Английские фразы | Русские фразы | Турецкие фразы
Translate.vc / турецкий → португальский / [ G ] / Güneş ışığı

Güneş ışığı перевод на португальский

1,203 параллельный перевод
İleride güneş ışığı birden bir çeliğin üzerinde parladı.
A luz do sol a refletir em aço lá à frente.
Sonra güzel bir bahçede uzanmış yatıyordum. Güneş ışığında çıplak uzanmıştım. Ormandan bir adam çıktı.
Depois estava deitada num lindo jardim estendida nua ao sol e um homem saiu do bosque.
19 yıllık uzun kariyeri boyunca göz kamaştıran bir güneş ışığı gibiydi. Ama bu yıl, kendi bildiği yol ile 8'e 11'lik sayılar elde edip gölgelerin içinden tekrar gün ışığına çıkmak için savaşıyor.
Mantendo um brilhante lugar ao sol... durante dezanove anos de carreira, luta agora para recuperar de onze derrotas contra oito vitórias este ano, para sair da sombra e voltar ao seu lugar ao sol.
O sıralar güneş ışığına bağımlıydılar. Güneş kadar bol bir enerji kaynağı olmadan var olamayacakları sanıldı.
Na altura, elas dependiam da energia solar e pensou-se que não conseguiriam sobreviver sem uma fonte de energia tão abundante quanto o sol.
Ama inatçı bir güneş ışığı ilk günümzün sabahında yatak odamıza vuruyordu.
No entanto, um teimoso raiozinho de sol, brilhava sobre a nossa cama.
CTX, 6000 Kelvin üzerindeki güneş ışığından etkilenir.
O CTX responde á luz do dia a mais de 6 mil Kelvin.
Gereken tek şey güneş ışığı.
Só precisa que a superfície apanhe sol para fazer o seu trabalho.
Güneş ışığını ve aynaları pek sevmez. Sebze kokteyli içer.
Ele não gosta muito da luz do dia, ou de espelhos, e bebe V8.
Ne kazık, ne ateş ve hatta güneş ışığı bile.
Nem estacas, nem fogo, e o melhor de tudo, nem com a luz do sol.
İlkbahar sonunda, eğrelti otları ve kozalaklı ağaçlar en zengin hallerindeler kalın bir tente oluşturmuşlar, ve güneş ışığını azami şekilde soğurmaktalar.
No final da primavera, as árvores e coníferas estão em abundância e formou um teto espesso que absorve toda a luz solar.
Güneş ışığının kesinlikle giremediği kendi okyanuslarımızın diplerinde duman bacaları olarak da tabir edilen derin deniz bacalarının yakınlarında yaşam olduğunu gördük.
Sabemos que no fundo dos nossos oceanos, onde não há luz do sol, há vida perto dos respiradouros profundos, as "chaminés".
Sonra, güneş ışığında kaynayan, gece donan Merkür bulunur.
Há também Mercúrio, que ferve com a luz do sol, e gela de noite.
İlk fotoğraf gezegenin güneş ışığıyla aydınlanmış bölgesindeki yaklaşık 455 kilometrekarelik bir alanı kapsayacak.
A primeira fotografia cobrirá uma zona de aproximadamente 176 milhas quadradas na parte sólida do planeta.
Bu organizmalar hem nemi emebilecek kadar tuz tabakasından aşağıda hem de fotosentez için Güneş ışığını alabilecek kadar yüzeye yakın duruyorlar.
Estes seres estão suficientemente fundos no sal, para terem humidade, mas perto que chegue da superfície para a fotossíntese.
Bu enerji kaynakları yüzeyde güneş ışığından, derinliklerde jeotermal enerjiye kadar çok farklı şeyler olabilir.
Há muitas fontes de energia - luz solar à superfície ou energia geotérmica do interior.
Secchi'nin spektroskopu Güneş ışığını meydana getiren renkleri ayrıştırıyor ve ışığın belli bir bölgesini yakınlaştırabiliyordu.
O espectroscópio decompôs a luz do sol nas cores componentes, e depois aumentou a luz numa região.
Güneş'in kenarında sadece tutulmalar esnasında Güneş ışığının gözlerinizi kamaştırmadığı zamanlarda görebildiklerinizi görüyordunuz.
Podiam-se ver coisas que se vêm na borda do sol durante um eclipse.
Izgara buna benziyor. Güneş ışığını farklı renklere arıyor.
A grelha teria este aspecto, e decompunha a luz do sol nas suas cores diferentes.
Alman fizikçi Ludwig Bierman, 1947'de kuyrukları iten şeyin Güneş ışığından çok daha güçlü olması gerektiğini hesapladı.
Mas em 1947, um físico alemão, Ludwig Bierman, calculou que algo muito mais substancial tinha de estar a empurrar as caudas dos cometas.
