English phrases | Russian phrases | Turkish phrases
Translate.vc / Turkish → French / [ F ] / Fırlatın

Fırlatın translate French

997 parallel translation
Durun. Fırlatın.
Jetez-le-moi.
Hepsini fırlatın!
Larguez tout.
El bombalarınızı fırlatın ve hemen saldırıya geçin.
Dčs que les grenades sont lancées, on attaque.
Tamam, fırlatın ben hazırım.
Vas-y et balance, je suis prêt!
Bana bir ip fırlatın!
Lance-moi une corde, Max.
Daha çok brendi fırlatın.
Encore du cognac!
Fırlatın, fırlatın!
Lancez! Attrapez!
Her seferinde bıçağını fırlatıp tam hedefinden vurabiliyor.
Il peut planter son couteau dans n'importe quelle cible.
Ve bize belge vermemiş olsa da belediye ve sunağımız bezenmemiş olsa da çiçeklerle ve gelinliğinin nereden geldiğini bilmesen de ve yoksa da saçlarında küçük bir Menekşe içinde ekmeğini yediğin tabağını al fazla uzun bakma ona fırlat gitsin uzağa.
Nous n'aurons pas La permission d'un maire Aucun autel, Pas de fleur d'oranger Tu ne sauras jamais D'où vient ta robe de mariée
Bu senin sevgili kaya fırlatıcısı arkadaşın mı?
Oh, c'est votre vieil ami, le lanceur de cailloux?
Kendini bulunduğu kargaşadan fırlatıp atmak isteyen bir dünya ulusların barış arzusu, bunu gerçekleştirmek için büyük bir fırsat.
Le monde court à sa perte, mais le désir de paix l'arrête au bord du précipice.
Karmaşa sırasında kolaylıkla geri alınmış olabilir. Buradan fırlatılan ne türden bir silah hem bir adamı boğabilir hem de kafatasını çökertebilir.
Quelle arme lancée d'ici étrangle et enfonce le crâne?
Onun için hissettiğin zavallı istekler için aşkı fırlatıp attın. Bir avuç maddi şey için.
Quel droit aviez-vous de gâcher cet amour pour ce que vous ressentiez pour lui?
Alınıp satılabilir ve fırlatılıp atılabilir.
On peut aussi bien la vendre que l'acheter.
Eğer kilerde elinde mumla profesöre eşlik edersen ve canın o yıllanmış konyaklardan bir şişe çektiyse mumu bir tarafa fırlat gitsin.
Si tu accompagnes le professeur à la cave et que tu veux une bouteille de son cognac, fais tomber la chandelle sur le côté.
Parkta tek başınıza gezerken yanınıza silah almakla iyi etmişsiniz, ama... madem çantanızda silah olduğunu biliyordunuz... niye çantayı fırlatıp attınız?
C'est bien d'avoir un revolver quand on se promène seule... mais si vous en aviez un, pourquoi avoir jeté votre sac?
Ve bu adam pencerenin camına bir sandalye fırlatıp hemen balıklama bir atlayış yaptı... ve bir akrobat gibi ayaklarının üzerine indi. Sonra gözden kayboldu.
L'autre jette une chaise à travers une baie vitrée, plonge après, atterrit sur ses pieds comme un acrobate et file.
Devam et, fırlat bakalım. Atarsan buradan asla sağ çıkamazsınız.
Vas-y, t'en sortiras pas vivant.
Beni öylece fırlatıp atıp!
Tu n'as qu'à me larguer.
Fırlatılmadan hemen önce ne demiştim ben? İntikamınız, değil mi General?
Il y a un instant je vous parlais de réussite, Général...
Bu içkiye ihtiyacım olmasa yüzüne fırlatırdım.
Si je n'avais pas eu soif, je lui jetais au visage.
çamaşırhaneye yollayacağın yada fırlatıp atacağın bi mendil, bir rozet miydi o?
Qu'est-elle? Un bouton, un mouchoir que l'on égare par inadvertance?
Kendi şovumuz olacak Marton'ların yazdığı metin, senin fırlatıp attığın şarkılar.
Ce sera notre spectacle. Avec les chansons des Marton.
New York Eyaleti ceza yasasını yüzüme fırlatır.
Il me jetterait le code pénal à la figure.
Çantanı fırlatıp uçağa atlamak ve başka bir yere gitmek istemez misin?
N'aimeriez-vous pas tout plaquer et filer quelque part? N'importe où?
Fırlatılan roket Dünya'nın çevresini uzun süre dönebilmeli.
