English phrases | Russian phrases | Turkish phrases
Translate.vc / Turkish → Portuguese / [ T ] / Tıntın

Tıntın translate Portuguese

149 parallel translation
Genellikle şakacı konuşan anne... ve tıntın bir baba... abla misafirlere bakar... ve kardeş... bir baş belasıdır.
'Eu uso o padrão da família... 'A mãe fala em gestos...'e o pai da-dum da-dum... 'A irmã mais velha faz olhinhos aos convidados...'... e a mais nova...'... e uma peste.'
Evet, dostumuz Larry Ludwig- - mermer kadar tıntın, ama anlattıkları doğru.
Sim, o nosso amigo Larry Ludwig... é mais fino que mármore, mas o álibi dele confirma-se.
Onu, en ince ayrıntısına kadar gördün tıpkı diğer insanların diğer şeyleri gördüğü gibi ama sadece zihninde gördün.
Você viu tão claramente como alguém pode ver alguém, mas apenas em sua mente.
Yalıtılmış bir sözcük, veya bir tasarımın ayrıntısı pekala anlaşılabilir.
Uma palavra isolada, ou um detalhe de um desenho podem ser compreendidos.
Adli tıp giyisilerde alçıtaşı, talaş ve altın kalıntılarına rastlamış. - Altın?
A forense disse que encontrou vestígios de gesso, pó de areia e ouro nas roupas.
Seni hapse tıkmalılar. King Oliver'dan alıntı yaptın.
Mas deviam pôr-te em tribunal, plagiaste o King Oliver!
"Mutsuz olanı, yavaşı, çirkini, araba sürmeyi bilmeyeni otobana düzgün giremeyeni, şeridinde sabit kalamayanı sinyal vermeyeni, paralel park yapamayanı hapşıranları, doldurulmuşları, tıkanmışları yazısı kötü olanları, aramalarınıza cevap vermeyenleri, kepeklileri dişlerinin arasında yemek kalıntısı olanları, az güvenilecekleri bir yeri tıraş etmeyi unutanları bize getirin." Bir diğer deyişle işlevsiz insanları, sakatları bir şekilde vagona tıkıştırabilirseniz bize yollayın, biz istiyoruz onları.
"Entreguem-nos os infelizes, os tristes, os lentos, os feios, os que não conseguem conduzir, os que não conseguem incorporar-se, os que não conseguem aguentar-se no caminho, não fazem sinal, não sabem estacionar... se estão a espirrar, se estão entupidos ou a atravancar, se escrevem mal, se não retribuem as chamadas, se têm caspa, comida entre os dentes, se têm mau crédito, se não têm crédito... se não fizeram bem a barba." Por outras palavras : Qualquer badalhoco com disfunções ou deficiências, que consigam enfiar numa carruagem, enviem-no para cá.
Kamyonların bağlı olduğu firma ayrıntılı kayıt tutmuyormuş.
A companhia dona do camião não guarda registos detalhados do serviço.
Kanalın üzerine yerleştirilmiş ve kopmasına neden olacak şekilde donatılmış mikro patlayıcı bir aygıtın oluşturduğu kalıntı olabilir.
Isto poderiam ser resíduos de um dispositivo microexplosivo colocado na conduta e programado para provocar a rutura.
Bakıcı'nın kalıntısı, yeniden tınılaşmaya başladı.
Os restos do Vigia estão ressonando de novo.
Mekik enkazının incelemesini tamamladım ve insan kalıntısına dair, herhangi bir kanıt bulamadım.
Terminei a análise dos destroços da nave e não achei evidências de restos humanos.
Patolojist, rayların oradaki cesedin tırnakları altında doku kalıntılarına rastladı.
Encontrámos vestígios de tecido nas unhas do cadáver da linha férrea.
Kırıntılarla bir dağa tırmanamazsın.
Não se escala uma montanha com migalhas. Está bem.
"tümüyle hak sahiplerine iade edilecektir." Alıntı bu kadar. Söz konusu Afrikalıların bu tanıma uyduğu konusunda mahkemeyi tatmin edecek bir kanıt sunulamadı.
"têm de ser devolvidos ao seu proprietário", fim de citação, o tribunal considera como não provadas, as alegações de que estes africanos, em particular, se encontrem nessa situação.
Bugün sızıntıyı bulun ve deliği tıkayın.
Descobre o chibo e cala-o hoje.
Bu kalıntılar, galaksinin bir yerlerinden geldiğimizi, ve uzakta ki bir gezegende evrimleştiğimizi ve uzayda milyonlarca yıl önce, seyahat etmeye başladığımızın kayıp tarihimizin kanıtıdır.
Estes restos demonstram sem dúvida que surgimos em algum outro lugar nesta galáxia, que evoluímos em um planeta distante, e viajamos para este espaço milhões de anos atrás, nossa história perdida.
