Bu yasadışı translate Portuguese
832 parallel translation
- Bu yasadışı mı?
- Isso é ilegal?
İyi de, bu yasadışı.
Raios, isso é ilegal.
New York'ta bu yasadışıdır.
Em Nova York, é ilegal.
- Bu yasadışı değil.
- Isso não é ilegal.
Bu yasadışı ve o bunu biliyor.
Isso é ilegal, e ele sabe.
Bu bir vale değil. - Bu yasadışı, biliyorum.
- Como estão as coisas?
Bu yasadışı, elbette.
Não é oficial, é claro.
Bu yasadışı bir kaçış.
Esta é uma saída ilegal.
Bu yasadışı, kirli bir para.
É dinheiro ilegal, sujo.
Bu yasadışı.
Isto é ilegal.
Ülkenin ekonomik sıkıntılar yaşadığı ve sosyal huzursuzluk tehlikesi geçirdiği bu günlerde davalının amaçladığı gibi tuhaf, fantastik ve gerçek dışı bir planın uygulanması atlatamayacağımız karışıklıklara yol açabilir.
Num momento em que o país enfrenta dificuldades económicas e corre o perigo de uma onda de agitação social, a realização de um plano estranho, fantástico e impraticável do arguido é susceptível de causar uma perturbação que deixará sequelas.
Bu mücevherler Büyük Düşes Swana'nın malı. Hükümet yasadışı bir biçimde onlara el koydu.
Aquelas jóias pertencem à Grã-Duquesa Swana... e foram confiscadas ilegalmente pelo governo soviético.
Bu, sıradan bir İngiliz orta sınıf ailesinin öyküsüdür. Öykü 1939 yazında, çalışan, oynayan, çocuklarını büyüten, bahçelerinde uğraşan mutlu ve tasasız insanların yaşadığı ama kısa bir süre sonra hayatta kalmak için umutsuzca savaşacak olan İngiltere'de geçer.
Esta história de uma típica família inglesa da classe média sobre gente feliz e despreocupada, que trabalhava e brincava criava os filhos e cuidava dos seus jardins nessa Inglaterra feliz e descontraída que, em breve lutaria desesperadamente pelo seu modo de vida e pela vida.
Belki bu kangren de yasadışıdır ama olmuş işte. Bacak kesilmeli.
Talvez a gangrena também não seja legal, mas existe, e a perna tem de ser amputada.
Şunu eklemem gerekir ki, benim yaşadıklarımı yaşamış ve teslim olmuş biri, ilk defa, bu yaşta bir babaysa her şeyi hak ediyordur.
E um homem que viveu como eu vivi e que decide ser pai a uma idade vetusta, só teve o que merecia.
Geçen hafta bu sıralar yaşadığını bile bilmiyordum.
Eu nem sabia que estavas vivo há uma semana atrás.
Zelda pek çok mutsuzluklar yaşadı, umarım bu kez gerçek aşka sıra gelmiştir.
Zelda tem sido tão infeliz,... que espero, desta vez, seja... o amor.
Bu yıllar boyunca nasıl yaşadığımızı düşününce, yoksulluğa mahkum sıçanlar gibi.
Quando penso na maneira como temos vivido estes anos todos, como uns ratos miseráveis.
Bu adamla yaşadığım ve senin gibi insanların sorumluluğunu taşıyışını seyrettiğim 40 yılı savunuyorum ben.
Defendo os quarenta anos que vivo com este homem anos em que o tenho visto suportar gente como você.
Devamını da biliyorsun. Arka arkaya başarısızlıklar yaşadım ve sürekli bu inançsızlar tarafından takip edildim.
E já sabes o resto, um fracasso atrás de outro... e sempre perseguido por estes descrentes.
Belki bir gün değişim olacak, çünkü nefret bu insanların göğüslerini sıkıyor, nefret yeterince güçlü olunca, yaşadığı korkuyu unutacak.
Talvez um dia aconteça uma mudança, porque o ódio está a envenenar este povo. Um ódio tão profundo que desafia o medo.
Yaşama ihtimalimiz sıfır olabilir ama bu yaşadıklarımızın çok gerçek sıcak bir deneyim olduğunu bilmeni istiyorum.
A nossa expectativa de vida pode ser nenhuma, mas quero que saiba que esta foi uma experiência muito real, calorosa e humana.
