Zın translate Portuguese
503,738 parallel translation
2003'ten önceki birçok konsere bakarsanız, fotoğrafların çoğu profesyonel fotoğrafçılar tarafından önden çekilmiştir. Pop yıldızının büyük, tanrısal bir görüntüsü ve arkasında yoğun bir ışık vardır.
Se olharmos para os concertos dela antes de 2003, a maior parte das fotos eram feitas por profissionais na frente e vê-se uma grande imagem endeusada da estrela pop com uma data de luzes atrás.
Annemle aranızın bozulmasına rağmen takıldığımıza memnunum.
Ainda bem que saímos depois do pinocares com a minha mãe.
Şaka yapıyor olmalısınız!
Estão a brincar comigo.
Bunların hepsi bizim hatamız.
Isto é tudo culpa nossa.
Takım, bizi tutuklayan kudretli Yenilmezler dostlarımızı hatırladınız mı?
Equipa, lembram-se dos Poderosos Avengers... que nos prenderam?
Yıldırımını kullanmamız mümkün değil mi?
Não podíamos usar o teu relâmpago?
Ben de size niye bu şekilde ayrıldığınızı soracaktım fakat şimdi daha çok bu korkutucu makinayı merak ediyorum.
Eu ia perguntar por que é que saiu daquele jeito, mas agora as minhas perguntas são sobre a máquina assustadora.
Terrigen dalgasının etkisini tersine çevirmek için bu makinanız vardı ve kullanmadınız mı?
Tinhas uma tal máquina mas não a usaste para desfazer a Onda Terrígena?
Nainsanlar'ın akılsız piyonlara dönüştüğü için kendini suçladığını biliyorum fakat bu şekilde davranarak insanlarını yok etme riskine giremezsin.
Sei que te culpas pelos Inumanos se tornarem peões sem consciência, Mas não podes arriscar-te a extinguir o teu povo assim.
Bizler Dünya'nın en güçlü kahramanlarıyız.
Somos os heróis mais poderosos da Terra.
Beni gördüğünüze şaşırdınız mı?
- Surpreendidos por me verem?
Kazandığınızı düşünmenizi sağlayarak, her hareketinizi çalışıyor parçaları ayarlıyor, tam olarak yapmanızı istediğim şeyleri yaptığınızı izliyordum.
Deixando-vos pensar que me venceram, a estudar cada um dos vossos movimentos, a posicionar as peças, a observar-vos a fazerem exactamente o que eu queria.
Okyanusun dibinde bulunan iletişim kablolarınız.
A vossa rede de comunicações, no fundo do oceano.
Bu bana katılmanız için son şansınız.
Esta é a última hipótese para se juntarem a mim.
Her zaman İnsanlığın yanında yer alacağız.
Sempre ficaremos com a humanidade.
Eğer başarısız olursak, bu insan ırkının sonu olur.
Se falharmos, este é o fim da raça humana.
Şimdi küresel uydu ağını hekleyip kodu içine yazıp, yayın yapacağız ve parmaklarımızı çapraz yapıp bunun işe...
Agora invadimos a rede de satélites mundiais inserimos o código, transmitimos... e cruzamos os dedos...
Çabalarınız boşuna.
Os vossos esforços são fúteis.
Silahlarınızı odaklayın, şimdi!
Concentrem o fogo, agora!
Hayır, bu sizin sonunuz ve bu gezegen mezarınız olmak üzere.
Não, este é o teu fim, e este planeta está prestes a tornar-se o teu túmulo.
Yani her açıdan bakmalısınız.
E é preciso apresentar tudo.
Burada ve burada gitar çalan insanlar... Şurada, klavyede bir kişi ve bazen şurada, grubun adının yazdığı bir perde. Ve eğer gerçekten şanslıysanız belki bir projektör.
Pessoas a tocar guitarra aqui, guitarra ali, talvez teclados aqui, e às vezes uma cortina com o nome da banda lá pendurado, ou, com muita sorte, uma projeção.
Bu yüzden ön tarafa bezi zımbalamış ve onlar içeri girince, arkalarından projektör ekranını koymuştum. Yani dışarı çıkamıyorlardı.
A gaze à frente estava presa com agrafos e, além disso, quando entravam o projetor ficava preso atrás, não podiam sair.
Çift taraflı aynanın bir tarafına L.E.D. ekran koyup aynanın arkasındaki karanlık kısımdan ekrana yüz yansıtırsanız ayna, yüzün olduğu yer dışında her yeri yansıtır.
