Zorundayım translate Portuguese
13,671 parallel translation
Çünkü yapmak zorundayım.
Porque tenho de o fazer.
Bense gitmesine izin vermek zorundayım.
E eu tenho que deixá-lo partir.
Ama söylemek zorundayım, gerçekten iyi çocuklar.
Mas a verdade é que são, bons tipos.
Şimdi ortadan kaybolmak zorundayım.
Agora, vou ter de desaparecer.
- O yüzden ısrar etmek zorundayım.
Portanto, devo insistir.
Eminim çok eğlenceli olurdu ama hayır demek zorundayım çünkü Holtzmann ve ben çok meşgulüz. Kitabında teorileştirdiğimiz şeyleri gerçekleştiriyoruz.
Parece muito divertido, mas vamos ter que recusar porque estamos muito ocupadas, a actualizar as teorias que expusemos no nosso livro.
Evet. Ama ne yazık ki reddetmek zorundayım.
... mas, infelizmente, devo recusar.
Baba, biraz daha para istemek zorundayım.
Pai? Tenho de te pedir dinheiro.
Bayım, buradan gitmenizi istemek zorundayım.
Senhor? Vou precisar de ti para sair do prédio.
Şimdi bir de elektrikçiyi aramak zorundayım.
Agora tenho que chamar também um electricista.
Yaklaşık bir haftalığına Santa Barbara'ya gitmek zorundayım.
Tenho de ir a Santa Barbara durante uma semana.
Onu görmek zorundayım.
Tenho mesmo de estar com ele.
- Buradan gitmek zorundayım.
Tenho de me ir embora.
Ve ben de o lanet dairede, senin pisliğinle çürümek zorundayım.
E eu tenho de apodrecer no teu apartamento, no meio das tuas merdas.
Söylemek zorundayım ki ev cephesi giderse, Amerikalıyı tercih etmiş gibi görünmesine izin veremeyiz.
Devo dizer que, até onde pudermos, não passemos a sensação de que ela prefere o americano.
En azından denemek zorundayım.
Pelo menos tenho de tentar.
Sana bir şey söylemek zorundayım.
Tenho de dizer uma coisa.
Bu yüzden sana sormak zorundayım.
Por isso tenho de perguntar...
Hepiniz salaksınız, her şeyi kendim yapmak zorundayım!
- São idiotas!
Demek istediğim, iyi görünüyorum. Ama mükemmel görünmek zorundayım.
Estou bem, mas preciso estar óptimo.
Ve artık hayatımın sonuna kadar, bununla yaşamak zorundayım.
Agora tenho de viver com isto para o resto da minha vida.
Denemek zorundayım.
Tenho de tentar.
Bunu yapmak zorundayım. Carol haklı, beceriksizim ben!
A Carol tem razão.
- Hayır, zorundayım. Josh, ne yapıyorsun sen?
- Josh, o que estás a fazer, pá?
- Sana abilik yapmak zorundayım yoksa geberip gideceksin.
- Não vou largar, irmãozinho. Porque vais acabar morto.
Bir yerde okumuştum son senemde bir çömezle, bir mezunla, bir de profesörle sikişmek zorundayım.
É uma coisa que li, que diz que no meu ano de formatura tenho de estar com um caloiro, um formado e um professor.
- O kızı sikmek zorundayım Jason.
- Tenho de comer aquela miúda.
Gerçeği söylemek zorundayım.
Tenho de contar-lhe a verdade.
Hayatımın geri kalanını kendimle geçirmek zorundayım.
Vou passar o resto da vida comigo!
Ben gitmek zorundayım.
Preciso de ir.
Seni öldürmek zorundayım.
Tenho que te matar.
Onu beklemek zorundayım.
Tenho que esperar por ela.
- Oh, bu McKie. Geri dönmek zorundayım.
É o McKie, tenho de regressar.
Oraya girmek istiyorum ama o koca aynanın önünden geçmek zorundayım.
Quero entrar ali, mas tenho de passar por aquele enorme espelho.
Şimdi seni dövmek zorundayım.
Agora vou ter de te bater.
Askere yazılmak zorundayım.
Tenho de me alistar.
Ve şimdi de öğretmen olmak zorundayım.
E agora tenho que ser um professor?
Tekneyi bulmak zorundayım. - Tekne mi?
- Tenho de encontrar o barco!
Onlar... benim ailem. Onları geri almak zorundayım.
E preciso trazê-los de volta.
Seni özlemek zorundayım.
Não tenho outro remédio.
Bunun çok aptalca olmasını geçtim uzak bir ihtimalda olsa, Seth'in savaşına karışırsam diye.. ... savunma amaçlı bildiğim her şeyi yazmak zorundayım.
Além de ter sido uma grande estupidez, vejo-me agora obrigado a registar tudo o que sei para me precaver contra a possibilidade remota de a guerra do Seth me afectar.
Marisol, nereye derlerse oraya gitmek zorundayım.
Marisol, eu vou para onde me mandam.
Madem öyle. Sanırım bunu aklımda tasarladığım şekilde yapmak zorundayım.
Sendo assim, terei de me contentar com o que tinha imaginado.
- Yapmam gerekeni yapmak zorundayım.
- Pois. - Tenho de fazer a minha cena.
Zorundayım.
Tenho de voltar.
Orada yaptığınız her şeyi ilk ve son soruları bu bize karşı nasıl kullanabilir olan bir oda dolusu adama açıklamak zorundayım.
Tudo o que fazem aqui, tenho de explicá-lo a uma sala cheia de homens, cuja primeira e última pergunta é, como é que isto pode ser usado contra nós.
Sana bir soru sormak zorundayım.
Mas preciso de fazer-lhe uma pergunta.
Korkarım kaçınılmaz olanı kabul etmek zorundayız.
Eu temo que tenhamos que aceitar o inevitável.
Ve bunu söylemek zorundayım ki...
E, devo dizer, tenho...
Sakın unutma balım. Girdaptan uzak durmak zorundayız.
Lembra-te de que temos de ficar longe da corrente.
Ama hayatımıza devam etmek zorundayız ve içinde hâlâ bir ışık var.
Mas devemos seguir com as nossas vidas. E você ainda tem a luz dentro de si.