Sebebin Güneş ışığı değilse geriye tek ihtimalin kaldığını onun da tanecik radyasyonu olabileceğini, Güneş'ten gelen taneciklerin emisyonlarının kuyrukla etkileşime girmesiyle yönlerinin Güneş'in aksi istikametinde olduğunu söyledi.
Disse que se não é luz solar, tem de ser a radiação corpuscular solar, a emissão de partículas do sol que afastam a cauda dele.
- Güneş ışığı şeklinde.
- Omni-direccional.
Yoldaki tüm virajlar, yamaçlar, tarlalar benim için ot ve güneş ışığı kadar tanıdık olmuştu.
Todas as curvas da estrada, todas as rampas, todos os campos. Tornou-se tão familiar para mim como a relva ou a luz do sol.
Evet, sadece biraz güneş ışığına ihtiyacı var, ve senin burası 2 taraftan da ışık alıyor.
Só precisa de sol, e aqui apanha sol por ambas as suas janelas.
- Sanırım güneş ışığından çok mahrum kalmış.
- O AIamo voltou.
Bu film, dışarıdaki güneş ışığına göreymiş, ama bu florasanda nasıl oluyor?
Este estoque de película diz é para luz de exterior, mas... como funciona em fluorescência?
Benimle söyle, güneş ışığı.
Repete comigo : "Sol".
Beyler, büromun güneşışığı.
Cavalheiros, a alegria da minha redação.
Karşılığında ben de bu uzun macera boyunca bana ilham kaynağı olan olağanüstü ve sınırsız nitelikleri hayranlık ve saygımı kazanan güneş gibi ışıl ışıl parlayan güzelliğiyle tek başına bile... sislerde kaybolan gemilere adeta deniz feneri olan, o zarif endamı şehvetli lezzetler vadeden ve kösnül dudakları tutkuları öpücükleri cezbeden kadına bağlılığımı sunmak istiyorum.
Gostaria, por minha vez, homenagear a mulher que me inspirou ao longo desta aventura... Cuja excepcional e qualidades abundantes suscitaram a minha admiração e meu respeito... Cuja radiante beleza deslumbra tão brilhantemente que poderia, sozinha, servir de farol a todos os navios perdidos no nevoeiro...
Saat bir olduğunda da henüz gelmemişti, iki olduğunda da ve o puslu mayıs gününde, güneş battığında bile babam halen eve dönmemişti.
Nem às 13 : 00. Nem às 14 : 00. Nem a hora alguma antes do pôr-do-sol nesse dia de Maio.
Senin geldiğin gün, güneşin doğmadığı, soğuk hücremde monoton hayatımı sürdürüyordum ama birdenbire hiçbir uyarıda bulunmadan güneş her şeyi ısıtmaya ve aydınlatmaya başladı. "
Quando vieste, foi como se o dia tivesse começado sem sol sombrio e frio. De repente, sem mais nem menos a luz do sol atravessou as sombras e iluminou tudo.
~ Güneş, mezarlığın üzerinde yükseliyor... ~ Gündüzün sıcağı, ateşten bir gömlek... ~ Vahşi kırlara geliyorum şimdi...
O sol está a nascer por cima do cemitério. O calor do dia deverá ser a minha prova. Agora estou a chegar ao campo de batalha.
Temiz iç çamaşırı ve fotoğraf makinemi almalıyım. Annemlere de balığımı beslemelerini söylemeliyim. Biraz güneş kremi... vitamin hapı ve sıkılmayayım diye trende oynamak için bir şeyler almalıyım.
E eu vou buscar roupa lavada, a minha máquina fotográfica, dizer aos meus pais para tratarem do peixe, protector solar, vitaminas e coisas para brincar no comboio para não me aborrecer.
Venüs yüzeyindeki hiçbir noktadan Güneş'i göremezsiniz ama gün ışığı bulutlardan sızar.
Nunca se vê o sol em Vénus, mas a luz do sol penetra as nuvens.
Güneş'in sıcaklığı arttıkça Dünya da buharlaşabilir. Dünya ; aşamalı olarak, adım adım, yaşamak için daha az tercih edilen bir yer haline gelecek.
À medida que o sol brilhar mais, a Terra poderá vaporizar eventualmente, por isso vemos que a Terra fica menos desejável para se viver.
Kutup bölgelerinde yeterince buz olduğunu varsayalım. Güneş'in parlaklığı artıp da Mars yüzeyinin sıcaklığı erime sıcaklığının üzerine çıkınca, kutuplardaki buzlar okyanusa dönüşecek ve Mars bir kez daha su açısından zengin bir yer haline gelecek.
Se há água sob as calotes polares, e o sol iluminar mais, e a temperatura de Marte subir acima do congelamento, as calotes polares transformar-se-ão em oceanos.
Güneş'in sıcaklığı arttıkça, uzak gezegenlerin uyduları Güneş Sistemi'ndeki hayat için en büyük umut olabilir.
