Fılan translate Spanish
546 parallel translation
Cennette fılan eşleştiğimizi mi sanıyorsun?
¿ Crees que tu y yo, podemos ser la pareja perfecta? ¿ Tienes frio, Cosmo?
- Savunma avukatı da müvekkili gibi zayıf bir hafızaya sahip anlaşılan.
- El abogado de la defensa tiene una memoria tan mala como su cliente.
- Bana fırlatılan da bu olabilir.
- Podría ser el que me lanzaron.
O fıçıdan nasıl kurtulduğuna gelirsek, dostane bir yılan sürüne sürüne -
Acerca del barril, la forma en que salió del él fue, que una amistosa serpiente vino arrastrándose -
Jasper yılan çölün içinden sürüne sürüne fıçıya yaklaştı kendini fıçıya sardı, ve sonra da fıçı çatırdadı!
Jasper... la serpiente vino arrastrándose por el desierto... se enredó alrededor del barril, y entonces, ¡ crunch!
Anlaşılan, kitaplarınıza bakmak için fırsatınız olmamış, Bay Petterson.
No ha tenido tiempo de abrir sus libros, Sr. Pettersen.
Şimdi bayanlar ve baylar az önce şu beyefendiye iki sterlin gibi gülünç bir düşük fiyata satılan müzik kutusununun tıpatıp bir kopyasını satın alma fırsatını yakalıyorsunuz.
Ahora tienen la oportunidad de comprar... una copia exacta de la caja musical... adquirida por este caballero al ridículo precio de dos libras.
"Fırsat düşkünü yılanın biri işte."
"El mismo tipo de sanguijuela oportunista que él."
"Fırsat düşkünü yılanın biri işte."
"Eres una sanguijuela oportunista, como él."
Brezilya'lı çiftçi dostlarımla Afrika kıyılarında seyrederken, şiddetli bir fırtına bizi yakaladı ve bizi batıya doğru taşıdı. Ticaret için kullanılan yoldan oldukça uzaklaşmıştık. Benim sahip olduğum, tek silahım.
empujándonos hacia el Oeste, lejos de las frecuentadas rutas comerciales Mi única posesión, mi única arma.
Yılanı doğruca üzerine fırlattın.
Se la has tirado encima.
Evet, bu görmüş olduğunu yılan, dünyanın en zehirli yılanı, bir adama sonsuza dek yaşama fırsatı verdi.
Así es, este reptil. La serpiente más venenosa que conoce el hombre. Un mordisco de este amiguito y las puertas del cielo se abrirán.
Fısıltılar ve bastırılan kahkahalar duvardaki aptal çiçekli kağıdın arkasında!
Los murmullos y risas ahogadas ¡ detrás del estúpido papel tapiz floreado de la pared!
Yoksa, namluların ucunda, Nazilerin gözde manzarası insan yakılan fırınların alevleri uzaklarda ışıldarken kör edici projektörlerin ve havlayan köpeklerin arasında kamplara sürüklenen insanları mı?
O quizás de aquellos conducidos a los campos a punta de pistola, en medio de perros ladrando y proyectores deslumbrantes, con las llamas del crematorio a lo lejos, en una de aquellas escenas nocturnas que tanto les gustaban a los nazis.
- İçinden çıkarılmış önünde yakılan ateşin içine fırlatılmış. Annen dindar bir kadın olduğu için, tanrıları yatıştırmak istemiş.
- Se lo quitaron y lo arrojaron al fuego en sacrificio ante sus ojos pues tu madre es religiosa y desea complacer a los dioses.
Fırlatılan roket Dünya'nın çevresini uzun süre dönebilmeli.
Cuando un cohete estalla, da vueltas a la Tierra durante mucho tiempo.
Anladığıma göre bilim adamları yakında televizyona fırlatılan bir eşyanın oyunculara gerçekten isabet etmesini sağlayacaklarmış.
Tengo entendido que los científicos pronto harán que sea posible arrojar un objeto contra la pantalla del televisor y que éste llegue al presentador.
