Imkan translate Portuguese
4,175 parallel translation
Şey, ben... Sanırım ikimiz de, buraya asla dönme imkanının kalmayacağını ve bundan en çok çocuklarının etkileneceğini biliyoruz.
Creio que ambos sabemos que nunca poderias voltar cá e que os teus filhos seriam quem mais sofreria.
- Gücenme ama imkanı yok.
Não leves a mal, mas nem pensar.
Bize 360 derecelik dış görüş imkanı veriyor.
E dá-nos uma visão de 360 graus do exterior.
İşe dönmesine imkan yok.
Não há maneira de ela voltar ao trabalho.
Eğer bir şekilde yeni bir sayfa açma imkanımız varsa.
Se houvesse uma maneira de nós, tu sabes, virarmos a página.
Çocuk yetiştirmenin imkan yoktu.
nao ha forma de criar uma crianca.
Bu sistemi kimin yaptığını belirleme imkanın var mı?
Existe alguma maneira voce pode determinar que criou este sistema?
- Küf tutmuş eski gazeteleri taşımamın imkanı yok. Sikerler.
- Não há forma de eu carregar um monte de jornais velhos e empoeirados, que se lixe.
Ben Şangay'da doğdum. Geri çekilmemin imkanı yok.
Eu nasci em Xangai, não tenho pra onde voltar.
Kaçmak için çok imkanın olduğu bir mekandı.
Demasiadas formas de escapar.
Oraya gelmemin imkanı yok.
Não consigo chegar até aí.
Tabi yargıca da davayı bizden alması için hertürlü imkanı sağlarsın.
Tal como, dá ao juíz todos os motivos para tirar do caso.
Hâlâ imkanınız varken hayatlarınızı yaşayın.
Vivam as vossas vidas enquanto podem.
Şartlı tahliye imkanı olmayan müebbetle karşı karşıyayım.
Posso ser condenado a prisão perpétua sem liberdade condicional.
İki parmağı gitmiş, dikmeye imkan yok.
Perdeu dois dedos. Não podemos reconstruí-los.
Diyorum ki madem elimizde böyle bir imkan var, neden kullanmıyoruz?
Só estou a dizer que, se temos estes gráficos à nossa frente, mais vale usá-los. Quero dizer, não entendo.
Pek ağaç görme imkanım olmuyor.
E não posso dizer que veja muitas.
Çocukların konsantre olmasının imkanı yok ve puanlar zaten yeteri kadar düşük.
Os miúdos nunca se conseguiriam concentrar, e já estamos mal no ranking das escolas.
Geri dönecek olursak Molly'nin başka bir adamla gitmediğini söylemenin imkanı yok hele ki büyükanne özellikle şehir dışına çıkmadığını söylemişken. - Bunu nereden biliyorsun?
Mas voltando atrás, não há forma de me conseguires dizer que a Molly não vai para fora com outro homem, especialmente quando a avó dela disse especificamente que não ia para fora.
Onu seven biri için aşkın ilk evreleri böyle hissettirebileceğini anlattı ki bunu yaşamanın imkanı yoktur.
Ela explicou que para alguém como ele, os primeiros estágios do amor podem ser assim, o que não é forma de viver.
Yani eğer dönmeden önce imkanın olursa işte, süper olur.
Digo, bem se tiveres hipótese antes de voltares sabes, isso ia ser... isso ia ser óptimo.
- Bakabileceğini biliyorum dostum ama seni burada bırakmamın imkanı yok.
Sei que podes, amigo. Mas não te deixo.
Kanunlar dünyasına birincil kaynaktan tanık olma imkanı verir belki.
Tens de olhar para mim e não só para a lei.
"Yaşamasının imkanı yoktu."
" É impossível ela poder estar viva.
Olmasına imkan yok.
- É impossível.
- Bunu başarmamıza imkan yok.
- Não temos a mínima hipótese.
Çünkü ben haksız bir şekilde yargılanmanın ne olduğunu iyi bilirim. Ve çünkü, şu an size özgürlüğünüzü vadedecek ender bir konumda olduğum için karşılığında sizin de bana aynısını verebilme imkanınız var.
Porque sei como é ser julgado injustamente e porque é possível que, tal como eu estou numa posição única para lhe oferecer a sua liberdade, a senhora possa fazer o mesmo, por mim.
Hayır, imkanı yok.
É impossível.
En iyi grafik, ışıklandırma, set ve ses imkanı vardı.
Tem os melhores gráficos, a melhor iluminação, cenários, sons...
Bu Marie Fontenot olayı... Lange'in ilk kurbanı olmasına imkan yok.
Com isso e o desaparecimento do Fontenot, não há hipóteses da Lange ter sido a sua primeira vítima.
Üzgünüm, efendim, onu bugün gömmemizin imkanı yok.
Lamento Senhor, não há possibilidades de enterrá-lo hoje.
- Hayatta kalmasının imkanı yok.
- Nunca aguentará.
Bunu bilmesine imkan yok, eğer tabii şey değilse...
- Não tinha como saber, a menos que...
Görmemenize imkan yok.
Não há que enganar.
Ona Philip'i anlatmamın imkanı yok.
Não lhe poderei possivelmente contar sobre o Philip.
Çelik güvenlik odası yaptırırsanız bunu herkesin bilmemesine imkan yok.
Não consegue construir uma unidade de segurança em aço sem que toda a gente saiba.
Dediğim gibi, kabul etmeme imkan yok bir şekilde yukarıdakilerle bir bağlantı kurdun. Anlamıyorum.
Confesso que tenho de admitir que de alguma maneira estás ligado a caminhos, que não consigo perceber.
Senin olduğunu bilmesine imkan ihtimal yok.
Não há hipótese de ele saber.
Abel, sen buraya gelmeden biraz konuşma imkanımız oldu.
Abel, tivemos ocasião de falar um pouco, antes de chegares.
Söz, her imkan bulduğumda ziyarete geleceğim.
Prometo voltar e visitar-te sempre que puder.
Bize arınma imkanı verip ruhlarımızı temizledikleri için Tanrı Yeni Kurucu Babalar'ı kutsasın.
Abençoados os Novos Pais Fundadores por nos deixarem Purgar e purificar as almas.
Bilim, Yeryüzündeki tüm türlerden oluşan bu aile ağacını oluşturmamıza imkan vermiştir.
A ciência permitiu-nos construir esta árvore genealógica para todas as espécies de vida na Terra.
İmkanı yok!
Nem pensar!
İmkanı yok. Yapamazsın amına koyayım.
Não consegues.
- İmkanı yok.
- Nem pensar.
İmkanı yok..
Não é possível.
Onca yolu geri gitmesine imkan yok. O kızın beni öpeceğini hiç düşünmedim.
Eu não fazia ideia que aquela rapariga me ía beijar.
Burada yaşamaya nasıl imkanınız yetiyor? Cevabım, yetmiyor.
Oh, a resposta é...
- İmkanı yok. - Öyle mi?
- Impossível.
İmkanı yok, dostum!
De maneira nenhuma, meu!
İmkanım olmadı.
Fiquei com falta.