Bağır translate Spanish
12,709 parallel translation
Bandı çıkartacağım, bağırmayacağına söz ver. Bağırırsan hiç te hoş biri olmam.
Bien, si te saco la cinta, prometeme que no vas a gritar, si tu gritas, yo no seré agradable.
Olağanüstü bir kadın, özellikle yatakta o zevkle bağırıyor.
Una mujer extraordinaria, especialmente en la cama cuando grita de placer.
Ve seni bitirmek öneririm küçük bir parti burada [bağırıyor] ve bizimle gel ve eve geri almak ve çok geç olmadan Teksas düzeltin.
Y te sugiero que termines tu fiestecita, vengas con nosotros y vuelvas a casa y arregles Texas antes de que sea demasiado tarde.
Birbirlerini beceren onlarken ne diye bana bağırıyorsun?
Ellos son los que están cogiendo.
- Enerji tasarruflu lambalar taktım... -... ve bağırıp çağırmayalım diye yeni bir dahili haberleşme sistem kurdum.
He instalado lámparas de consumo eficiente y un nuevo sistema de intercomunicadores
Bana güzel şeyler söylüyorsunuz ama ikiniz de bağırıyorsunuz.
Chicos, me dicen cosas muy halagadoras, pero ambos están gritando...
- Bana yine güzel şeyler bağırıyorsunuz.
- ¡ Me estáis volviendo a gritar! - una situación difícil.
Çünkü annen her Allahın günü bağırıp çağırıyordu.
No estaba histérica.
Ona uyuşturucu bulamadığım için bağırıyordu.
Él gritaba sobre cómo no podía conseguirle nada de anfetaminas.
- İstediğim zaman bağırırım.
- ¡ Si quiero gritar, grito!
Bağır!
¡ Grite, grite, grite!
Bir silahla cama vurdular, ve, Peter'e bağırıp bütün parasını vermesini söylediler.
Golpearon la ventana con una pistola... y ellos le gritaron a Peter que les diera todo su dinero.
Brandon, Newton'a bağırıyor ve cebinden bir şey çıkarmaya çalışıyor.
Brandon grita a Newton, coge algo.
Fedailer sürekli "Dokunmak yok." diye bağırıyordu.
"Sin tocar."
Evet, o protestocular haftalardır bağırıp duruyorlar.
Esos manifestantes han estado gritándonos por semanas.
- Çok bağırıyorsun.
Demasiado alto.
Ben uyumaya çalışırken diğer aileler gürültü yapsa gidip bağırır çağırırdı.
Si las familias hacían mucho ruido cuando yo intentaba dormir, solíamos gritarles.
Onlar da ona bağırırdı.
Ellos nos gritaban a nosotros.
Ayrıca tüm o bağırışlar ve çığlıklar.
Además de todas las peleas y gritos.
Evde çok bağırış vardı, ağlamam bile bunu bastıramadı.
Pero es que en mi casa las cosas están mal, ni siquiera ya se oyen gritos.
Bakalım bağırışlar başlamadan önce uyuyabilecek miyim.
A ver si puedo quedarme dormido antes de que empiecen las voces.
Hep bağırış ve haykırış var.
Solo hay voces y gritos.
Ya da yeterince bağırırsanız her isme.
O por cualquier nombre si lo grita suficientemente alto.
Benim için önce bağırıp sonra düşünmek çok kolay.
Es muy fácil ser como yo... gritar primero y pensar después.
Bu şort, bağırılmanın etkisini azaltıyormuş sahiden.
Tío, esos shorts suavizan eso de que te griten.
Bu yüzden sürekli "İmha et." diye bağırıyorlar.
Por eso siempre gritan, "exterminar".
Babanın tahlil sonuçlarını bekliyoruz. Birbirlerine bağırıp çağırmalarını daha fazla dinleyemedim.
Estamos esperando los análisis del padre, pero no podía sentarme allí y escuchar a esos dos pelearse más.
Kızıma bisiklete binmeyi nasıl öğretirsin bunu benden nasıl çalarsın diye bağırıyordu.
Él gritaba, " ¡ ¿ Cómo te atreviste a enseñar a mi hija a andar en bicicleta? !
Tüm büyük şefler ne yapıyorsa o da yapıyor. Bağırıyor.
Tiene todo lo que tienen los grandes chefs... gritos.
- Hayatım tanrıçalar fısıltıyla konuşmazlar, bağırırlar.
Cielo. Las diosas no susurran. Gritan.
- Pekâlâ demek ki henüz bağırmaya hazır değiliz.