" 13 ay önce Birleşik Devletler içindeki bir üsten uzaya fırlatılan...
"... era una misión única, un cohete astro propulsado lanzado hace 13 meses...
Keldanilerin yaktığı ateşe, korkunç çar, Nebukadnezar tarafından atılan 3 masum küçüğün ; Tanrı'ya şükürler olsun... Anne,'Kızgın Fırın'neyi anlatır?
¿ Qué es "Los adolescentes salvados de la hoguera"?
Üstüme aynı anda fırlatılan iki süratli topa birden yetişemem.
No quiero que estas dos pelotas de béisbol se me lancen al mismo tiempo.
İmparatora karşı yapılan entrika başarısız olursa, entrikayı düzenleyene fırsat tanınırdı, ailesinin servetini tutması için.
Cuando un complot contra el Emperador fracasaba los culpables podían conseguir que sus familias conservaran sus bienes.
Fırtına dindiğinde, Javutich'un bedeni katiller için kullanılan kabristanda kutsanmamış toprağa gömülür.
La cólera apaciguada permitió que el cuerpo de Javutich... fuese recubierto por la tierra profana... del cementerio de los asesinos.
Rosalia, hasta fılan mısın?
Quizás no estás bien.
Not defterlerinden yırtılan sayfalarda alıştırma yapan çocuklar olarak başladık... uzman ellerde özenle hazırlanmış cilalı numuneler olarak sınıf atladık.
Se comienza de niño, con las hojas del cuaderno, hasta llegar a ejemplares escritos por manos expertas.
Yılan gibi tıslayıp fıslarlar
Siseando y burbujeando como las serpientes
Mitsuaki ve Okiwa, uzak mesafeden fırlatılan bıçaklarla öldürülmüştü.
Mitsuaki y Okiwa fueron asesinados con cuchillos.
Yani balondan fırlatılan bir torpil diyorsunuz.
Quiere decir que es un torpedo en lugar de un globo.
Bilim adamları, fırlatılan uydunun yüksek seviyede radyasyon taşıdığını keşfetmeleri üzerine, NASA, bu uzay aracını dünyaya dönmeden önce, kasıtlı olarak, yok etti.
Es el mismo vehículo espacial que volvió de Venus y que fue destruido por la NASA cuando los científicos descubrieron que era portador de una misteriosa radiación.
Venüse fırlatılan uydu konulu toplantıya katıldınız mı acaba?
Se acaba de celebrar una reunión para tratar la explosión del sonda Venus, ¿ es cierto, señor?
Acaba bu, burjuva olarak adlandırılan sınıfın, dönüşümünün ilk adımı olabilir mi?
¿ esto no es un primer paso hacia la transformación de toda la humanidad en pequeños burgueses?
Eğer burjuva sınıfı, insanlığı burjuvalaştırma çabasında olsaydı, ne ordu ile, ne devlet ile ne de kilise ile, yapılan sınıf çatışmasını kazanma ihtiyacı duymayacaktı.
Si la burguesía fabrica una humanidad burguesa, no tendría más que ganar en una lucha de clases, ni con el ejército, ni con la nación, ni con la Iglesia confesional.
Yanımda oturan adam yaklaşık 80 kiloydu. Çöpe atılan bir hamburger gibi delikten dışarı fırladı ve hemen sonra da ceketler, yastıklar, battaniyeler, fincanlar.
El tío que estaba al lado pesaría 80 kilos, pero salió por aquel agujero como un trozo de hamburguesa, y detrás de él, chaquetas, almohadas, mantas, tazas, platos...
İtalya yoksul ve zayıf bir ülke ama bizi güçlü kılan da bu, sizin ülkeniz yıkıldıktan sonra bile bu savaştan çıkıp varlığını sürdürecek kadar.
Italia es un país pobre y débil y eso es lo que nos hace fuertes, lo bastante como para aguantar la guerra y seguir existiendo mucho después de que tu país haya sido destruido.
