English phrases | Russian phrases | Turkish phrases
Translate.vc / Inglês → Turco / [ W ] / We had to

We had to tradutor Turco

18,569 parallel translation
We had to look facts square in the eye.
Gözümüzün önünde duran gerçeği reddedemezdik.
We had to collectively decide, what kind of world do we want to live in?
Nasıl bir dünya istediğimize hep birlikte karar vermek zorundaydık.
We had to figure out a way to pay for the treatments.
Tedaviyi karşılamak için bir yol bulmalıydık.
So we had to up our game.
O yüzden etkinliği arttırmamız gerekliydi.
We had to do our own investigating since the authorities locked us out of the process.
Yetkililer bir şey demediğinden kendi soruşturmamızı yaptık.
When we were boys, we had to learn that sacred chant by heart and understand its meaning.
Biz çocukken kutsal şarkıyı ve anlamını ezberlemiştik.
'Cause she said it's a cult and that we had to get out of here.
Çünkü bunun bir tarikat olduğunu ve oradan çıkmamız gerektiğini söyledi.
And then on the way from Valencia when we went through security at the border, we had to put all of our stuff in that basket.
Ondan ayrı, Valensiya'dan buraya gelirken sınırda tüm eşyalarımızı sepete koyarken de.
18 cases we had to cover, so she could tape an episode of Mama's Homespun Cooking.
Sırf yemek programı sunacak diye on sekiz davasını paylaştık.
St. Louis said stay offshore, but they didn't say we had to sit here with our thumbs up our asses.
St. Louis kıyıdan uzaklaşmamızı söyledi ama öylece bekleyin demedi.
- I don't see her going for it, man... the entire point was that we had to make a decision.
- Onun kabul edeceğini sanmıyorum dostum. Bütün amaç bizim bir karar alabilmemizi sağlamaktı zaten.
We had to build new computers.
Yeni bilgisayarlar toplamamız gerekti.
We had to walk through a couple of backyards to get to his house.
Matty'nin evine gitmek için birkaç bahçeden geçmek zorunda kaldık.
And so, we had to sneak in through the basement window.
Bodrum penceresinden sessizce içeri girdik.
We reported it as soon as it happened and it took them forever. And we had to report it again.
Görür görmez ihbar ettik ve kaldırılması çok uzun sürdü.
We had to, um...
BU SUÇLARI İŞLEDİĞİMİZİ KABUL EDİYORUZ
We had to plead to stuff in order for me to graduate, um, high school.
Liseden mezun olabilmem için bu suçları kabul etmem gerekiyordu. AUDRIE'NİN UYGUNSUZ GÖRÜNTÜLERİNİ PAYLAŞTIK
Because... we had to.
Çünkü bunu yapmak zorundaydık.
Jackson told me we had to, to save people.
Jackson yapmamız gerektiğini söyledi, insanları kurtarmak için.
Look, man, the insurance guy spent maybe ten minutes talking to us. Next week we had the check.
Bak dostum, sigortayı yapan adam bizimle 10 dakika falan konuştu.
I mean, I don't get why we cancelled the trip and where you and dad were. Mr. Beeman asked me about it, and I had to make up this whole story - about clients in New York- -
Geziyi niye iptal ettiğimizi babamla senin nerede olduğunu bilmiyordum, Bay Beeman sorunca da New York'taki müşterilerle ilgili bir hikâye uydurmam gerekti...
And it was my impression that we always had a good understanding and we were able to speak openly with one another.
Her zaman aramızda iyi bir anlayış olduğunu ve birbirimizle açık bir şekilde konuşabildiğimizi düşünüyorum.
We even had a little bit of change left to spare.
Bağışlamak için para bile arttırdık.
Well, had I listened to you and we not donated to NPR, we wouldn't have gotten this free emergency radio that we then re-gifted to Jay and Gloria.
Seni dinleyip Devlet Radyosu'na bağış yapmasaydım bu bedava acil durum radyosuna sahip olamayıp bunu Jay'le Gloria'ya hediye edemeyecektik.
He came by here and wanted to talk about an accident we had on our old boat.
Buraya geldi ve teknemizde olmuş bir kaza hakkında konuşmak istedi.
We've had enough training to handle measles too.
Biz icabına bakarız.
What we know so far is she was born in Germany, came to the U.S. for college, studied under Ballantine, then had a series of low-paying, short-term lab jobs since she got her degree.
Şu ana kadar bildiğimiz şeyler şunlar : Almanya'da doğmuş üniversite okumak için Amerika'ya gelmiş, Ballantine'ın altında çalışmış sonra lisansını tamamlayana kadar bir dizi düşük ücretli, kısa dönemlik laboratuvar işlerinde çalışmış.
We had no reason to kill her.
Onu öldürmek için hiç bir nedenimiz yoktu.
We think the imposter had an accomplice, someone inside the lab who made sure to test her DNA against itself and then got rid of the toothbrush to prevent future tests.
