pazartesinden itibaren her sivil suç mahalli danışmanları zorunlu kondisyon testinden geçmek zorundalar.
Effective a week from Monday. Any civilian crime scene field consultant must pass a mandatory fitness test.
Adaylar, 800 metreyi 4 dakika içinde koşmak zorundalar. Sonra 10 kat merdiven çıkıp 20 tane barfiks çekecekler ve son olarak da boyu 2 metre olan duvara tırmanacaklar.
The candidate must run a half a mile in four minutes, then climb ten flights of stairs, do 20 pull-ups, and then, scale a six-foot-high wall.
- Bunu yapmak zorundalar mı?
- Do they have to?
Jaswant Rai'nin, çok tartışmaya yol açan bu kararı şuanda konuşuluyor Bu çocukların şimdi yapacaklarını Hayal etmek çok zor. Onların ebeveynlerinin katiliyle kalmak zorundalar
Judge Jaswant Rai has delivered a very controversial decision imagine these poor children will now have to stay with their parents` murderer
Bazı saldırılarıyla başa çıktınız, bu yüzden şimdi çirkinleşmek zorundalar.
You've dealt them some blows, so now they've got to get nasty.
Saklanmak zorundalar yoksa öldürülücekler.
They have to hide or they'll be put to death.
Okuldan 3 senede defedilip dört kardeşine bakmak için çalışmaya başlamak zorundalar. Yaptıkları işte bu.
They pack school in after 3 years and start work to support four brothers, that's what they do.
Marcus, dövüşmene izin vermek zorundalar.
Marcus, they have to let you fight.
Kavşağı geçmek zorundalar.
They've gotta make it through the intersection.
Şikayetçi olursak müdahale etmek zorundalar.
Not if we file a complaint.
Aynı kurallarla yaşamak zorundalar.
Have to live by the same rules.
Artık mola yok ve süre kalmadı. Acele etmek zorundalar.
Now there's no more time-out and the clock is rolling, they're gonna have to hurry.
Çok çabuk olmak zorundalar.
They're gonna have to hurry.
İlk hakkı elde etmek zorundalar yoksa Arnett Mead topu iyi bir pozisyon avantajıyla alacak.
They have to get this first down, or Arnett Mead will get the ball back in great field position.
Sabaha kadar kalmak zorundalar.
It stays on until morning.
Birini suçlamak zorundalar.
They have to blame someone.
Sorumlu olduğunu, kanıtlamak zorundalar.
They have to establish that you are responsible.
Enerjinin azaldığı bu ortamda erkekler dişi sürülerinin etrafında sürekli dolanarak onları kontrol etmek zorundalar.
In the energy-sapping thin air, the males must try to control groups of females by constantly rounding them up and corralling them.
Çin'in kalabalık sahillerinde balıkçılar mevcut kaynakları çok iyi değerlendirmek zorundalar.
On China's crowded coasts, fishermen need to be extremely resourceful.
Ama dosyaları göndermek zorundalar..
But they have to upload the files.
Yakın zamanda nakliye işini yapmak zorundalar.
They'll have to move that shipment soon.
Bunu gerçekten dinlemek zorundalar mı?
Do they really have to listen to this?
Eskisinden de çok. Ama biraz değişmek zorundalar.
Now more than ever but it has to evolve
Onunla başa çıkmak zorundalar.
They'll have to deal with.
İsrail'de çocuklar 18 yaşına gelince askere gitmek zorundalar. Bu da beni uçlarda müzik yapmaya en çok çeken şey.
If you are in Israel is 18, you the army.
Beklemek zorundalar.
They'll have to wait.
Sırf biri, kendi kuyusunu kazdı diye neden içine düşmek zorundalar?
Just'cause someone makes their bed, Why do they have to lie in it?
Evlatlık verebilmeleri için öncelikle sağlık geçmişinize bakmak zorundalar.
The first thing an adoption agency will look at is your medical history.
Yine de orada kalmak zorundalar.
They have to stay in there.
Çünkü bunu iyice düşünmek zorundalar.
Thereís no inoffensive way of saying that.