Une fusée doit garder l'air très longtemps.
Asamı Firavun'un önüne fırlat böylece Tanrı'nın gücünü görsün.
Jette mon bâton aux pieds du Pharaon qu'il soit témoin du pouvoir de Dieu.
Bir kadın sana bir zıpkın fırlatır ve nereye çekerse oraya gidersin.
Une femme vous harponne et vous mène par le bout du nez.
Bir fişek fırlatın.
Fusée.
Albaylar ve generaller... yanımdan geçerken ellerimden yiyecek kapmaya çalışıyorlar. Üniformalarını fırlatıp atıyorlar.
Colonels et généraux de passage m'arrachent la nourriture des mains, tout en jetant leurs uniformes!
Üstüme aynı anda fırlatılan iki süratli topa birden yetişemem.
Il n'est pas juste que ces deux champions me tirent dessus tous les deux ensemble.
Her gün, profesörlerin aya roket fırlatışlarını seyredebilirim.
L'après-midi, je regarderai les professeurs lancer des fusées vers la lune.
Beni asla fırlatıp atmayacaksın.
Tu ne me feras jamais partir.
Birilerinin onu fırlatıp attığını ya da kaybettiğini sandım.
- Tiens donc! J'ai cru qu'on l'avait jetée! Qu'elle était abandonnée!
Aya fırlatılacak rokette hiç bir hata olmasını istemiyorlar.
Ils vont lancer une fusée vers la lune et ne veulent pas d'anicroche.
Daha bir yaşında oyuncaklarını beşiğinden fırlatırdı... ben iki de bir eğilip onları toplamak zorunda kalayım diye.
Elle jetait ses jouets pour que je les ramasse!
George Kimball'ı yaptıktan sonra kalıbını fırlatıp atmışlar.
Un George Kimball est une pièce unique.
Sen bana bir emir fırlatırsın, ben de köpek gibi onu yakalarım.
J'obéissais comme un bon gentil toutou.
Onları durdurmak için tek şans uçakların roket dik durumdayken fırlatılmadan hemen önce üstüne geçebilmeleri.
La seule chance d'empêcher le décollage serait qu'un avion passe au-dessus, juste avant le lancement et le bombarde.
Oldukça iyi bir çift zamanda yolculuk temalı bölüm vardı, dönüp bir roketin fırlatılmasını durdurdukları bölüm.
On a toujours des problèmes de budget dans une série.
- Batpatlayıcı fırlatıcısını al.
- Prends le lanceur de Batcharge.
Ama artık bana ihtiyacın yok. Beni fırlatıp atıyorsun.
Mais tu n'as plus besoin de moi, alors tu me jettes.
Beni kullandın ve fırlatıp atıyorsun.
Tu t'es servie de moi, et tu me jettes.
Çünkü bana bir şeyler fırlatıp zorluk çıkarttın.
Vous m'avez jeté ces cailloux et vous m'avez bousculé.
2000'lerin başında Nomad adlı insansız bir araştırma roketi fırlatılmamış mıydı?
Une sonde appelée Nomad n'a-t-elle pas été lancée au début du XXle siècle?
İkimizin de hoşlandığı hikâyelerde kadın anahtarı pencereden dışarı fırlatır.
Dans les histoires que nous aimons tous les deux, la dame jette la clé par la fenêtre.
Her türlü imkan kucağındaydı ama o hepsini fırlatıp attı.
Elle avait tout à portée de main et elle n'en a pas voulu.
Bilim adamları, fırlatılan uydunun yüksek seviyede radyasyon taşıdığını keşfetmeleri üzerine,
C'est en contournant Vénus qu'il a été détruit par la NASA,
Venüse fırlatılan uydu konulu toplantıya katıldınız mı acaba?
- Il a été question du satellite, non?
- Gücümüzü kaybetmeden kapağı fırlat.
Fais exploser le panneau avant qu'on n'ait plus de courant!
Meyhaneye girdiğinde Kılıçını masaya fırlatıp. "Tanrım beni sana muhtaç etmesin." diye bağıran sonra da. ikinci kadehi yuvarlayınca ortada birşey yokken meyhaneci çırağına kılıç çeken adamlara benziyorsun.
Tu parles comme ces gens... qui entrent dans une taverne et jettent leur épée sur la table... priant Dieu de n'en avoir pas besoin... et qui, la seconde coupe vidée, dègainent contre celui qui sert à boire!

© 2017 - 2024 Translate.vc | [email protected]