Sahtesinin bir suç ortağı olduğunu düşünüyoruz. Laboratuvardan birisi DNA testinin kızınkine uyduğundan emin olduktan sonra gelecekte yapılacak testleri önlemek için diş fırçasından kurtuldu.
I was gonna wait to talk to you about this till I had a little more information, but we might have a problem.
Biraz daha bilgim olana kadar bu konuda konuşmak için bekleyecektim ama bir sorunumuz olabilir.
I'm guessing you tried to destroy it when you heard we had figured out Grace had to have been poisoned.
Tahmin ediyorum ki Grace'in öldürüldüğünü anladığımızda bunu yok etmeye çalıştınız.
I hope she didn't hear we had Gilbert and try to split town.
Umarım Gilbert'ı aldığımızı ve şehirden ayrılmaya çalıştığını duymamıştır.
He missed a meeting we had this morning to go over his testimony.
Bu sabah ifade vermesi için düzenlediğimiz toplantıyı kaçırdı.
Shia LaBeouf had to cancel his solitaire tournament, and we have one open slot, in April.
Shia LaBeouf kart oyunu turnuvasını iptal etmek durumunda kaldı ve nisanda boş yerimiz var.
You know, when we first met, I had to pretend that all kinds of things were wrong with you just so I wouldn't freak out.
Seninle ilk buluşmamızda, gözüm korkmasın diye bir sürü sorunun varmış gibi düşündüm.
Now to make sure this was happening properly, we had our programmer and the programmer up north connected by a telephone handset just to make sure it was going correctly.
Bunun düzgün olduğundan emin olmak için programcımız ile kuzeydeki programcıyı bir telefon ile bağladık ki doğru yapılmasını sağlayalım.
For a long time we had a fleet of Checker diesels and these were the standard New York City cabs and they were precious to us because they were the perfect vehicle for radio astronomers.
Uzun bir süre dizel Checker'lardan oluşan bir filomuz vardı. Bunlar New York taksileriydi ve bizim için çok değerliydiler çünkü radyo astronomları için mükemmel araçlardı.
We had issues with people threatening to beat up the kids.
Çocuklara saldırmakla tehdit eden bazı kişiler oldu.
And every door in the house upstairs is broken, because... we've had to kick it in to save her when she's tried to overdose.
Evin üst katındaki kapılar kapanmıyor çünkü aşırı dozdan intihar ettiğinde onları kırmak zorunda kaldık.
We know from what she said in her process of investigating her own crime that she felt, because of what had happened to her, her reputation was ruined.
Başına gelen taciz suçunu araştırdığı süre boyunca... AUDRIE'NİN ANNESİ... yazdıklarından anlıyoruz ki, yaşadıkları yüzünden itibarının mahvolduğunu hissetmiş.
The amazing thing about this is, had we have gone to a trial, we would never have been able to get the result that we got.
Bunun en inanılmaz yanı şu ki, yargı sürecine girmiş olsaydık bu sonucu asla elde edemezdik.
Mr. Meng, we're almost positive Mr. Xi's organization had nothing to do with the arcade killings.
Bay Meng, Bay Xi'nin çetesinin oyun salonunda olanlarla bir ilgisi olmadığına nerdeyse eminiz.
I wasn't sure I was going to do it when we went in. I had to see if they were ready.
Bu konuda benim de tereddütlerim vardı onların hazır olup olmadığını görmem gerekiyordu.
Its probative value is substantially outweighed by their prejudicial impact on the jury, and we've had no time to review them.
Jürinin kararı üzerindeki duygusal etkisi son derece baskın olacak hem araştırma yapmak için vaktimiz de yok.
Because we had sealed the airport it's taking time for the pilots to reach.
Havaalanını mühürlediğimiz için pilotların gelmesi biraz zaman alıyor.
My mother gave it to me, and I had been thinking about giving it to you, but then we broke up.
- Annem vermişti. Ben de sana vermeyi düşünürken ayrılıverdik.
We've had plenty of opportunities to observe your E.T.U.
Sizin ETU'nuzu incelemek için... çok fazla şansımız oldu.
We need to determine what sensitive information Regan had clearance to, what she may have accessed without authorization, and whether or not any of those systems have been breached.
Regan'ın nasıl bir hassas bilgiye ulaşabileceğini, izinsiz olarak neye ulaşabileceğini ve sistemlerden birinin ihlal edilip edilmediğini belirlememiz gerek.
She took out Slavich before we had a chance to question her.
Sorgulama şansımız olmadan onu öldürdü.
It's about our species'survival. We've all had to make sacrifices.
Hepimiz fedakarlık yapmak zorundaydık.
This is the best opportunity we've had yet to capture Hunters in large numbers.
Çok sayıda Hunter yakalamak için elimize geçen en büyük fırsat bu.

© 2017 - 2024 Translate.vc | [email protected]