In truth traduction Turc
5,056 traduction parallèle
In truth, I cannot believe that she and her advisors would support a claim on England at this time.
Doğrusu, annemin ve danışmanlarının bu sefer İngiltere tahtına hak talep etmemi destekleyeceklerini düşünmüyorum.
In truth, Catherine's been relatively kind to us.
Aslında, Catherine bize oldukça kibar davrandı.
Well, in truth, I suspect otherwise.
Aslında başka şüphelerim var.
I've got the names of everyone who's stepped foot in Truth.
Klübe adım atmış herkesin isimlerini buldum.
What seems beautiful to you will, in truth, make you negligent.
Sana güzel görünen, gerçekte, seni ihmalkâr yapacak.
In truth, the Republic had pushed my droids to the breaking point when they suddenly turned and fell back.
Aslında, Cumhuriyetçiler aniden dönüp geri çekilmeden önce droidlerimi kırılma noktasına kadar getirmişlerdi.
But, Caroline, in truth, if I were to pick the prettiest flower in the room, I'd pick you.
Ama Caroline, doğruyu söylemem gerekirse... Odadaki en güzel çiçeği seçecek olsaydım, seni seçerdim.
In truth, I too prefer Galatians.
Doğrusu ben de Galatyalıları tercih ederim.
And, in truth, it may not matter.
Doğrusu, buna gerek olmayabilir de.
In truth, I'm so glad you had the courage to tell me how their fate had changed.
Aslında, kaderlerinin değiştiğini... Söyleyecek kadar cesur olduğuna seviniyorum.
And, in truth, a female therapist would've been a better option.
Aslında bayan bir terapist daha iyi olurdu.
I'm interested in truth.
Benim için önemli olan gerçek.
But in truth, Abraham did care for Katrina... in his way.
Ancak hakikaten de Abraham kendi tarzında Katrina'ya değer vermişti.
In truth... it pained me to think you were not who I knew.
Doğruyu söylemek gerekirse senin bildiğim kişi olmaman acı verdi.
And in truth I wish I could tell you what we hold dear in America.
Ve doğrusu size Amerika'da neye değer verdiğimizi söyleyebilmeyi dilerdim.
But the truth is, when you left me, that was the saddest I've ever been in my life.
Ama işin aslı, beni terk ettiğin zaman hayatımın en mutsuz dönemini yaşadım.
And are you aware that you are living with the enemy in a place where the truth could cost you your life?
Düşmanla birlikte yaşadığının da farkında mısın? Burada gerçeği söylemen hayatına mal olabilir.
- First of all, it's ridiculous, but with that little kernel of truth that evokes our deepest fears... in this case, dying alone and unloved.
- İlk bakışta saçma gelse de derinlerde yatan korkularımız göz önüne alındığında çok doğru ki senin durumunda bu aşksız ve yalnız ölüm oluyor.
There's only enough truth in it to make you believe the lies.
İçindeki tek doğru şey senin yalanlara inanman için.
Truth will be in every major publication from the New York Times to China Daily.
Truth, New York Times'tan China Daily'e kadar her yerde basılacak.
- And the day Charlotte McKinley went missing, you realised she'd worked out the truth about you and Elspeth.
- Hayır! - Charlotte McKinley'in kaybolduğu gün Elspeth ve senin arandaki gerçeği çözmeye çalıştığını fark ettin.
Well, I can't help you out there, but I can tell you that Marcus Conway was telling the truth about not planting that bug.
O konu hakkında yardım edemem ama... Marcus Conway'in dinleme cihazı yerleştirmekle ilgisi olmadığını söyleyebilirim.
This is my last chance to get beyond his lies and excuses to confront the subject with elements of his own past in order to unlock the truth because we need to know once and for all :
Onun yalanlarının ve bahanelerinin perde arkasına ulaşarak kendisini geçmişiyle yüzleştirip gerçeği ortaya sermek için bu benim son şansım. Çünkü artık kesin olarak şunu bilmeliyiz :
I choose to find consolation in one remarkable truth.
Bir göz ardı edilemez gerçekte teselli aramayı seçiyorum.
In other words, the truth.
Diğer bir deyişle, gerçek.
Even today in the 31st century... the mighty Legion of Super-Heroes battle crime and villainy... in the name of truth and justice.
- GELECEK- Bugün, 31. yüzyılda bile kudretli Süper Kahramanlar Lejyonu suç ve kötülükle, doğruluk ve adalet nâmına savaşmaktadır.