À medida que o sol aquece, as luas dos planetas distantes talvez sejam a melhor esperança para a vida no sistema solar do futuro.
Dünya'daki hayat Titan'a göç etmese bile, Güneş'in sıcaklığı turtayı pişirecek kadar arttığında Titan'a has bir yaşam başlayabilir.
Se a vida da Terra não migrar para Titã, Titã poderá gerar vida, quando o sol aquecer o bastante para cozinhar a empada.
Ama Plüton, girdap sularının dünyası deniz yeşili Neptün ve gizemli bir şekilde güneşin etrafında tersinden dönen Uranüs gibi 2 devin uzak krallığında güneş sisteminin dış sınırında gezer.
Mas Plutão patrulha a fronteira exterior do sistema solar, no reino distante dos gigantes. Mundos de águas turbulentas, como o azul Neptuno, e Urano, que orbita misteriosamente o sol girando de costas.
Güneş'ten uzaklaştıkça çok farklı gezegenler ortaya çıkıyor. Ve Güneş'ten uzaklaşıldığı için sıcaklık düşüyor.
À medida que nos afastamos do sol há planetas diferentes, porque, ao afastarmo-nos do sol, as temperaturas descem.
İlk test sonucuna büyük ihtimalle toprakta bulunan ve Güneş'ten gelen yoğun morötesi ışınların yarattığı aşındırıcı bir kimyasal sebep olmuştu.
O resultado do teste inicial deveu-se provavelmente a um químico corrosivo no solo, criado pelas fortes radiações ultravioletas do sol.
Hayatın kaynağının su olduğu anlaşıldığında, Güneş Sistemi'nde hayat arayışı bir anda su arayışına dönüştü.
Se água era a chave, a busca de vida no sistema solar tornou-se numa busca de água.
33 ay boyunca Ay'da kalmanın bu sürenin yarısı boyunca Güneş radyasyonuna neredeyse tamamen korumasız olarak uzayın vakumuna - 250'den + 250'ye, toplamda 500 dereceye varan sıcaklık farkına maruz kalmanın cihaza ne yaptığına bakacaklardı.
estar no vácuo do espaço, que é quase total, e notar que a temperatura muda de - 250 para + 250, praticamente uma amplitude térmica de 500 graus.
Artık Güneş'in ışığı gözlerinizi kamaştırmıyordu. Bambaşka bir şey görüyordunuz.
Já não se ficava ofuscado pela luz do sol.
Atmosferimiz, ışığın ve ısının geçmesine izin veriyor. Ama bizi Güneş'ten gelen röntgen, gamma ve morötesi ışınlarından koruyor.
A nossa atmosfera deixa passar calor e luz, mas protege-nos dos raios X, raios gama e da luz ultravioleta do sol.
Öncelikle, bu ikisini H-alfa konumuna getirirsem bu hidrojen alfa anlamına gelir. Hidrojen denmesinin sebebi gördüğümüz ışığın Güneş atmosferinin içindeki hidrojen atomlarının ışıması sonucunda meydana geldiğini gösterir.
Quando mudo para as duas posições chamadas h-alfa, que quer dizer hidrogénio-alfa, assim chamadas porque a luz aqui vem dos átomos de hidrogénio na atmosfera do sol...
25 metre kadar altımızda Güneş'ten gelen ışığı enerji bileşenlerine ayıran bir ızgara var.
25 metros abaixo está uma grelha, que decompõe a luz do sol nos seus componentes enérgicos.
Güneş'in sakin bir yerine baktığında normal olan soğurma çizgileri, bir Güneş lekesinin izlediği yere yaklaşmasıyla önce genişlemiş, sonra ayrılmış.
Observando a parte mais calma do sol, viu linhas de absorção com aspecto normal. Depois, à medida que a mancha solar entrou para a ranhura, as linhas começaram a alargar e a partir-se.
Yani yüzeydeki Güneş lekeleri, aslında eğilip bükülen manyetik alanın yüzey dışına yaptığı halka şeklinde hareketten ibaret.
Uma mancha solar na superfície é apenas um campo magnético torcido e sulcado, saindo em arco da superfície.
Güneş'e sıkı sıkıya bağlı olmasına rağmen Güneş tacının tutulmalar esnasında görüldüğünden çok daha uzağa ulaştığını iddia etti.
Sugeriu que o halo, embora bem preso ao sol, chegasse muito mais longe que o que se vê durante um eclipse.
Uzayın derinliklerine, dış gezegenlerden çok daha uzağa ulaşan Güneş rüzgârlarının etkili olduğu bir bölgede yaşadığımız aşikâr.
Vivemos numa região dominada pelo vento solar, que chega ao espaço.
Acaba bu, Güneş rüzgârlarının ulaştığı son sınır olan gündurgun muydu?
Seria a heliopausa, a fronteira exterior do vento solar?

© 2017 - 2024 Translate.vc | [email protected]