Yapmış translate Spanish
25,212 parallel translation
Şuna bak üstünde leke var. Birisi anahtarın kopyasını yapmış cila gibi bir şeyin içine bastırmış. Uyurken almışlar.
Mire en eso, las manchas en ello.
- Zehir boğazında yara yapmış.
- El veneno hace que un cáncer en la garganta.
Çılgınlık yapmış.
Hizo locuras.
- En azından bunu yapmış oldum.
- Es lo menos que podía hacer.
Uyurgezerlik yapmış olmalıyım.
Debo de haber caminado dormida.
İğneci kendini silerken iyi iş yapmış.
Stinger hizo un gran trabajo borrándose.
Fazla mesai yapmış olurum, hem yukarısı buz gibidir şimdi.
Me vendría bien el tiempo extra. Allí arriba estará helando.
Bir kadına bir şey yapmış, açık saçık resimler çizerdi.
Le hizo algo a una señora. Solía dibujar imágenes obscenas.
İdamın burada yapmış olduğum en ateşli gösteri olacak!
La venta de entradas para presenciar tu ejecución pública ha roto el récord de ventas.
Bunu herhangi biri yapmış olabilir.
Cualquiera las podría haber hecho.
- Mary gidip şöyle yapmış...
- que Mary llegó a hablar...
Annesi, çocuğun Amerika'da olduğu sırada 10 kişilik bir kız listesi yapmış.
Su madre hizo una lista de 10 chicas. Puesto que el chico estaba en los Estados Unidos.
Eğer kabul edersen bana büyük bir iyilik yapmış olursun.
Si dice que sí. Entonces me harás un gran favor.
Güzel seçim yapmış.
Te aceptó.
Boss'un adamları olayı Kaos Katili yapmış gibi göstermeye çalışıyordu.
Los matones de Boss intentaron que pareciera que fue el Asesino del Caos.
Bay Boss'un üç tetikçisi yapmış.
Tres sicarios del Sr. Boss.
Kaos Katili yapmış süsü vermişler.
Arreglaron el lugar al estilo del Asesino del Caos.
Neler yapmış bir bakalım.
Veamos qué estado haciendo.
Ölü numarası yapmış. Niçin böyle birşey yapsın?
Fingió su muerte. ¿ Por qué haría eso?
- Doğru yapmışım gibime gelmişti.
- Tenía que hacerlo.
Hayatta kalmak için yapmış.
Hizo lo que tuvo que hacer para seguir con vida.
Christa yapmış, 12 yaşındaki bir kızın yardımıyla.
Christa hizo, con la ayuda de una niña de 12 años de edad.
Çoktan bağış yapmış.
Ya donó sangre.
Öpüşmekten daha fazlasını yapmış olamazlar mı?
¿ No habrán hecho algo más que besarse?
Müvekkilimin yapmış olduğu hiçbir şey şu andaki -
Nada mi cliente ha hecho eleva a un nivel de...
Ne yapmış olabilirsin acaba?
¿ cómo puede ser eso posible?
Peki ne yaparsam yapayım veya ne yapmış olursam olayım olduğum yere geri mi döneceğim?
Así que todo lo que hago, todo lo que hice... Que iba a terminar de vuelta aquí?
Ve bunu da gurur duyarak yapmış gibi göründün.
Y usted lo hizo parecer como una insignia de honor.
... Ajan Underhill her şeyi yapmış.
Agente Underhill hizo todo.
Eğer Malcolm birisine kurbanlarından aldığı bir şeyler sağlıyorsa,... Brian ve Summer stüdyodan ayrıldıktan sonra arama yapmış olmalı.
Si Malcolm le está suministrando a alguien algo que le quita a sus víctimas, lo más probable es que haya realizado una llamada después de que Brian y Summer se fueran del estudio.
Anne bir anlaşma yapmış ve dava açmak istemiyor ama çocuk ise babasının başına gelenler hakkında gerçeği öğrenmek istiyor.