Derin derin bana bakın gözleriniz, hızla fırlatılan bir mızrak gibi aramızdaki engelleri yerle bir etsin.
Mírenme profundamente, dejen que sus ojos vuelen como lanzas y rompan las barreras que hay entre nosotros...
335 adet birinci sınıf savaş uçağı mevcuttu. Bir de üsleri ve hangarları koruyan yardımcı birlikler. Saldırı öncesinde yapılan savunma planı, Japon filosu daha denizdeyken bu uçaklarla karşı bir harekat yapılması üzerine kurgulanmıştı.
y deberíamos tener 335 aviones de primera clase con el ejército protección las bases y aeródromos y la idea que se el ataque japonés mientras estaban en el mar
Sürücüme fırlatılan şeyi hemen tanıdın.
Reconociô de inmediato lo que le lanzaron a mi conductor.
Planlandığı gibi bir yumuşak iniş motoru fırlatılarak kararlaştırılan bölgeye yumuşak bir iniş sağlandı.
El motor de aterrizaje suave fue disparado de acuerdo a lo planeado y un descenso sin problemas tuvo lugar en el área asignada.
Çöpe atılan bir hamburger gibi delikten dışarı fırladı ve hemen sonra da ceketler, yastıklar, battaniyeler, fincanlar.
Pasó por allí como una hamburguesa por un triturador. Y tras él, chaquetas, almohadas, mantas, tazas, platos.
İmparatora karşı yapılan entrika başarısız olursa, entrikayı düzenleyene fırsat tanınırdı, ailesinin servetini tutması için. Değil mi?
Cuando fallaba un complot contra el emperador los conspiradores siempre tenían una oportunidad para que las familias conservaran sus fortunas.
Fırlatılan hançeri tam kafanızın üstündeymiş gibi hayâl edin.
Visualiza la daga lanzada como si estuviera directamente sobre tu cabeza.
Sonra fırında elma saat 10'da yılan balıklı sandviç.
Y luego, una manzana asada Y a las 10 un sándwich de anguila.
"Dikkatli yapılan plan, zayıf performansı önler."
Un plan perfecto permite prevenir pifias y patinazos.
Çarpılan sıfırlarla birlikte zaman verilir ve tekrar geri alınır.
Dados y continuados por los ceros... que los multiplican.
Kaplan Geri Çekiliyor. Yılanın Dili Dışarı Fırlıyor.
El tigre se levanta.
- Ama fırlatılan üçü milyonları öldürecek.
- Pero los otros tres matarán a millones.
Zayıf radyo dalgaları algılanıp birleştirilip düzenlenerek galaksi ve kuasarların görüntülerine dönüşüyorlar.
Las débiles ondas de radio son recogidas, enfocadas ensambladas y amplificadas, y luego son convertidas en imágenes de nebulosas, galaxias y quásares.
Gübre yığınının üzerine fırlatılan ve üzerine çöp boşaltılan bir adam için adalet yoktur.
No es justo tirar a un montón de estiércol a un chico y arrojar basura sobre él.
... John F. Kennedy'le karşılaştırılan bir kariyer.
... en una carrera que ya ha sido comparada con la del difunto John F. Kennedy.
Emekçi sınıfın özgürlüğe açılan yoludur.
Una cuestión sobre la liberación del proletariado.
Ben yokken birkaç fıçı köpeköldüren içmişsin anlaşılan!
¡ Bien, debiste de haber vaciado varios barriles de vino barato mientras yo no estaba!
Kısa süre önce Malezya'da bir kadınla ilgili bir haberi okumuştum. Büyük bir deniz yılanı tarafından boğulmuştu. Birden bire bir delikten fırlamış, onu okyanusun dibine doğru çekmişti ve dişlerini doğruca boğazına saplamıştı.
Hace poco leí en una revista sobre una mujer que fue ahogada por una enorme morena que salió de un hoyo, la arrastró al fondo del océano y la mordió en la garganta.