Bu şekilde yaşadığı için, viski'nin değerini anlamış.
Tenho que viver assim para entender o valor do whisky.
Ve ikincisi buranın batısında eskiden bu insanların bir kısmının yaşadığı ıssız Montagnard köyünün yakınında.
A segunda está a oeste daqui perto do povoado de Montagnard, onde algumas dessas pessoas viviam.
Bu bir gurur meselesi... bana ihtiyacı olduğu sürece... söylemesi gerekenleri söylemiyor... kendi bildiği gibi davranıyor... ama hiç fark etmez... bu oyunu oynayacağım... onun kurallarıyla... bana ihtiyacı olduğu sürece... nerede olmam gerektiğini biliyorum... yerime sıkı sıkı yapışacağım... bana ihtiyacı olduğu sürece... yaşadığım sürece... yanlış da olsa onu seveceğim... ve mutlaka güçlü olacağım... bana ihtiyacı olduğu sürece...
Tenho orgulho enquanto ele precisar de mim Ele não diz o que devia Só se comporta como quer mas mesmo assim farei como ele quiser ao modo dele enquanto ele precisar de mim
Bu yaptığınız, yasadışı bir eylem ve ceza gerektiriyor.
O acto grave que cometeram merece sanções!
Bunca yıIdır bu şekilde yaşadık ama kimseden bir şey istemedik. Ben yaşadığım sürece kimsenin bağışını kabul etmeyeceğim.
Não me interessa, nem que se fossem anjos do céu.
İstatistiklere bir göz atacak olursanız, 300.000 kadar insanın birlikte yaşadığını, barış ve beraberlik içerisinde, birlikte sevgi ile durabildiğini, birbirine ihtiyacı olduğunu öğrendiğini, ve bu tecrübeyi birlikte yaşamak istediğini göreceksiniz.
Se olhar as estatísticas... verá que... mais de 300 mil pessoas... viveram juntas pacificamente... amando-se umas as outras, importando-se com os outros... precisando dos outros e querendo fazer esta experiência valer a pena.
- Bu beyazlar için yasadışı. Ama sen Amerika'nın özgür bir ülke olduğunu söylemiştin.
- Ao chegar o venderei como escravo.
Alman ve Leh nüfusun yaşadığı bu açık şehir, Almanya'dan kopartılmış ve Milletler Cemiyeti kontrolüne geçmişti.
A Cidade Livre, com a sua população mista de alemães e polacos, tinha sido separada da Alemanha e ficado sob a responsabilidade de um comissário da Liga das Nações.
Çünkü tüm bu yaşadıklarından sonra birileri çıkıp acısını daha da katmerliyordu.
Depois de tudo o que sofreu vem um bandido dizer-lhe que vai sofrer ainda mais.
Bu ülkede ikinci en yetkili kişi olan Haldeman'ı Beyaz Saray'ın içinden biri olarak yasadışı bir komplo kurmakla suçlamak üzereyiz.
Vamos acusar Haldeman, o segundo homem mais importante do país... de dirigir uma conspiração a partir da Casa Branca.
Yapmış olduğunuz bu araştırma için insanları yaşadıkları yerden buraya getiriyorsunuz.
Este estudo mexe com as pessoas.
Düz bir dünyada yaşadığımızı düşünün yani tamemen dümdüz diyorum ki burası Düzdünya olmaya uygun bu Edwin Abbott tarafından yaratılan bir dünya ve o Viktorya ingiltere'sinde yaşamış Şekspir araştırmacısı.
Imaginemos que somos perfeitamente planos, absolutamente planos, quero eu dizer, e que habitamos, suficientemente adaptados, na Planilândia, um país designado assim por Edwin Abbott, um estudioso de Shakespeare que viveu na Inglaterra Vitoriana.
Bunu yapabilmek için her yerden para bulmaya çalışıyorum. Eğer sizin de durumunuz benimki gibiyse, babamız ikimizin de isteklerine karşı çıkarsa, hep beraber kaçarız ve ne kadar zamandır yaşadığımız bu baskıdan, bu dayanılmaz cimrilikten kurtuluruz.
Minha irmã, se o teu problema for parecido com o meu, e se o nosso pai se opuser aos nossos desejos, partiremos os dois e fugiremos á tirania provocada pela sua avareza insuportável.