Hayır, kaza alanından alınan Çavuş Nathaniel Teager'a ait kalıntıların tutulduğu askeri adli tıp kurumundan biraz önce bir çağrı aldığım için.
Porque falei com o laboratório do exército que guarda os restos mortais do Teager desde que foram recuperados do local do acidente.
Yeni Zelanda'nın Poor Knights Adaları'nın kayalık çıkıntıları deniz mağaralarıyla bezelidir. Ve tıpkı Borneo'daki gibi bir çok tür için sığınak görevi görürler.
Os afloramentos rochosos da ilhas Poor Knight na Nova Zelândia estão repletas de cavernas marinhas, e tal como as que existem no Bornéo tornaram-se importantes abrigos para muitas espécies.
Perdenin arkasında yumurtalarını koyacak iyi bir yere ulaşana kadar hala sıkıntılı bir tırmanış var.
Por detrás da cortina, eles ainda têm uma subida embaraçosa antes de alcançarem um lugar onde é possível colocar um ovo.
Bunu ispatlayacak büyük miktarda alıntısal kanıt mevcut. Önünüzdeki belgelere bir bakın. Bu adam iyi değil.
Existem provas.
Ufak bir sarsıntı geçirmiş ve eklemlerinde kırık - hayıtını tehlikeye atacak bir şey değil.
Ela está com uma pequena concussão e uma fratura tibilar composta... Sua vida não está em perigo.
Eğer içini dökmek çok zor gelirse bana tüm detayları,.. ... en ince ayrıntılarına kadar anlattığın bir mektup yaz. Tıpkı o arkadaşından ya da aşığından aldığın mektuplar gibi...
Se tens vergonha de mo dizer cara a cara... escreve-me ao menos uma carta com todos os detalhes, como aquelas que te escreve o teu Bernard.
Kağıt çalıntısı ve küçük ofis yangını.
Como barbear... como conduzir...
Su borusundan tırmanıp pencere çıkıntısından atlayabilir havalandırma kapağını açabiliriz.
Podíamos subir pela caIeira, saltar pelo parapeito da janela e espreitar pela abertura do ventilador.
Sayın Yargıç, eğer Don't Fear the Reapar'dan alıntı yapacak olursam, eminim bana hak...
Meritíssima, se me deixar cantar o "Don't Fear The Reaper", - acho que irá concordar que...
Şimdi, daha küçük ve daha ayrıntılı sinyali yalıtır, zaman aralığını da genişletirsem...
Se eu isolar o sinal mais pequeno, e expandir a linha do tempo...
Yine de burnunuzu tıkayın ama, biraz sıkıntılı da olacak.
Mas tapem o vosso nariz, porque isto também vai ser mal cheiroso.
En ufak ayrıntıların üzerinde titizlikle durmalıyız.
Claro. Pôr os pontos nos'i', e os traços nos't'.
Kalıntıların keşfinden sonra galakside üzerinde hayat barındıran başka gezegenler olduğuna inanmamızı sağlayan sebepler vardı ve şimdi kanıtımız var.
Desde a descoberta das ruínas do templo, temos motivos para acreditar que há outros planetas habitados na galáxia e agora, finalmente, temos a prova.
Tıraş olup, saçımı ve yüzümü yıkadıkça kendimi daha iyi hissediyordum ve uzaklaşıyordum. Dağda olanların kalıntılarından arınıyordum.
Sabia bem, lavar o meu cabelo e a minha cara, fazer a barba, fazer... retirar... retirar os vestígios da montanha para fora de mim.
Sperm kalıntıları hizmetçide bulundu, tırnaklarının arasında DNA'sına rastladık.
Teve um caso com a empregada e admitiu ter sido violento com ela. Temos sémen dele dentro dela, bem como ADN debaixo das unhas.
Adli tıp, Jonathan'ın elinde barut kalıntısı bulmuş.
Os técnicos forenses encontraram resíduo de pólvora na mão dele.
Kağıt parçasının üst kısmında yapışkan bir madde kalıntısı var.
Tem um resíduo "nhanhoso" no cimo da folha.
Sen bilirsin, ben sana kemik atıyorum, kadın kurbanın tırnaklarındaki kalııntılar et yağı imiş.
Sê simpático, estou a dar-te um osso. Os detritos de debaixo das unhas eram óleo de cozinha.
Tırnaklarının arasında çok az kalıntı var, ve bileklerde ya da dirseklerde morarma gözükmüyor.
Vestígios mínimos debaixo das unhas e não vejo nódoas nos braços ou pulsos.
AFIS'de * uyuşan biri çıkmadı. Ama "el" deki tırnakların altında et kalıntıları buldum. Rick Amadori'nin eli.
Não foram encontradas na AFIS, mas encontrámos vestígios de carne sob as unhas da mão, da mão de Rick Amadori.
Aracını tıpkı evi gibi takıntı derecesinde temiz tutuyor olmalı. Gündüzleri faaliyet gösteriyor, olaylar gündüzleri oldu dolayısıyla araç işle ilgili olmalı belki şirket arabası ya da kamyon.
