Fırlat translate French
3,540 parallel translation
Pencereye fırlat!
Jette-le par la fenêtre.
Claudia, fırlat dedim.
Claudia, fais-le.
Vampierler onları ele geçirmiş olmalı Önlerine bir zombi fırlatın
Les vampires ont du les avoir, en jetant un zombie dans le van pendant le trajet.
Yükseğe fırlat, Doğru fırlat.
Après l'effort, le réconfort.
Başınıza gelen her şeyi alır ve karanlık, büyük bir dolaba fırlatır, atar.
Tout ce qui vous arrive est enfermé pêle-mêle dans un grand placard noir.
Fırlatılan bir roket atar sesi gibi bir şey duyuldu. Sonra da patlama.
On a entendu le lancement d'une roquette, et puis boum.
Çünkü her şey seni geriye doğru fırlatıyor. Yani anlıyorum Sue. Anlıyorum.
alors qu'en fait, ça les fait ressortir derrière, alors je comprends, je comprends.
Ama siyahların topa koyulup fırlatıldığını da görmedim şahsen günde bir kez ve Cumartesi günleri iki kez olmak üzere.
Mais je n'ai jamais vu un Noir faire l'homme-canon... sept jours sur sept, et deux fois le samedi.
Durduk yere bowling topu olup, toplardan fırlatılmıyorlar. Başka bir şey yapamıyorlar çünkü.
S'ils servent de boule de bowling ou de boulet de canon, il y a une raison, c'est la seule chose qu'ils sachent faire.
Efendim, altıncı seviye alarm verildi! Tüm nükleer füzeler fırlatılmaya hazırlanıyor.
Monsieur, on a un code six, tous les missiles nucléaires se préparent au lancement
Amerika ve Rusya'daki tüm nükleer füzeler fırlatılmaya hazırlanıyor.
Tous les engins nucléaires US et Russes, se préparent au lancement.
Şarap şişesini fırlatıp duvarda kırdı.
il a jeté une bouteille de vin, elle s'est brisée contre le mur.
Ayı'yı pencereye fırlatıyordum, Ayı da bana kapıyı açıyordu.
J'ai poussé l'Ours par la fenêtre, et l'ours devait m'ouvrir la porte.
Bana yumurta fırlatıyorlar.
Maintenant, ils me balancent des oeufs.
Şu son birkaç yılda görmediğim muamele kalmadı hakaret işitmekten üstüme yumurta fırlatılmasına kadar.
Ça fait longtemps que je subis des agressions verbales... La une, tu restes sur lui. ... ou des lancers d'œufs pourris ou pire.
Yardıma gittim ama orada oturup ağzından bok fırlatıp durdu.
Je voulais de l'aide, et il a raconté que de la merde.
Cape Canaveral'de Apollo 15'in Uzaya fırlatılışını gördüm.
J'ai vu partir Apollo 15 depuis cap Canaveral.
" Bir hokey diski fırlatma makinesi var. Çıldırmış durumda, diskleri pencerelere fırlatıyor.
" C'est la machine à lancer les palets.
Onu bir çöp gibi fırlatıp attın resmen.
Tu l'as jetée aux ordures.
Yumruğunun basıncıyla kazıklar fırlatılır.
La pression de ton coup éjecte les pieux.
Bir roket gibisin yıldızlara doğru fırlatılıyorsun ve motorların ıvır zıvırları içine çekiyor.
T'es comme une fusée, une fusée qui fonce vers les étoiles et tes réacteurs aspirent des trucs.
Kural kitabını fırlatıp atınca ne olduğunu görüyor musun şerif yardımcısı?
Vous voyez ce qui arrive quand on se fiche des règles?
Şirketin reklamını gece kulüplerine gidip bu kağıt paraları havaya fırlatıp şöyle bağırarak yapacağız.
On fait de la pub dans les boîtes et on les balance en l'air en hurlant :
Bana doğum günü kemiklerinden fırlatıyordu.
Elle me tendait une perche.