And you're absolutely certain that Isaac was telling the truth?
Isaac'in doğruyu söylediğinden kesinlikle emin misiniz yani?
You know I'm telling the truth when I say I've never seen that vial before in my life.
O şişeyi hayatımda hiç görmedim derken doğruyu söylediğimi biliyorsun.
The truth is, someone got in.
Ama işin aslı birisi bunları geçebildi.
What's going on is, probably for the first time in his life, your father's telling the truth.
Olan şu, belki de hayatında ilk kez baban doğruyu söylüyor.
In truth...
- Aslında...
Why can't anyone in this family just tell the truth?
Neden bu ailede hiç kimse doğruyu söyleyemiyor?
Now you're letting the truth in.
Şimdi gerçeği kavramaya başladın.
Truth is, I'm a pariah in the financial world.
Aslında, Finans dünyasında dibe vurmuş birisiyim.
You know, more people have been killed in the name of religion than any other cause on Earth, and yet religion hides that violence in the language of peace, so we are- - we're gonna show the world the truth.
Dünyada başka sebeplere nazaran, pek çok insan din adına öldürüldü ve hal böyle olunca, din, vahşeti barış adı altında saklıyor ve biz de... dünyaya gerçeği göstereceğiz.
I always find truth somewhere in the middle.
Her zaman doğruyu... ortada bir yerde bulmuşumdur.
She knows the truth about the hairbrush in the police's possession.
Polisin elindeki tarağın durumunu da biliyor.
The only way to get through to Carl is have him face the truth of what he's done and let him absorb it in a meaningful way.
Carl'a nüfuz etmenin tek yolu, yaptıklarının gerçeğiyle yüzleşmesini ve bunu anlamlı bir şekilde kendiyle bağdaştırmasını sağlamaktadır.
Well, truth is, we didn't find any evidence that put him in the room at the time of the murders, so...
Cinayet anında orada olduğunu gösteren hiçbir kanıt bulamadık.
The truth about who they are and what they've done can be found in their tattoos.
Kim oldukları ve ne yaptıkları hakkındaki gerçekler dövmelerinde bulunabilir.
To tell you the truth, I haven't eaten well in about a month...
Açıkçası son bir aydır doğru dürüst bir şey yemedim.
You need to go in there to... what do you mean, this is the truth?
İçeri girip... - Ne demek hakikat bu?
Darryl, it's a hard truth, but you ain't ever gonna be fit to stand in his shadow.
Darryl, işte acı gerçek. Gölgesi bile olamayacaksın.
Just look your dad in the eye and tell him the truth.
Babanın gözlerine bak ve ona gerçeği söyle sadece.
The truth about what's going on in Sleepy Hollow.
Sleepy Hollow da yaşanan gerçeklerle ilgili.
Safe and sound in my dungeon of truth.
Hakikat Zindanım'da sapasağlam duruyor.
No. The truth is, they hadn't spoken to her in weeks.
Hayır gerçeği onlar hafta içinde onunla konuşmamıştı, olduğunu.
The truth is, we did everything possible to save our diplomats in China.
Gerçek, Çin'deki diplomatları kurtarmak için elimizden gelen herşeyi yaptığımızdır.
We're talking to young women all over the country, trying to understand their perspective on the national lottery and try to bring you, the public, the truth about the most compelling medical mystery and moral conundrum in the history of mankind.
Ülkenin dört bir yanındaki genç kadınlarla konuşup,... onların ulusal piyango konusundaki görüşlerini anlamaya çalışıyoruz. Sizlere insanlık tarihinin en çok merak uyandıran tıbbi gizemi ve ahlaki ikilemi hakkında halkın görüşlerini, onların doğrularını aktarmak için uğraşıyoruz.
If murders are still being committed today in the identical style, and Victor Lorta was telling the truth...
Eğer cinayetler günümüzde de öncekilerle aynı tarzda işleniyorsa ve Victor Lorta doğruyu söylediyse...
Well, to tell you the truth, three years in Vietnam, uh... Really didn't see God anywhere.
Doğruyu söylemek gerekirse üç yıl Vietnam'da kalınca gerçekten Tanrı'yı hiçbir yerde göremiyorsunuz.
truth 450
truth or dare 122
truths 27
truthfully 235
truth be told 288
truth is 598
truthful 20
in treatment 21
in trouble 23
in training 16
truth or dare 122
truths 27
truthfully 235
truth be told 288
truth is 598
truthful 20
in treatment 21
in trouble 23
in training 16