That one there traducir turco
10,587 traducción paralela
And if there's one of these out there, that means there has to be more.
Ve eğer dışarıda ondan bir tane varsa daha fazlası da olması gerekiyor.
Oh, there's one hiding under that tree trunk!
Bir tane de ağaç gövdesinin altında saklanan var!
Have you considered the fact that if you throw everyone in jail, there's no one left to actually build your summer palace?
Eğer herkesi hapse atarsanız yaz konağınızı inşa edecek kimsenin kalmayacağı gerçeğini hiç düşündünüz mü?
And then there's going to be no one to take that stupid dragon back to where we found it.
Ve sonra bu aptal ejderhayı bulduğumuz yere götürmek için kimse kalmayacak.
There's only one in that location.
Bu lokasyonda sadece bir tane var.
You know, sometimes it's called the Cleansing or the Red Time. There was this one world that called it just Murder Night.
Bazen adı "temizleme" veya "kızıl zaman" bir dünyada "cinayet gecesi" bile diyorlar.
There's a pile of silverware next to you, and you throw me the one thing that can never kill anything?
Etrafında sürüyle çatal bıçak var ve bana vere vere bir şey öldüremeyen tek şeyi verdin.
There is just that one copy.
Sadece bir kopyası vardı.
There will be another one after you and others after that.
Senden sonra başkası, ondan sonra bi başkası olacak.
There's always one that gets away.
- Kaçan birisi her zaman olur.
"There's always one that gets away, and you just have to learn to live with that."
"Kaçan biri her zaman olur. Sadece bununla yaşamayı öğrenmemiz gerek."
There is one person in particular that I am grateful for.
Birine özellikle minnettarım ama.
You see, right now, there are 100 random children who've each taken home a box just like that one and are shoving it under their Christmas tree.
Şu anda, bu kutuya benzer kutularla evine giden rastgele seçilmiş 100 çocuk var. Noel ağaçlarının altında sallayıp duruyorlar.
That there's only just one other person out there for you.
Senin için orada bekleyen yalnızca bir kişi vardır.
.. that there's only just one other person out there for you.
Senin için orada bekleyen yalnızca bir kişi vardır.
There is only one God, and I demand that you serve him.
Tek bir Tanrı var ve O'na hizmet etmenizi talep ediyorum.
If there was one thing I heard over and over again from the Finns, it was that America should stop teaching to a standardized test.
Finlilerden sürekli duyduğum şey Amerika'nın standart testlere dayalı eğitim sistemini bırakması gerektiğiydi.
If there's one thing we should steal from the Germans, it's the idea that if you acknowledge your dark side and make amends for it, you can free yourself to be a better people and to do well by others.
Almanlardan çalmamız gereken bir şey varsa o da, karanlık yanınızı kabullenirseniz ve düzeltmeye çalışırsanız daha iyi bir toplum olabileceğiniz ve başkalarına saygı gösterebileceğiniz fikridir.
There was only one financial institution, Audur Capital, in Iceland, that did not lose money for its customers.
İzlanda'da müşterilerine zarar ettirmeyen tek finans kuruluşu ise Audur Capital oldu.
Well, there was that one guy named Kareem.
Gerçi, adı Kerim olan bir kişi yargılandı.
Well, there was one that got me... You know, he sort of grabbed my foot.
Bir tanesi beni ayağımdan tutmuştu.
... and if there was one thing that was certain, it was that this wall - would never come down.
-... ve kesin olan bir şey vardıysa, o da bu duvarın asla yıkılmayacağıydı.
There it is, but this favor that you keep calling on every time you've used and exploited everybody in your life who ever gave one shit about you... That favor has been paid.
Bu iyilik ödendi.
Well, that means there's only one thing left to do.
Bu, geriye yapılacak tek bir şeyin kaldığı anlamına geliyor.
But when I did that, there was no one around to give me hope or tell me when I was being stupid!
Ama öyle yapınca da etrafımda bana umut verecek ve aptallık ettiğimde durmamı söyleyecek hiç kimse kalmadı!
There's one in the corner that you didn't even see.
Göremediğin bir köşede bir tane vardı.
Yeah, and number one on the list is if you think that Hardman's really going after Nader Communications, then we need to get over there and warn them.
Evet, eğer Hardman'ın Nader İletişim'in peşinden gideceğini düşünüyorsan istede birinci sırada o var. O zaman oraya gidip onları uyarmamız gerek.
You take that chance, Charles, but if there's one guy who doesn't give a shit about your money, he's gonna get you, and nobody's gonna stop him.
Bu fırsatı kullan, Charles, ama eğer paraya zerre önem vermeyen biri varsa seni alt edecek, ve kimse onu durduramayacak.
