Mıl перевод на французский
505,346 параллельный перевод
Bir saattir kımıldamadı bile.
Elle n'a pas bougée de toute l'heure.
Tamam, Isabella Stone'nun ve sıradaki hedefi olduğuna inandığımız,
Ok, nous avons une piste concernant Isabella Stone et l'homme que nous croyons être sa prochaine cible...
O tekerlekli sandalyeye bağlıyken suya girmek. Umutsuz bir adamın feci sonu, yardım derneğinin, azılı bir suçlunun yeraltı gemi şirketinin bir parçası olduğu ortaya çıkıyor.
Dans cette eau, attaché à cette chaise roulante, le dernier acte d'un homme désespéré, après que son oeuvre caritative ait été exposée comme faisant partie du cartel maritime clandestin d'un criminel notoire.
- Onu hedef aldığım için. Ona zarar verdiğim için.
- Pour l'avoir ciblé, lui avoir fait mal.
Onu almak için, ona yakın olanları almamız lazım.
Et pour l'avoir, nous devons avoir les gens proches de lui.
Beni öldüren adam.
L'homme qui m'a assassiné.
Onu kaldırdığımda, bana bir dakikalığına baktı.
Quand je l'ai ramassé, il m'a... regardé pendant une minute.
Doğum leken veya kütüphane kartın vardır umarım. Çünkü bu şey üzerinde ölürsek haberlerde
J'espère que tu as une marque de naissance ou une carte de bibliothèque, car quand on va mourir à bord de ce rafiot, l'article dira :
Bay Burt Bacharach'ın benim için özel olarak yazdığı kıymetli şarkıyı okurken siz de ekrandaki numarayı arayın.
Composez le numéro à l'écran pendant que je chante un trésor composé pour moi par M. Burt Bacharach.
Su ve yemek aldım, bu oyunları oynarız.
J'ai de l'eau, à manger et on peut jouer à des jeux.
- Sınırın var mıydı?
- Je l'ignorais.
Açılımı " Dur. Hayır.
Ça veut dire : " Dis.
Bence sığınakta karşılıklı rıza olan bir ilişki olması güzel ama şuna yaş sınırı koyalım.
c'est formidable de sentir la complicité entre les membres du bunker, mais restons décents.
Islak bir bebek mısır, bir şarkıcının en iyi dostudur.
Un maïs nain imbibé est l'ami du chanteur.
Mesela bebekken anne sütüne bayılırsın, yetişkin olunca da içersin ve "Amma da abartmışım" dersin.
Comme quand un bébé boit du lait. À l'âge adulte, on se dit : "Je ne vois pas l'intérêt."
Sadece tam iş üstündeyken "Ölü karım bile boğazımı daha iyi sıkardı." diye düşünmeni istemem.
Je n'ai pas envie que, pendant l'acte, tu te dises : "Ma femme décédée m'aurait étranglé plus que ça."
Yarım saat bekledim ve giyinme odasına döndüm. Çoktan revire gitmiştir, diyordum.
Je l'ai laissée une demi-heure, certain de la retrouver à l'infirmerie.
Onu hafife almışım.
Je l'ai sous-estimée.
Revire baktın mı?
Allez à l'infirmerie.
- İkisini de yapmadım.
Ni l'un ni l'autre.
Katılım güzel.
Bonne chance.
Bana açıkça yalan söylemişken ben hiçbir şey yapmadım.
Alors qu'elle m'a dit un mensonge évident, je l'ai laissée faire.
- Tamam, geyiğiniz bittiyse... -... içeri girip ona yardım edebilir miyiz?
Ok, si on arrêtait de jacasser, peut-on entrer et l'aider?
Bize baloncuğun üstündeki molozla durumu hakkında daha iyi bir fikir verecek görüntüleme yazılımını indirmeyi bitirmek üzereyim.
J'ai presque terminé le téléchargement du logiciel d'imagerie qui nous donnera une meilleure idée de ce qui se passe avec les débris sur cette bulle.
Tamam, yazılım hazır.
Ok, le logiciel est prêt.
Çarpılmaktan kaçıldığımız şu anlarda...
Tout en évitant... l'électrocution.
İşte bu yüzden Sly, yolladığımız fotoğrafları BDTÇ'ye yüklüyor. Bilgisayar Destekli Tasarım ve Çizim yazılımı.
C'est pourquoi Sly envoie les photos que nous lui envoyons au CDAO- - logiciel de Conception et de Dessin Assisté par Ordinateur.