Ao pôr um ecrã LED atrás de um espelho de duas faces, se aparecer uma cara num fundo preto atrás do espelho, o espelho reflete a sala toda, exceto onde está a cara.
Yakın zamanda, Adele'in gösterisinde onun makyözü, bizim dekor ressamımız oldu çünkü gözlerinin böyle büyük olacağını biliyorduk ve o kadar rimelin kontrolü onun ellerinde olacaktı.
Há pouco tempo, no espetáculo da Adele, a pessoa que a maquilha pintou-nos os cenários, porque sabíamos que o olho da Adele ia ser deste tamanho e que o rímel ia interagir assim com a mão dela.
Ve yalnızlar. Bayağı yalnız ve kaybolmuş görünüyorlar. Sanırım yine güç ve korunmasızlığın birleşimi gibi.
E estão sozinhos, parecem muito perdidos e solitários ali, por isso é uma junção de poder e vulnerabilidade.
Her neyse, nasılsınız çocuklar?
Seja como for, como está tudo, malta?
Spunky'nin annesi onun hırsız olduğunu zannedip alnının ortasından vurdu.
Aquele rasgão! A mãe do Spunky pensava que ele era um intruso. Deu-lhe um tiro em cheio na cara.
İkinci yayınımız
O nosso segundo podcast.
Canlı yayın yapmamız gerekemiyor muydu.
Era suposto estarmos a fazer um podcast.
Kaptanınız konuşuyor.
Fala o vosso capitão.
Artık peruklarınızı çıkarabilir ve gey olabilirsiniz.
Agora é seguro para tirarem as perucas e serem gays.
Eğer bunu kaldıramıyorsanız, yaylanın.
Se não aguentam, vão dar uma volta.
Birbirimizin arkasını her zaman kollardık, mesela eskiden banka soyarken az bilinen başkanların maskesini taktığımız zamanlardaki gibi
Sempre nos protegemos uns aos outros, como quando costumávamos roubar bancos com máscaras de presidentes menos conhecidos.
Umarım sen ve sansarın burada mutlu mesut yaşarsınız.
Espero que tu e o teu furão sejam felizes aqui juntos.
Kulakların biz olacağız.
QUAGMIRE : "Nós vamos ser os teus ouvidos."
Kurtulmam için çabaladığınız ve yanımda olduğunuz için sizlere minettarım.
Eu apenas estimo que vocês estiveram lá para mim e tentaram ajudar-me.
Bu vazgeçmek için son şansınız.
Então vamos lá a isso.
Kızımız hayatının en büyük savaşını vermek üzere.
Mas pode ser perigoso e poderão correr risco de vida. A nossa filha está prestes a entrar na maior luta da vida dela.
Günün sonunda, ikiniz de uykuda olacaksınız demek.
- O que significa isso? Significa que no final do dia, irão ficar os dois a dormir.
Onun laneti bozacağını söyledin diye kızımı dolaba koydum.
Chega de joguinhos. Fiz passar a minha filha por um roupeiro, porque me disseste que isso acabaria a maldição.
Ve de kızın.
E a vossa filha.
Annemle lanet yüzünden haftalardır ayrısınız buna rağmen birlikte çalışmanın bir yolunu buluyorsunuz.
Tu e a mãe estão separados pela maldição há semanas. Mesmo assim encontraram forma de trabalhar juntos.
Bunu neden yapasınız ki?
Não entendo.
Sen ve John Doe uyanıksınız.
Tu e o Desconhecido estão os dois acordados.
Ezelden beri bizim savaşımız kaçınılmazdı.
Tu nasceste para a destruir. Estamos destinadas a enfrentar-nos desde o início dos tempos.
Emma'yı şimdi bulursanız yazgısını asla gerçekleştiremeyecek lanet asla bozulamayacak ve herkes burada sonsuza dek tutsak kalacak.
Se encontrarem a Emma agora, ela nunca cumprirá o seu destino. A Maldição nunca irá ser quebrada. E irão ficar todos aqui presos para sempre.
Laneti bozmak için tek şansınız bu.
Esta é vossa única hipótese de quebrar a maldição.
Ne yaparsa yapsın, yalnız yüzleşmeyeceksin.
Não importa o que ela faça, não a irás enfrentar sozinha.
Belki tekrar yazarsınız.
- mas talvez escreva mais.
Eğer aradığınız adamları bulmamıza yardım edebilecek birisi varsa o da Josie'dir.
Se há alguém que nos pode ajudar a encontrar os tipos que procuram, é a Josie.