Está bien. Así que no estamos preparadas para gritar.
Bir anda hizmetçinin bağırışını dudum : "Çatıdan düşüyor."
De repente oí a la sirvienta gritando "¡ Se ha caído del tejado!"
Sanırım hepsi bağışık ve denizci üniforması giyiyorlar.
Me imagino que son inmunes, y todos están vestidos como marinos.
[Ateşli silah, kadın bağırır] Hadi!
¡ Vamos!
Etrafta bağışık olmayan o sefiller dolanırken bağışık bir üstün ırk yaratmak oldukça zor olacaktır diye düşünüyorum.
- Tengo que imaginar que es bastante difícil... para comenzar una raza superior de semidioses naturalmente inmunes... con todos esos molestos no inmunes sobrevivientes dando vueltas.
Ama gerçekten hasta olunan zamanların, aşı olunması gereken zamanların aksine, bağışıklığı güçlü tutmak için bağışıklık artırıcı aşı olunması gerek.
Pero a diferencia de cuando estás realmente enferma, cuando tienes gripe, necesitas inyecciones de refuerzo para mantener tu inmunidad arriba.
Bu suçlamaları aydınlatmak üzere, Adalet Bakanlığı tarafından Şef Connors ile işbirliği yaparak, benim gözetimimde Washington polisine karşı bağımsız, federal soruşturma açılmıştır.
A la luz de estos cargos, el Departamento de Justicia, bajo mi supervisión y con la cooperación completa del jefe de la policía metropolitana Lawrence Connors, abriremos una investigación federal independiente a la fuerza policial de Washington D.C.
Yeni bilgisayar, yeni yatak, en sevdiğim hayır kurumuna 10.000 $ bağış.
Una nueva computadora, una cama real, 10.000 dólares a mi beneficencia favorita...
Annesi hiç bağımlı olmadığına yemin ediyor ama belirtiler aşırı doz kullandığı yönünde.
Su madre jura que nunca hizo las drogas, y, sin embargo, que sufrió los efectos de una sobredosis.
- Bilirsin, gülmek insanı rahatlatır, kan basıncını düşürür ve bağışıklık sistemini dengeler.
- ¿ Sabes? sonreír más seguido puede aliviar el stress, disminuir la presión sanguínea y estimular el sistema inmune.
- Bayadır. - İşine bağımlı.
- Lo que sea necesario.
Javier'le olan bağın beni rahatsız ediyor sanırım.
Supongo que todavía me molesta que tengas todos estos lazos con Javier.
Hepiniz çok iyi gidiyorsunuz, yani size miras bırakmak yerine, ki buna ihtiyacınız yok, Walter : Biz düşündük ki hayır kurumlarına büyük bir bağış yapcağız.
A todos les está yendo muy bien, así que en vez de dejarles una herencia, la que en realidad no necesitan, pensamos que haríamos una gran contribución a la beneficencia y terminar con MDAA y el negocio del cerdo de una vez por todas.
yani size miras bırakmak yerine, ki buna ihtiyacınız yok, Biz düşündük ki hayır kurumlarına büyük bir bağış yapcağız.
En vez de dejarles una herencia que realmente no necesitan, pensamos que haríamos una gran donación a una beneficencia.
Aile bizi bir araya getiren bağdır. Fakat bu bağın bir ucu insan uygarlığını yükselten bir destekken diğer ucu bireyselliğimizin gırtlağına sarılan bir kementtir.
La familia es el vínculo que une, pero mientras un extremo apoya la civilización humana, el otro es una horca, que asfixia nuestra individualización.
HPT Dul ve Yetim Fonu'na bağışta bulunursan bu aramızda kalır.
Haz una donación al Fondo a favor de las Viudas y los Huérfanos de la Policía y esto se quedará entre nosotros.
Hayır efendim. Bağışıklar olmalı herhalde.
Ellos tienen que ser los inmunes, ¿ verdad?
- Domuz bağırsağıdır muhtemelen.
Es probablemente intestino de cerdo.
Hayır, buna Ayakkabı Bağı Paradoksu deniyor.
No, esto se llama "la paradoja de Bootstrap".
Sanırım komşucuğum için biraz bağış yapabilirim.
Bueno, supongo que podría ahorrar un poco para mi vecinillo.
Duygusal bağ kurduğumuz ve seks yapmaktan ziyade seviştiğimiz zamanlar da vardır illa ki.
Deben haber habido algunas veces en las que teníamos una conexión emocional y, ya sabes... hacíamos el amor.