Saçmalıyor tradutor Inglês
909 parallel translation
Yardımcım saçmalıyor, güverte altında bilinmeyen bir yolcunun olduğunu iddia ediyor.
Mate is talking nonsense, claims an unknown passenger is below deck.
Dostumuz ne saçmalıyor?
What's the fellow drivelling about?
Saçmalıyor.
He's talking rot.
Saçmalıyor, yalan söylüyor, öldürmekle ilgili şakalar yapıyorsun.
I'd sooner you'd be grave about lying than joke about killing.
Kim saçmalıyor, bir düşün bakalım!
Who's being silly, just think!
Neler saçmalıyor böyle?
What's he taking all that guff for?
Radyodaki neler saçmalıyor?
What's all that jabbering'on the radio?
- Saçmalıyor.
- He's talking nonsense.
Virginie saçmalıyor!
She's so silly, Virginie.
Şimdi de saçmalıyor muyum?
Now I'm silly?
Saçmalıyor!
He's an idiot!
Hem saçmalıyor hem de yalan söylüyor.
She's babbling and lying.
- Bunlar saçmalıyor.
- That's torn it.
- Saçmalıyor işte
- She doesn't know?
- Saçmalıyor işte!
- Pure nonsense!
Bu ne saçmalıyor?
What the devil is he talking about?
Saçmalıyor Lara.
He's rubbish, Lara.
Saçmalıyor.
Rubbish.
Şimdi de o mu saçmalıyor, ha?
Now he's an idiot, huh?
Saçmalıyor!
Babbling fool!
- Bunlar ne saçmalıyor böyle?
- What are they talking about?
Bubber saçmalıyor.
Bubber's mooning.
Bubber saçmalıyor çünkü geçen gece havai fişekleri patlatıldı.
Bubber's mooning because all his fireworks got shot off last night.
- Saçmalıyor muyum?
- Am I ridiculous?
Saçmalıyor, değil mi Jonathan?
Isn't he being silly, Jonathan?
Bu son mektubu okuduğumda fedakârlık yapıyor olmalı diye düşündüm ama saçmalıyor işte!
- Ha-ha-ha. I got this letter and I thought he must have been feeling self-sacrificing but he's really full of crap.
Bunu kaydederek o şeyi boşa harcıyorsun. Çünkü saçmalıyor sadece.
Now, listen, you're wasting that thing on this,'cause it's just nuts.
Saçmalıyor işte.
- Never mind. He talks nonsense.
- Saçmalıyor yine.
- He talks nonsense, you know!
Ne saçmalıyor bilmiyorum.
I don't know what she's yapping about either.
Bütün bu saçmalığa inanıyor musun?
You believe all that nonsense?
Bu yüzleri değiştirme saçmalığına inanıyor musun?
Do you believe this nonsense about substituting faces?
Bu saçmalık! Ve o korkunç adam, o Kızılderili, burada yaşıyor.
And that horrible man - that Indian slipping in here.
Bu saçmalığı uyduruyorum ve sonra gerçek çıkıyor.
I dream up this charade, and it turns out to be true.
Daha önce sadece romantik bir saçmalıktı ama şimdi sanki bütün samimiyetiyle içimde çalıyor sanki yüreğimin atışı davula eşlik ediyor.
But now it's playing inside of me, all true and honest, as if my heart were beating the drum.
Kalmak isterdim ama bu saçmalık iştahımı kapatıyor. Kusuruma bakmayın.
I like to but this nonsense is wrecking my digestion.
Bütün bu saçmalıklarına rağmen okulda sıkı çalışıyor.
Even with all her foolishness, she work hard in school.
Barbara, bütün bunların saçmalık olduğuna inanmıyor musun?
Barbara, you don't believe all this nonsense.
Dinle Pedrucho, bu saçmalıkların bana sıkıntı yaratıyor.
Listen Pedrucho, your shenanigans are creating problems for me.
Benim için en büyük saçmalık,... doğmuş olduğum gerçeğinde yatıyor.
The greatest absurdity for me lies in the fact that I was born.
- Saçmalıkla canımı sıkıyor, dert değil.
- She only wants one thing.
Hakikaten zavallı çocuğun çarmıha gerili olduğu düşüncesi gözlerimi yaşartıyor,... bundan başkalarına bahsedince saçmalığın daniskası haline gelse bile.
In truth, the thought of that poor boy on the cross brings a tear to my eye, even if it would smack of the ridiculous if I told it to others.
Müşteri Bay Eric Praline Cardiff Arms Park'taki bu büyük olayın ihtişamı ve hatta saçmalığı karşısında afallıyor.
And the great customer, Mr. Eric Praline who is understandably awed by the magnificence and even the absurdity of this great occasion here at Cardiff Arms Park has finally gone spare.
- Bu saçmalığa inanıyor musun?
- Do you believe that nonsense?
Antonelli'yi al, tüm bu askerlik saçmalığına bayılıyor.
Pick Antonelli, he likes all that military crap.
Bu saçmalıklara sen inanıyor musun?
Do you believe all this crap?
Oh, bu saçmalığa inanıyor olamazsınız.
Oh, you don't believe in that nonsense.
Gerçekten bu saçmalıklara inanıyor musun?
Do you honestly believe this bullshit?
Ama bütün bu saçmalıklardan sıkıldım, anlıyor musun?
But I'm just sick of all the bullshit, you know what I mean?
Sadece anlamı olan ayrıntıları ve hayatın saçmalıklarını gösteren şeyleri, bir fark gözetmeden anlatıyor.
He simply relates... without discriminating between details that mean something... and those that simply show the absurdity of life.
İnsanlar benim hakkımda bir sürü saçmalık yazıyor.
People write so much crap about me.
saçmalıyorsun 156
saçmalıyorum 21
saçmalık 1235
saçmalama 1352
saçma 804
saçmalama lütfen 25
saçma sapan konuşma 57
saçmalamıyorum 22
saçma sapan konuşuyorsun 17
saçmalamayı bırak 40
saçmalıyorum 21
saçmalık 1235
saçmalama 1352
saçma 804
saçmalama lütfen 25
saçma sapan konuşma 57
saçmalamıyorum 22
saçma sapan konuşuyorsun 17
saçmalamayı bırak 40