Gençlik translate Portuguese
1,468 parallel translation
Gençlik Ateşi Glock kamış bloktan doğrulur
HAVOC
Bu sadece bir gençlik deneyimi
Isto é só uma experiência de adolescentes, é só.
Şehirli gençlik toplantım vardı. Uzadı.
Tive a reunião da juventude urbana.
Elinde ebedi yaşam büyüsü var, ama gençlik için değil.
Porque ela tem o feitiço para a vida eterna, mas não para a juventude, não para a juventude.
Gençlik yok. Ebediyete kadar çürüyecek.
Então ela apodrecerá para a eternidade, à espera que alguém a venha resgatar.
Brooklyn Gençlik Programı bizim gibi gençleri sokaklardan uzaklaştırmak ve siz evde yokken evinize girmelerini engellemek için çalışan bir program.
O Programa de Juventude de Brooklyn tira os jovens como nós das ruas, para não roubarem tampões de rodas nem assaltarem a sua casa na sua ausência.
Sanki ev yapımı Ouija panoları ve Cadılar Bayramı'ndaki gençlik seansları gibi.
É como UM tabuleiro espíritual feito em casa. E sessões espíritas no Halloween.
Gençlik hatası.
Erro de principiante.
Gençlik kibri.
A arrogância da juventude.
Çünkü ona böyle göründü. Bütün çocukluğunda, gençlik çağında ve yetişkinliğinde.
E esta seria a sua visão das coisas na infância, na adolescência e como adulto,
Gençlik budalalığı.
Loucuras de juventude.
Benim ceketimi giyiyordun ve gençlik merkezi fikrinden hiç hoşlanmamıştı.
Estavas com o meu casaco e ele não adorou a ideia do centro.
Ama bazen öyle bir hisse kapılıyorum ki... Gençlik günlerimde, bir gün kendi stüdyoma ve kendi... plak şirketime sahip olacağıma o kadar inanırdım ki...
Mas por vezes, meu, parece que... eu falava tanto quando éramos novos sobre o meu próprio estúdio, a minha própria editora...
Az da olsa sizin gençlik komitesine katılma şansım var mı?
Agora, raramente eu tenho uma chance de interferir com os jovens da comunidade.
Ve uçakla evine dönerken o aptal gençlik... filmini izlemek yerine de bunu düşüneceksin.
Vais ficar a pensar quando estiveres no avião a ir para casa, quando estiveres a ver aquele filme da treta.
İtalya'daki gençlik yılları hakkında hikayeler yazarmış.
Ele escrevia histórias sobre a sua juventude na Itália.
Çok hızlı solo atmak isteyen gençler hissettikleri o gençlik korkusu ve iyi bir gitarist olma arzusunun karışımı ilk dinleyicilerimizin genel tanımını veriyor. Genelde bunlar genç erkeklerdir.
É algo como a angústia adolescente combinada com o desejo de ser um bom músico, era o que sobressaía do público dos nossos primeiros espectáculos e, por alguma razão, pareciam ser, principalmente, homens.
George Micheal, Ann'i sadece bir defa küfrederken duymuştu. Ünlü "Umutsuz Ev Kadınları" dizisinin yapımcısı Marc Cherry'nin evinin önünde Ann ve gençlik grubunun protestosuna katıldığı zaman duymuştu.
O George Michael só ouvira a Ann a praguejar uma vez, quando se juntou a alguns jovens do seu grupo para protestar contra Marc Cherry, produtor executivo da série Desperate Housewives.
Sadece gençlik mi?
Só juventude?
İlk gençlik yıllarını korumalarını atlatma yollarını geliştirmeye harcamış.
Estas raparigas passaram os seus anos de adolescência a especializar-se em enganar os seus guarda-costas.
Gençlik de ister misiniz?
Incluindo a juventude, Sr. Manuel?
İşte çocuklar, Gençlik Kaynağı.
Aqui está, rapazes.
Spokane Gençlik Güzeli.
O "Spokane Teen Miss".
Üniversitede, gençlik sarhoşluğu, tekila ve... anlarsınız ya.
Na Universidade, era a forte combinação de juventude, tequila e... aquilo.
Gençlik, ergenlik fantezilerinin gücüydüler.
São sobre energia para a fantasia dos adolescentes.