Son bir yıI içerisinde bu maddeden yaklaşık iki gram aldığını ve... üç ay önce çok sıradışı bir genetik geriye dönme hadisesi... yaşadığını yazdı.
Que no último ano, tomaste cerca de dois gramas dessa droga... e que tiveste uma ocorrência invulgar de regressão genética... há três meses.
Beyler, hepimiz biliyoruz ki, bu hem yasadışı hem kulüp kurallarına aykırı. O yüzden sormak istiyorum. Tayin ettiğiniz hakemi kovulmasına yol açacak her türlü cezai yaptırımdan... muaf tutmayı hepiniz kabul ediyor musunuz?
Todos sabemos que isto é ilegal, segundo as regras do clube... queria então perguntar... se concordam em não responsabilizar o árbitro de nada disto... nem de qualquer coisa que me faça perder o lugar?
Bu, yasadışı bir toplantı.
Esta reunião é ilegal.
Yaşadıkları onca şeye rağmen ilk kez bu manzara karşısında ağlamışlar.
Depois de tudo porque tinham passado... isto fez-lhes chorar.
Bu uçak yasadışı iniş sebebiyle alıkonulacak.
- Este avião será apreendido por aterragem ilegal.
Bu... bu yasadışı!
Isso é ilegal!
Bu kasabaya şerif seçimiyle ilgili haber yapmaya geldim ve mevcut şerifin yasadışı bir kampanya yürüttüğünü öğrendim.
Eu vim para esta cidade para escrever sobre as eleições para Xerife. Entretanto, descobri que o actual Xerife está a fazer uma campanha desonesta.
Şimdiden söyliyeyim. Boşanma davasında bazı sorunlar var, yasadışı koşullar ve bu sefer gerçek.
"Divórcio" era algo abstracto, um termo legal... e agora, é verdadeiro.
Bu yasadışı değil mi?
Mas isso não é proibido?
Kongre, bu bombardımanların yasadışı olduğu konusunda karara vardı,... ve 15 Ağustos'takini bir hafta gibi bir sürede durduracaklarını söylediler.
O Congresso já os considerara ilegais e deverão cessar a 15 de Agosto.
Aklında olsun, bu diyet haplarından bir kısmı yasadışı. Bu yüzden idareli kullan.
Mas lembra-te alguns desses comprimido são ilegais, por isso usa-os raramente.
Seninle bu hazzı yaşadıktan sonra dokunuşlarının tadını almış bir başka kadının varlığına dayanamam!
Depois do nosso êxtase, não suporto que mais nenhuma mulher conheça o vosso toque!
Bu değerli malları Gölge Hırsızı'nın yaşadığı Gece Yarısı Ormanı'na götürmeliyim.
Tenho de cavalgar através dos Bosques da Meia-Noite onde o Ladrão das Sombras vive levando preciosas mercadorias.
Yıllar boyunca, güzel kadınlarla yatıp bu hayatı sırf eğlence için yaşadıktan sonra mağazalarımı gezebilir, çalışanlara teşekkür edip plaja geri dönebilirim diye düşündüm.
O primeiro a chegar tem de ler o tecto. Vou praticar sexo, Al.
Polis gecekondu sahiplerinin, halkın genel huzuru için bölgeyi boşaltmaları yönünde yaptığı uyarıların ardından, bu sabah Capetown yakınlarındaki yasadışı bir yerleşim bölgesi olan Capetown'a baskın yaptı.
As notícias, apresentadas por Magnus Randall. A polícia fez uma rusga em Crossroads, o campo ilegal ao pé da Cidade do Cabo, após avisar os ocupantes que evacuassem o local, por razões de saúde pública.
Bu, şimdiye kadar gördüğüm, en kalabalık "yasadışı" topluluk.
Nunca vi um ajuntamento ilegal tão grande.
bu yaz 17
bu yalan 50
bu yasak 17
bu yanlış 112
bu yanına kalmayacak 17
bu yasal mı 22
bu yasal değil 22
bu yaşta 24
bu yasalara aykırı 18
bu yalan 50
bu yasak 17
bu yanlış 112
bu yanına kalmayacak 17
bu yasal mı 22
bu yasal değil 22
bu yaşta 24
bu yasalara aykırı 18