There's only four people in the world knew about that operation, and one of them is already dead.
O operasyonu dünya üzerinde sadece 4 kişi biliyor. Biri zaten öldü.
Not that one over there.
Oradakini değil de bunu mu?
Now, the inherited version of hemochromatosis is-is one of the most misdiagnosed diseases that there is.
Aşırı demir yüklenmesinin ırsi hali en çok yanlış teşhis konulan hastalıklardan biri.
I mean if we're lucky enough, there's enough circuitry left that we could reorient one of these dishes and get another satellite going here. But see.
Eğer şanslıysak devre parçaları sağlamdır ve bu çanaklardan birinin yönünü değiştirip bir başka uyduyu yakalayabiliriz ama bakalım...
There is one thing in particular that's been bothering me.
Aklımı kurcalayan bir şey var.
Because if there's one thing I know, it's that Jessica Pearson cares about this firm and everyone in it.
Çünkü bildiğim bir şey varsa, Jessica Pearson bu şirketi ve içindeki her şeyi, çok önemsiyor.
But there's one rule in particular that might give you a second chance.
- Ama sana ikinci bir şans verecek özel bir kural var.
There's only one reason for that.
Bunun tek bir nedeni var.
One might deduce that there was someone on that train that you cared about.
Tek umursadığın o trende olan kişiyi kurtarmaktı.
There's only one way to get over a woman walking out on you, and it involves you, me and that bar.
Seni terk eden bir kadını unutmanın tek yolu var. O da birlikte bara gitmek.
He was actually the sole heir to a real estate fortune worth millions- - except that when he died, there was no one left to manage any of it.
Aslında milyonlar değerindeki gayrimenkul servetinin tek mirasçısıydı. Tabii kendisi ölünce, bu malları yönetecek kimse kalmadı.
- Oh, and there's that one.
- Bir de şu var.
After the last dive, one of the guys there offered to give us all a ride back into town, and... on the way, we came across two cars that were completely on fire.
Son dalistan sonra adamlardan biri bizi kasabaya goturmeyi teklif etti. Yolda yanmakta olan iki tane arabaya rastladik.
Yet there's evidence that one was used here quite recently.
Ama kısa süre önce burada kullanıldığına dair kanıtlar var.
Most of the labs are upstate, but we got a tip that there's one in an L.E.S. housing project.
Laboratuarların çoğu şehir dışında ama elimizde bir L.E.S. bina projesi olduğuna dair bir ipucu var.
And I read in one of the informant's files that he used to travel up there when he worked for these dealers.
Muhbirin dosyalarının birinde bu satıcılarla çalışırken burayı ziyaret ettiğini okumuştum.
Alex, you should hurry up with that one. There are four more gentlemen heading your way.
Alex, onu çabuk halletmelisin.
Now, I looked at both victims'phones, and there's only one number that appears on both call logs.
Şimdi, hem kurbanların telefonları baktı ve orada Hem arama günlükleri görünür tek numara.
No, but that doesn't mean there isn't one.
Hayır ama bu, olmadığı anlamına gelmez.
That guy right there, the one who just rescued me, he just got a new liver, arrangements courtesy of yours truly.
Şuradaki adama, beni demin kurtaran kişiye yeni bir ciğer nakledildi. Sizin nezaketinizle yapılan düzenlemeler sonrası tabii.
Fisher had a Thoughtful Dissent sticker on the back right side of his car, and a couple of days ago, somebody put an identical sticker over the one that was already there.
Fisher'ın arabasının sağ arka kısmında "Düşünceli Muhalif" yapıştırması vardı ve birkaç gün önce birisi oradaki yapıştırmanın üstüne aynısını yapıştırmış.
There's, like, a study that one in every 200 men in the world are probably walking around carrying the genetic marker that can be traced back to him, okay?
Bir çalışmaya göre dünyadaki her 200 erkekten biri muhtemelen kökü ona dayanacak genetik izler taşıyor.
There is one person that Brian trusts in this building.
Brian'ın bu binada güvendiği bir kişi var.
that one over there 16
that one right there 19
that one 1331
that one time 17
that one day 20
that one's mine 38
one there 45
therese 78
there 14012
theresa 292
that one right there 19
that one 1331
that one time 17
that one day 20
that one's mine 38
one there 45
therese 78
there 14012
theresa 292
there you go 7508
therefore 1419
there you are 4720
there's always hope 39
there we go 2292
there aren't any 65
there isn't 382
there he is 3176
there you have it 213
there's no time like the present 22
therefore 1419
there you are 4720
there's always hope 39
there we go 2292
there aren't any 65
there isn't 382
there he is 3176
there you have it 213
there's no time like the present 22