La madre ha hecho un acuerdo y no quiere demandar y el niño quiere averiguar la verdad sobre lo que le pasó a su padre.
Ya da banka soygunu yapmış çeteye sızan bir FBI ajanıymış gibi.
O un agente del FBI infiltrándose en una banda de ladrones de bancos.
Her neyse. O zamanlar biraz kötü zamanımdaydı da. Kötü bir başlangıç yapmış olabiliriz.
En ese entonces estaba viviendo un mal momento, así que es posible que hayamos comenzado con mal pie.
Rosine'nin anti-anksiyete ilaçları sonucunda sahtecilik yapmış olmalı.
Ella debe haber falsificado los resultados en la que los medicamentos contra la ansiedad a la chica estaba en Rosine.
Hata yapmış gibi görünüyor.
Parece que estaba equivocado, sin embargo.
Bu korkunç şeyleri nasıl yapmış olabilirim?
¿ Cómo pude haber hecho todas estas cosas horribles?
Ve bütün bunları Liv'i korumak için mi yapmış?
Y lo hizo todo esto para proteger a Liv?
Bizim ekibimizden birinin hata yapmış olabileceğini kabul ediyorum ama bunda niyet aramak biraz zorlama geliyor.
Admito que alguien de los nuestros fue descuidado, pero eso está lejos de ser intencional.
Biri trakeotomi yapmış.
Alguien le realizó una traqueotomía.
Hayır ama kaburgaları kırılmış, sanki biri kalp masajı yapmış gibi.
- No. Pero tiene las costillas rotas porque alguien intentó reanimarla.
Ondan önce Bay Yum 12 yıl cankurtaranlık yapmış. Yani acil yardım eğitimi olması gerek.
Antes de eso, el Sr. Yum fue guardacostas durante 12 años, así que podría haber tenido entrenamiento médico de emergencias.
Neyse ki kimya doktorası yapmış birini tanıyorsun.
Qué bien que conozcas a alguien con un doctorado en química.
O, sözleşme geçerliliği sırasında sözleşmeyi hiç yapmış olmayı istemeyen birisi.
Es un hombre bajo contrato - Que quiere que no lo eran.
Sırf sen çok istedin diye yapmıştım.
La única razón por la que lo hice fue porque me lo suplicaste.
Ya seninle dalga geçerler ya da yanlış yapmış olursun. "
Sólo sería objeto de burla... Estaría mal.
AUDRIE POTT İLE SOHBET iyice azmıştın uyuyakalmışım ve bana kötü şeyler yapmışlar ciddiyim bak, şaka değil herkes biliyor... aman tanrım nasıl olabilir ya?
CON AUDRIE POTT estabas cachonda, guarra amigo, me dormí y me hicieron muchas mierdas. sinceramente, y no es broma, todos lo saben... ¡ Dios mío!
Bilmiyorum. Keşke yapmış olsaydım dediğim çok şey var. Belki daha sert karşı koyabilirdim.
Deseo haber podido hacer mucho más, haberme resistido más.
Ve burada olmamı istediyse sen neden aynısını yapmıyorsun?
.. ¿ Por qué no se puede hacer lo mismo?
Boss düzenli olarak polislere 100 binlik ürün bağış yapmıyorsa bir köstebek olduğunu bilmek ister. Çekil!
A menos que Boss quiera donarle nuestros 100 grandes de mercancía... a la policía local, querrá saber que hay un soplón en su equipo. ¡ Muévete!
Üniversitede bahar dönemindeydim. Ve günde altı saat uyuyup bilgisayar oyunu oynamak dışında hiçbir şey yapmıyor ; derslerimin hiçbirine katılmıyor, görevlerimin hiçbirini yapmıyor ve aileme yalan söylüyordum.
Estaba en el trimestre de primavera de la Universidad... y no hacía nada más que dormir unas seis horas al día... y jugar a los videojuegos.
Onu evine götürdüğümüzde ağlamak dışında bir şey yapmıyordu.
Cuando la llevamos a su casa, estaba llorando.