Ele é diurno, os ataques ocorreram durante a manhã, por isso o veículo pode estar ligado ao seu trabalho, um carro da empresa ou camião.
Beni vermek zorunda kaldığından sıkıntıyla tırnaklarını yediğine inanıyordum, yani belki çok gençti ve ailesi beni vermesi için onu zorluyordu.
E as unhas... pensei que estavam roidas, por ela estar nervosa, por me entregar. Por exemplo, ela fosse muito jovem e os pais a obrigassem a entregar-me.
yakıt, yanma hızı, yanık izleri, is kalıntıları, alev derecesi, yakıcı ve, yanmanın başladığı nokta- - ki buna yanma izi de denir.
As investigações de fogo posto consideram sete pontos de dados... combustível, velocidade de combustão, marcas do chamuscado, padrões de fumo, temperatura da chama, objecto de ignição, e, ponto de origem... para criar o que se chama uma assinatura de fogo.
Tırmanmak için çıkıntıları kullanacaksınız inmek için de halatları kullanarak ineceksiniz.
Vós ides usar ascendentes para subir.. .. e descendentes para descer. E depois descem por uma corda.
Yine de Irwin, faydalı alıntılara... Pardon, tırnaklara ihtiyacın olursa ben sağlayabilirim.
Irwin, estou constantemente disponível... para prover citações úteis...
Roger, Tanrının dehası ve sınırsız bilgeliği ayrıcalıklı olmayan ayak tabakasına bazen bir umut kırıntısı vermeyi sever. Berbat saç tıraşlarını ve yazla kışı aynı yerde geçirmek zorunda olmalarını telafi etmek için.
Roger, às vezes o todo poderoso, na sua infinita sabedoria, gosta de dar um pouco de esperança aos oprimidos e desprivilegiados para compensá-los dos seus cortes inferiores e o facto de terem o Inverno e o Verão no mesmo sitio.
Bilimadamlarının üstünde en çok çalıştığı ve endişe duyduğu bir sorun da Kuzey Kutbu'ndan, Grönland'ı geçerek gelen soğuk rüzgarların, Kuzey Atlantik'te, yukarı tırmanmakta olan sıcak su akıntısı ile karşılasması bu sıcak sulardaki ısıyı buharlaştırması ve bu buharın, rüzgârlar ve Dünya'nın ekseni etrafında dönüşü aracılığı ile Batı Avrupa'ya taşınmasıdır.
E um dos que mais os preocupa, onde mais tempo passaram a estudar o problema, é o Atlântico Norte onde a Corrente do Golfo sobe e se encontra com os ventos frios vindos do Árctico através da Gronelândia. E evapora com o calor retirado da Corrente do Golfo e o vapor é levado até à Europa Ocidental pelos ventos prevalecentes e pela rotação da Terra.
Jethro, Albay Wayne'in kalıntılarının kanıt olduğunun farkındasın değil mi?
Jethro, sabe que os membros do Capitão Wayne são considerados provas neste caso?
Yaranın içinde bol miktarda yanmış kağıt kalıntısı izine rastladım.
Encontrei resíduos de uma substância de papel queimado aqui na ferida.
Tırnaklarının içinde herhangi bir kalıntı yok.
Não há vestígios sob as unhas.
Yeni Zelanda'nın Poor Knights Adaları'nın kayalık çıkıntıları deniz mağaralarıyla bezelidir. Ve tıpkı Borneo'daki gibi bir çok tür için sığınak görevi görürler.
O afloramento de rochas na Nova Zelândia, Poor Knight Islands, é repleto de cavernas marítimas e à exemplo daquelas em Bornéo tornaram-se um importante abrigo para muitas espécies.
İlk kurbanın tırnak içi kazıntıları altında kırmızı krom piroplar var.
Há minerais de cromo vermelho sob os pedaços de unha da nossa vítima.
Tıpkı metal kırıntıların basit bir mıknatıs etkisiyle dizildiği gibi bu plazma ilmekleri de altlarındaki manyetik yapının ana hatlarını gözler önüne seriyor.
Da mesma forma que pedaços de metal se alinham na presença de um simples iman estes laços de plasma deliniam perfeitamente a estrutura magnética que os suporta por baixo.
Yani 30 yıllık takıntın var... ama kanıtının izini süremedin mi?
Então, tiveste uma obsessão de 30 anos, mas perdeste o rasto às provas?
Tıpkı üzerindeki akıntının ağırlığından habersiz şekilde denizin dibinde yürüyen ıstakozlar gibiyiz. Çünkü bu duruma tamamen uyum sağlamışız.
Somos como lagostas a caminhar no leito oceânico, sem darmos conta do peso do fluido por cima de nós por estarmos tão bem adaptados a ele.

© 2017 - 2024 Translate.vc | [email protected]