Yeni doğan yoğun bakım birimlerinde malzeme ve steril oda olacaktır, fakat oraya varmak için öncelikle mikrop dolu insan sürüsünü atlamamız lazım.
Le service néonatal a les fournitures et la chambre stérile, mais pour l'emmener la-bas, on doit contourner des gens pleins de germes.
- Bu regülatörün içindeki filtreyi alıp, şu daha küçük tüpün maskesine takacağım yandaki hava deliklerini de steril tıbbi bantla kapattım mı... işte! ... saf hava alacak.
Je vais prendre le filtre du régulateur, le mettre dans le masque recouvrir les trous d'aérations avec du ruban adhésif et voila elle pourra respirer de l'air pur.
Bay Pearce, etilen oksit kullanamıyorsak o zaman bu et dolabını nasıl sterilize edeceğiz?
M Pearce, si on ne peut pas utiliser d'oxyde d'éthylène, alors comment allons-nous stériliser cette chambre froide?
Az önce Ajan Gallo aradı. İhtiyacınız olan şeyi anladım, bu tahliye fıçısını kullanabilirsiniz.
J'ai eu l'appel de l'agent Gallo, j'ai compris ce dont vous aviez besoin.
Pekâlâ, şamataya hazır mısın?
Prêt pour le tape à l'œil?
Geçen sene, seninle Walt'ın uyuşmanıza yardım etmişti.
Il vous a aidé Walt et toi à vous harmoniser l'an dernier.
- Sayısal olarak yeni saç modellerimi deneyebileceğim bir yazılım yaptım.
J'ai créé un programme qui me permet d'essayer numériquement des nouvelles coiffures.
Cihazımızın yazılımına ekleyebilirim.
Je peux le coder dans le logiciel de notre appareil.
- Bu maymunun kilit taşı olduğunu doğrulayabilirseniz DSÖ bilim insanları bir aşı geliştirebilir.
Si vous pouvez confirmer que le singe est immunisé, l'O.M.S pourra créé un vaccin.
Yani, bir kaç hafta önce beni çölün ortasında bir yılan yakalamak... -... zorunda bıraktınız ve başardım.
Je veux dire, vous m'avez fait attraper un serpent dans le désert il y a quelques semaines et je l'ai fait.
Diğer alanı kontrol edeceğiz, tamam mı?
Nous allons vérifier l'autre secteur, d'accord?
- Bir tırtıl beni ısırdı, şimdi de kaşınıyor.
Une chenille m'a mordu, et maintenant, c'est éruptif.
Pekâlâ, birisinin bu çiçekleri her yerine sürüp bu yaramazı aşağı çekmesi lazım.
Sortons déjà le petit bâtard de l'arbre. Quelqu'un doit frotter ces fleurs partout sur lui et attirer le petit polisson ici.
Aldım.
Je l'ai.
- Daha tırtılı bulmadın mı?
Est-ce que tu as retrouver la chenille?
Anladım.
Je l'ai.
- Nasıl yapacakmışım bunu peki?
Et comment je suis censé faire ça?
Bu bize ihtiyacımız olan patlamayı verecek.
Ça nous donnera l'explosion dont on a besoin.
Açıyı doğru ölçecek cihazlar olmadan, göz kararı yapmak zorunda kalacağım.
Sans instruments pour mesurer l'angle exact, je vais devoir y aller à l'œil.
Yapmamız gereken onları ezmek, kaynatmak ve Toby Amca'nın ev yapımı orman suyunu bu elemana içirmek.
Maintenant, nous avons juste besoin de les écraser, de les faire bouillir et de verser le jus de la jungle de l'oncle Toby dans ce gars.
Ağaçların tınlaşım frekansları vardır, tıpkı bir diyapazon ya da rölantideki motor gibi, tabii bu ağaç organik.
Les arbres ont des fréquences de résonance, comme un diapason ou un moteur de voiture au ralenti, sauf que l'arbre est organique.
Sly, Von Von ağacını araştır ve birisi tınlaşım frekansını hesaplamış mı bak.
Sly, fait des recherches sur l'arbre Von-Von et vois si quelqu'un a déjà calculé sa fréquence de résonance.
Ağacın titreşim frekansını nasıl hesaplayacağımız konusunda bir fikrim var.
J'ai une idée pour calculer la fréquence de résonance des arbres.
Çekiçle ağacın çeşitli noktalarına, değişik kuvvetlerle vuracağım. Tamam. Sen su şişesini izle ve suyun üst yüzeyinde dalgalanma gördüğünde...
Je vais frapper l'arbre avec le marteau à divers endroits avec une variété de force.