Bu La Isla de la Juventud, Küba açıklarında Gençlik Adası.
Isto é a "Isla dela Juventude", a Ilha da Juventude.
Bu doğru, gençlik zamanlarındaki haline.
É verdade, sim, nos seus dias de juventude.
Sean, bunlar gençlik iksiri.
Sean, são fontes de juventude.
Dr. McNamara'nın tanıtımını gördükten sonra, Gençlik adımlarımı tekrar kazanmanın hoş olabileceğini düşündüm.
Bem, após ver a apresentação do Dr. McNamara, achei que seria muito bom... ganhar alguma da minha juventude.
Bakın, Gençlik Dairesinde endüstriyel sanat dersi veren bir adam var ve temizletirsem onun elektronik mağazasında çalışabileceğimi söyledi.
Há um tipo que ensina artes industriais na Youth Authority... e disse que eu podia trabalhar na loja de electrónica, se limpasse a pele.
Doğru dürüst düşünmeden kalkıştığımız gençlik çılgınlıklarımızın hemen her seferinde kötü sonuçlanması... ve babamın bizi kurtarmak zorunda kalması, sence benim suçum mu?
Será minha culpa que a maioria dos nossos planos adolescentes acabem completamente mal e que normalmente, o meu pai tenha que nos pagar a fiança?
Gençlik yıllarının bu çok önemli anının bir parçası olmadığım için, uh, kendimi çok üzgün ve yalnız hissettim.
Sem ter feito parte desse momento crucial na vida de adolescente, senti-me muito triste e sozinho.
Gençlik ateşi gibi kokuyor.
Cheira-me a espírito adolescente.
Gençlik ve güzellik yürüyüşünü düzenledim ve kendim de bundan çok keyif aldım.
Participei no circuito de concursos de beleza para jovens e gostei bastante.
- Gençlik Birimi'nde Antwon Mitchell hakkında neler duydun?
Que tens ouvido nos Crimes Juvenis sobre Antwon Mitchell?
- Gençlik Suçları ile çalıştığını sanıyordum.
Pensava que estavas nos Crimes Juvenis.
Polis şefi, çocuğun gençlik yurdunda hayatta kalmak için vurmadan önce herhangi bir gruba üye olmadığı söylüyor, Spookstreet'i dava etmek zorunda kalmış.
O xerife diz que o miúdo não andava em gangs antes da adolescência, mas, para sobreviver, teve de se juntar aos Spookstreet.
Ah, Gençlik Suçları Merkezi sana nasıl davranıyor?
Como estão a correr as coisas na Autoridade Juvenil?
Gençlik Suçları Merkezi onu izliyor.
O centro de correcção juvenil anda, agora, atrás dele.
Kendi gençlik döneminizi görmek ister misiniz?
Gostavam de se ver a vocês mesmos como adolescentes?
Gençlik? !
Juventude?
Gençlik günlerimde içtim.
Na minha juventude, fumei.
Belki de Gençlik Cankurtaran Ortaklığı kurmalıyız.
Talvez devêssemos formar uma Liga Junior de salva-vidas ou algo do género.
Gençlik, gençken harcanır.
A juventude é desperdiçada pelos jovens.
Gençlik Merkezindeyim bölümümüzün Toplum İlişkileri Programı için.
- Sim, estou no Centro de Jovens para o programa de relações comunitárias do nosso departamento.
Ama Gençlik Merkezindeki çocuklara hediye götürecekti.
Devia entregar brinquedos aos miúdos do centro de juventude.
- Jake, insan sonunda bir gün öleceği gerçeğiyle o yaşlarda yüzleşmeye başlar ve gençlik günlerine dönmeye çalışır.
O que é uma crise de meia-idade? Bem, Jake, é quando um homem começa a enfrentar a mortalidade e tenta recapturar a juventude.
Gençlik sendromlarından bahsetmiyoruz adamım, birileri onu kaçırdı.
Não estamos a falar de coisas de adolescentes. Alguém a apanhou.
Le Mer gençlik serumu.
É o elixir da juventude do Lumiere.
Varlığının tek amacı Gençlik Bilmem Ne Güzeli olmak.
A soma total da existência dela será quase ganhar o título de Miss Teen da treta.
Zürih Genclik Orkestra'sında kemancıymış.
Ela foi violonista na Orquestra Juvenil de Zurique.