Ateş bombası, yerle bir olma, erime, patlama uzaya fırlatılma, ve şimdi de bu.
Je me retrouve incendié, crevé, fondu, explosé, envoyé dans l'espace, et maintenant, ça.
Fırlatıyor.
Il lance.
Bu roketler, fırlatılır fırlatılmaz, kayıt etmeye başlar.
Ces sondes, elles commencent l'enregistrement au moment où elles sont lancées.
Evet, bunu biz de düşündük, fakat roketten alınan veri, kasırgadan yarım saat önce fırlatıldığını gösteriyordu.
Ben, ouais, c'est ce que nous pensions, Mais il s'avère que les données de la sonde suggèrent qu'il a été tiré une demi-heure avant la tornade.
Fırlat!
Tirez!
"Fırlat" diye benim mi bağırmam lazım?
Attends, est-ce que je dis "Tirez"?
- Ben her zaman küllerimin uzaya fırlatılmasını istemişimdir.
J'ai toujours voulu que mes restes soient envoyés dans l'espace.
Florida'da bir roket şirketi var, seni şu havalı çelik kapsüllerden birine koyup uzaya fırlatıyorl- -
Tu vois, il y a cette entreprise, spécialisée dans les fusées en Floride, et ils te vendent cette capsule en acier vraiment cool, - et après ils t'envoient... - Hé, wouah.
Peki, bunu ateşin içine fırlatılmak üzere olan pamuklu kadife tavşana niye söylemiyorsun?
Pourquoi tu ne dis pas au lapin en velours, quand ils allaient le jeter dans le feu?
Sözler söylende. bişeyler fırlatıldı. kırılan şeyler oldu, ondan sonra tamamen başaşağı gitti.
On a dit et jeté des choses, cassé des choses, et après ça s'est dégradé.
Tanrım, ben normalde yemekleri masaya fırlatırım.
Mon Dieu, d'habitude je jette juste la nourriture sur le comptoir.
Kanı fırlatıp, yola devam edelim.
Vraiment. On jette le sang et on continue.
Sadece bir şeyler fırlatıyorlar.
A jeter des trucs.
Daireler çizip fırlatılıyor. Gülle atma gibi.
FISHER : il tourne en rond et puis il est jeté- - plutôt comme un lancé.
Hedefin üzerine günahlar yazılıyor sonra onu fırlatıyorlar ve Tanrımızın bağışlamasıyla beraber 12 kalibre pompalı ile tuz buz ediyorsun.
Vous écrivez vos péchés sur un pigeon d'argile, ils le catapultent, et vous tirez dessus avec un fusil calibre 12 plein du pardon du Seigneur.
İnsan da fırlatır mı ki bu?
Tu penses que ça pourrait lancer un humain?
Eşyalarımı fırlatıp beni evden dışarı attın ki bu bence oldukça çekiciydi.
Tu m'as jeté mes fringues en pleine tête, après tu m'as foutu dehors, et bizarrement, j'ai trouvé ça charmant.
Ona bir tane açma fırlat!
Jette-lui un petit pain.
- Fırlat! Yarasa!
Batte!
- Bozuklukları fırlatıyorum. Video oyunlarını elimden aldınız, şimdi kendi mi eğlendirecek birşeyler bulmak zorundayım. Sizin suçunuz.
Du jet de pièces.
Eğer şu anda oraya bir kibrit fırlatırsak..... burnumu ya da kaşlarımı kaybedebilirim.
Si on lançait une allumette là maintenant, je me retrouverai sans nez ou sans sourcils.
Bana kalsa onu da kilit altına alıp anahtarı fırlatıp atardım.
Moi, je l'aurais mis au trou et j'aurais jeté la clé.
Dur. Fırlat.
Arrêtes.
Nasıl böyle fırlatırsın?
Comment pouvez-vous jeter ça comme ça?
Ne diye fasulye fırlatıp duruyorsun?
Pourquoi il nous jette ça?
Külleri bensiz fırlat.
Vas-y sans moi.
Çantayı bana fırlat.
Jette-moi le sac.