English phrases | Russian phrases | Turkish phrases
Translate.vc / Turkish → French / [ P ] / Play

Play translate French

1,361 parallel translation
Doğruyu söylemek gerekirse Claudia, kendinize iyilik yaparsınız. Pushing for Christmas radio play will never maintain anything but a lot of shit wrapped in paper. I promise.
- Claudia... se dépêcher de finir pour noël, ça ne donnera que de la merde.
Take my heart, play a tune.
Prends mon coeur, joue avec lui.
Artık playboylar uyuşturucularını rahatça alabiliyorlardı.
Les play-boys se sentaient en sécurité.
Playboy oldum.
Je suis devenu un play-boy.
Evlenmek istemeyen bir kadın bencildir. Erkek ise playboydur.
Une femme qui refuse de se marier est une égoïste, même si le gars n'est pas un play-boy.
Playboylara benziyor.
On dirait un play-boy.
Macar play-station'ı.
Une PlayStation hongroise.
Zıplayın.
Sautez.
Şurdaki artiz çocuk.
Le play-boy, là.
Sark yakışıklı olduğunu bilen ve "hayır" ı kabul etmeyen liseli çocuklara benziyor.
Il est comme le play-boy du lycée qui ne comprend pas qu'on lui dise non.
Richard'la playback yapışımızı hatırlıyor musun?
Tu te rappelles mon play-back avec Richard?
- Play'e bas.
- Appuie sur lecture.
Gururlu yavru köpeklerin yaptığı gibi jürinin önünde havalara zıplayıp ne kadar pürüssüz sağIıklı olduğunu unutma.
Quand tu te pavaneras devant les juges, rappelle-toi de bien tortiller ton popotin toiletté, comme le fier chiot que tu es.
Neden kadınlar "evlenmemiş kadın" ve "evde kalmış kız" olurken.. .. erkekler "bekar" ve "çapkın" olarak adlandırılıyor?
Pourquoi sommes-nous des "vieilles filles", alors que les hommes sont des "play-boys"?
Lakers final turunda kendi sahasında oynayabilir.
Ca peut aider les Lakers à se qualifier pour les play-offs.
... New Jersey'i 101-78 yendi. Final turunda Lakers kendi sahasında oynama avantajını kazandı.
En battant les New Jerseys 101 à 78, les Lakers se qualifient pour les play-offs.
Ama hep serseri çocuk veya Lionel Luthor'un çapkın oğlu denilir.
Mais ils vous cataloguent tous comme un play-boy ou un enfant gâté.
Böyle soğuğukluğu Kore'den beri görmemiştim. Aynı bir komünist gibi her an zıplayıp size saldırabilir.
Comme tous ces sales cocos, il peut vous attaquer par derrière à tout moment.
Önceden tek yaptıkları, zıplayıp "Oley!" diye çıkmaktı.
Tout ce qu'ils avaient à faire, c'était de sauter et de crier "Youpi".
ne yani, Play doh a mı girdin?
Quoi, t'as joué au Play-doh?
Müzik başlasın.
Et play-back
Batıda o kadar çok ata binmekten sert eğerler üzerinde sürekli aşağı yukarı zıplayıp durmaktan somonlarımın akıntıya karşı yüzememesinden korkuyorum.
Tu sais, après toutes ces satanées chevauchées là-bas, dans l'Ouest... à me cogner l'arrière-train sur des selles trop dures... peut-être que mon saumon, il ne remonte plus le courant...
Midemde tuhaf cisimler aşağı ve yukarı zıplayıp duruyor.
Avec ces filles que je connais pas qui sautent sur mon ventre.
Yani dudaklarımı oynatmamı mı istiyorsun.
Oh. tu veux dire en play-back.
Dudaklarını oynatırken böylesi daha gerçek görünür.
Ca parrait plus vrai quand tu es en play-back.
- Ama ben dudaklarımı oynatmayacağım.
- Mais moi je ne suis pas en play-back.
Dudaklarını oynatan Paolo'dur ben değilim.
Paolo chante en play-back, pas moi.
Gerçekten şarkı söylemek, dudak oynatma değil.
Et chante vraiment, et pas de play-back.
I'm sitting on a hill Watching clouds at play
Assis sur la colline Je regarde les nuages batifoler
He no work He just sleep and play
Lui pas travailler Lui, dormir et jouer
Hiç sportmence değil.
Pas très fair-play.
Dürüst oynamıyorsun.
Vous n'êtes pas fair-play.
Tabii çocuklar zıplayıp çığlık atmaz ve kulaklarından kan gelene kadar kafalarını yere vurmazlarsa.
A moins que les mornes tapent du pied, hurlent, et s'explosent la tête sur le sol jusqu'a faire gicler le sang.
O fildişi topun her dönüşü, her zıplayışı onu cennete... bir adım daha yaklaştırıyordu.
Chaque mouvement, chaque rebond de la petite bille en ivoire le rapprocherait du paradis! "
Uçak tropopozdan, güvenli havadan zıplayıp dış yüzeye, ozona ulaşmış pütür pütür ve yırtık, üzerinde yamalar eski bir tülbent gibi lime lime, çok korkutucuymuş.
L'avion sautait la tropopause, l'air sans danger... et atteignait le bord extérieur, l'ozone... qui était en lambeaux et déchirée, des bouts... élimés comme de la vieille étamine, et c'était effrayant.
Gözlerini yoldan ayırma, Playboy.
Garde les yeux sur la route, play-boy.
- Hayır. Müzik.
- Play-back.
Müzikle deneyebilir miyiz?
On peut voirça avec le play-back?
İşte böyle, çapkın, yürü.
Ouais, c'est ça, play-boy, dégage.
Zıplayıp durma, salak.
Arrête de sautiller. Bon sang!
Zıplayın beyler.
Du nerf, les gars.
Andrea, ben Claudia.
TÉLÉPHONE ANDREA PLAY Andréa? C'est Claudia.
Ne düşündüğünüze bakar çapkın!
Tout dépend de ce que vous avez en tête, play-boys.
Hadi Kırmızı. Temiz dövüş.
Allez, on reste fair-play.
Şu an play " e basıyorum.
Voilà, j'appuie sur "lecture".
Kendimi hiç, Pele gibi zıplayıp havayı yumruklarken görmedim.
Je ne me suis jamais vu sauter et frapper l'air comme Pelé.
Tek gördüğüm zıplayıp duran bir şey.
Je vois une chose qui sautille.
Play back yapacaktır ve haftalık filmlere katılır. Liquid Sky Christiane F. ve Dirty Duck gibi filmlerde.
Il interprète des play-backs et participe à des projections marathon de films comme Liquid Sky,
Tüm oyuncular Marianne Faithfull'un şarkılarını pleybekte söyledi.
Tous les acteurs interprètent Marianne Faithfull en play-back.
Kenny?
T'aurais pas une idée de ce qui est arrivé à mon Play-boy?
- Müzik!
- Play-back!

© 2017 - 2024 Translate.vc | [email protected]