Zorundasın translate Portuguese
12,895 parallel translation
Ama beni bırakmak zorundasın.
Mas tens de deixar-me ir.
Oyunu kazanmak için Capello'nun katilini durdurmak zorundasın. Hayatta olmaz.
Para ganhar, deves apanhar o assassino do Capello.
Güvenmek zorundasınız.
Precisamos ter confiança.
Almak zorundasın. Bana bak.
Tens que ir buscá-lo.
Fakat bu günlerde bunu kafana sokmak zorundasın çünkü ben hiçbir yere gitmiyorum!
Mas um dia destes, vais ter de aceitar, porque eu não vou embora!
- Almak zorundasın.
Tem de ser.
Kanunlara göre yoldan 4,5 metre uzak olmak zorundasın. Burası 4 metre.
A lei diz que precisa ter 4,5 metros até ao lancil.
Fakat sana karşı zor gelen herhangi bir şey olduğunda bana karşı dürüst olmak zorundasın.
Mas, se em algum momento isto ficar complicado para ti, tens que ser honesta comigo.
Kimsem olmadığını anlamak zorundasınız aç bil aç dolaşıyordum.
Têm que entender que eu era órfã, estava a morrer à fome.
Todd koşulları anlamak zorundasın.
Todd, tens de perceber as circunstâncias.
Hemen buraya gelmek zorundasınız. Tamam mı?
Terás que vir imediatamente para cá, está bem?
Bir şeyi anlamak zorundasın evlat.
Filho, precisas de entender uma coisa.
Kime çalıştığını bize söylemek zorundasın.
Precisa de nos dizer para quem trabalha.
Bana güvenmek zorundasınız.
- Precisam de confiar em mim. - Confiam?
Ancak iki kez damıtmak zorundasınız.
Mas têm que destilá-lo duas vezes.
Ama öğrenmek zorundasın, çok kolay zaten.
Escuta. Primeiro, fazes o homenzinho.
- Elbette ve belki de tek endişelenen yine sadece benimdir ama bir aydır becerini etrafa anlatıp duruyorum yani bu işi başarmak zorundasın.
Claro, só estou um pouco preocupado, mas acompanhei a tua valentia no último mês, acho que vais conseguir resolver.
Bana güvenmek zorundasın.
Tens de confiar em mim.
Bana açıkça ismini söylemek zorundasın.
Só tem de dizer o seu nome.
Bana gerçek adını söylemek zorundasın.
Tem de me dizer o seu verdadeiro nome.
Tecrübelerime göre, itfaiye içindeki bazı buluşmalarda çok dikkatli olmak zorundasın.
Na minha experiência, namorar no trabalho é algo que tens de ter cuidado.
Bonnie, eğer ayık kalmak istiyorsan ve dünyada suçluluk, utanç ve kızgınlık duymadan yaşamak istiyorsan yaptıklarının sorumluluğunu almak zorundasın.
Bonnie, se queres permanecer sóbria e andar por aí livre de culpa, vergonha e ressentimento, tens que assumir a responsabilidade pelos teus actos.
Sen yem olmak zorundasın.
Tens de agir como isca.
Bana inanmak zorundasınız.
Precisam de acreditar em mim.
Bu çocukların gözüne girmek zorundasın. Aralarına karış ve Profesör Thomas'a kin besleyenleri öğrenmeye çalış.
Terás que te envolver com estes miúdos, fazer amizade com eles, e descobrir quem é que pode ter feito isto ao Professor Thomas.
Ayrıca onları yakinen gözlemlemek zorundasınız zira domuz fırsatını bulunca kendi dışkısını yiyen bir hayvandır.
Sim. E terás que observá-los de perto, porque, se surgir a oportunidade, os suínos comem os seus próprios excrementos.
Size söylersem beni korumak zorundasınız.
Se eu vos der um nome... têm que me proteger.
Evet ama klas bir bar olduğumuz için daha sık duş almak zorundasın. Dur, hop, hop.
- Sim, terás é que tomar banho mais vezes porque temos uma clientela requintada.
Demek istediğim, duyarsız olmak zorundasın.
Estou-te a dizer, que precisas de ser forte.
Molly's Bar'da itfaiyecilerle takılacaksan biraz rahat olmak zorundasın, tamam mı?
Vais passar algum tempo com os bombeiros no Molly's, terás que ser menos sensível, certo?
Bunu yapmak zorundasın.
Tens de fazer isso.
Tamam, hedef şurası ve sen tam gözünden vurmak zorundasın.
Está bem, esta é a marca e tens de acertar-lhe.
Hapisteyken beklemek zorundasın.
Na prisão, é preciso esperar.
Adrenalin seviyeniz sanki... Her şey olup biterken onu tutmak, dizginlemek zorundasınız.
A adrenalina dispara, é preciso controlá-la, temos de a dominar enquanto tudo ocorre.
Kıyılarda avlanmak için, doğru zamanda doğru yerde olmak zorundasınız.
Para caçar na costa é preciso estar no lugar certo na hora certa.
Hindistan çok hızlı değişiyor ve bazen çok zor seçimler yapmak zorundasınız ve buna bazen insanları tahliye etmek de dahil.
A Índia está a mudar rapidamente às vezes é preciso fazer escolhas difíceis e, às vezes, isso envolve realojar pessoas.
Yazmaya başlamadan önce bir karar vermek zorundasın.
Tens de tomar uma decisão antes de começares a escrever.
Hastane çok yakında, tamam mı? Dişini sıkmak zorundasın.
O hospital está ali na esquina, aguenta.
- Yapmak zorundasın.
Tens de conseguir.
Geceyi geçirmek zorundasınız.
Precisas de passar a noite.
- Söylediğini yapmak zorundasın!
Tens que fazer o que ela disser!
Neden bu kadar olumsuz olmak zorundasın?
Por que tens de ser tão negativo?
Kesinlikle. Halkı ardına almak zorundasın bu yüzden seni sevmeliler zamanını bekleyip Greene'in aleyhine çevirmelisin. Onu yenmek için kendi planını kullan.
Tens de fazer com que o público te adore, esperar pelo momento certo e virá-lo contra o Greene, usas o plano dele para o derrotar.
- Zorundasın! - Üzgünüm.
- Desculpa, não posso.
Hayır! Hayır, Leydi Parıltı-Işıltı olmama yardım etmek zorundasınız.
Têm de me ajudar a ser a Senhorita Cintilante.
Ama mutlu olmak için Trol yemek zorundasın.
Mas temos de comer um Troll para ficarmos felizes.
Adamı istiyorsan parasını vermek zorundasın.
Se o queres, tens de pagar por ele.
İşleri düzeltmek için bize biraz süre vermek zorundasın.
Tens de nos dar algum tempo para inverter isto.
Anlıyorum. Para kazanmak zorundasınız.
- Eu percebo, têm de fazer dinheiro.
- Şarkı söylemek zorundasın!
Tens de cantar.
- Zorundasın!
- Mas tens!