English phrases | Russian phrases | Turkish phrases
Translate.vc / Türkçe → Portekizce / [ B ] / Bağır

Bağır Çeviri Portekizce

8,418 parallel translation
- Biraz daha bağır bari.
Diz mais alto.
Duvarları yumrukluyordu anlamsız şeyler söyleyip bağırıyordu ben de polisi aradım.
Batia nas paredes e gritava coisas sem sentido, então sim, chamei a polícia.
O gece ilerleyen saatlerde, yatmak için hazırlanırken alt kattan bağırışlar duydum.
Mais tarde naquela noite, preparava-me para dormir quando ouvi gritos no rés-do-chão
Annalise bağırıyordu.
Gritos da Annalise.
Bir yandan bağırıyordu : "Seni öldürürüm, işe yaramaz adi..."
Ela gritava : vou matar-te, seu inútil de...
" Bana neden bağırıyorsun Baba?
" Porque estás a gritar comigo, papá?
Pakistanlı adam cep telefonunda başka bir Pakistanlı adama bağırıyordu ben arka koltukta oturuyordum ama beni resmen görmezden geldi ben de "evet dostum, böyle devam et" diyordum.
Estava um paquistanês ao telemóvel a falar com outro paquistanês a ignorar-me completamente, e eu sentado no banco de trás, "Sim, é mais isto."
Kaldırımın ortasında durdum diye bana bağıran adam hariç.
Mas um tipo gritou comigo por parar no meio do passeio.
Neden bağırıyorsun?
Porque estás a gritar comigo?
Babasının bağırışlarını duyarmış. Bir şeylerin kırıldığını, annesinin ağlamasını.
Ele disse que conseguia ouvir o pai a gritar, coisas a partir-se, a mãe a chorar.
Bağır bana!
Grita comigo!
- Nasıl oluyor da durmadan bağırıyor?
- Como é que a fazemos parar de gritar?
Akabinde Bush'un filo komutanı Buck Staudt'u aradım ve bana bağırıp çağırmaya başladı.
Depois eu chamo Buck Staudt, comandante do esquadrão de Bush...
Hedef gösteriyor ve bağırıyorlar.
Eles apontam e gritam.
Ve her şey en sonunda bittiğinde, öyle yüksek sesle bağırıp tepinmişlerdir ki asıl konunun ne olduğunu bile hatırlayamayız.
E quando finalmente acabou... E ele chutou e gritou tão alto... Que nem me lembro que ponto era....
Aynen ama bunda etrafta koşuşturup "Sizi şekerli suyla besledim niye beni ısırıyorsunuz?" diye bağıran bir deli yok.
Isso, só que sem um lunatico correndo por ai gritando, "Eu te dei agua com acúcar, por que esta me mordendo?"
Fısıldıyor olmasa avazı çıktığı kadar bağırırdı yani.
Como se estivesse a gritar se não tivesse de sussurrar, entendes?
Ben sakinleştiriyordum o da olduğu yerde köpürüp bağırıyordu.
Eu a dissuadi-lo, ele a espernear e gritar até a raiva desaparecer.
Ne kadar acıttığını biliyorum. Bütün vücudun. Sesini duyurmak için bağırıyorsun.
Eu sei o quanto te dói... é o teu corpo, tu gritas para ser ouvida.
Sonra arkasından böyle bağırırım :
Nem mesmo um gole.
Karın sanki klavsen doğuruyormuş gibi bağırıyor.
Parece que a tua mulher vai dar à luz um elefante.
Bağırıp çağırıyorlar, ayaklarını yere vuruyorlar ama bir gün yerimize geçecek olsalar, omuzlarımızdaki yükü taşıyacak olsalar...
Gritam e berram e batem o pé no chão, mas se tivessem de passar só um dia na nossa pele, o peso que carregamos nos ombros...
Bırak bağırıp çağırma işini başkaları yapsın.
Deixe que os outros gritem e berrem.
- Evet hayatım. Ama bir anda, birkaç hippi duvardan çıkıp geliyor düşük ücretli evlerle, kuşların öldürülmesiyle ilgili bağırıp çağırıyorlar.
E, de repente, apareceram uns hippies a gritar sobre casas de baixo custo e matar pássaros.
Bir beyaz gibi davrandığımı ve bir beyaz olmak istediğimi söyleyerek bana bağırıyor.
A Jenny estava lá, a gritar comigo. A dizer-me que agi como um branco, que queria ser como eles.
Bağırışlarınızı duydum. Söylediklerinizi değil.
Ouvi-vos gritar, não o que disseram.
Şu arkada içiyordum ve içlerinden birisi bağırıp duruyordu "Bu senin baban değil mi?" Ama ben görmezden geliyordum.
Eu estava sentado lá atrás, e um deles estava a gritar : "Não é o teu pai?" mas eu ignorava-o.
Bağırsakların kırgı bayır gibi.
Os seus intestinos parecem uma zona erma.
İnsanlar, yıllardır hayvan bağırsaklarından Johnny kılıfları yapıyorlar.
As pessoas fazem boas camisinhas com intestinos de animais, há anos.
Bazıları telefonla arıyor, diğerleri de sokakta ona bağırıyordu.
Alguns telefonavam, outros insultavam-na na rua.
Sage saldırı eğitimli bir Pomeranya köpeği ve emirle senin bağırsaklarını çıkarır!
A Sage é um Lulu da Pomerânia treinado e esventra-te, se eu a mandar!
Danny acıyla bağırıp ağlıyordu.
O Danny estava a gritar e a chorar.
Eğer seni orada görürsem, "Polis" diye bağırıp seni işaret ederim.
Se eu te vir lá, vou apontar e gritar "polícia".
Bağır ona Roth!
Dispara, Roth!
Adamım, bağırıyordum çünkü pencereden içeri baktım ve yerde bir ceset yatıyordu.
Eu estava a gritar porque olhei através da janela, e... estava um morto deitado no chão.
- Yutulur ve bağırsaklara takılır.
- Dutch. - É engolida e fica nas tripas.
- Ona bağırıyorsun. Sanki o suçluymuş da haklı olan senmişsin gibi davranıyorsun. - Ama gizlice ilişki yaşayan sendin.
Tu gritavas com ele, e ages sempre como se tivesses tu a razão, mas foste tu que tiveste um caso.
Hepsi orada gülüyor ve sırıtıyorken bağırmamı ve sinirlenmemi yazmayacaklar mı?
Não irão escreverão sobre mim a gritar e a ser histérica... Todos eles ali em pé, a rir e a dar gargalhadas?
- Amma bağırıyordu, dostum.
- A tipa gritava que se fartava, meu.
Şövalyelerle aralarında özel bir bağ vardır.
Os cavaleiros têm uma ligação especial com eles.
- Hayır ama sen kaos bağımlısı olmuşsun Fiona.
- Estás a gozar comigo? Não, é que tu és uma viciada em caos, Fiona.
Ben de bağımlılara bağımlıyım. Yani kaosa bayılırım. Olur da kaosa bulaşırsam kötü şeyler olur.
E eu sou o viciado dos viciados, então amo o caos e quando eu entro no caos coisas más também entram.
CBS, haberin nasıl oluşturulduğunun araştırılması için bağımsız bir heyeti görevlendirmek istiyor.
E a CBS quer nomear um painel independente... Para dar uma olhada em como a história foi colocada junta.
Bize günlük rızıklarımızı ver. Bizim bize karşı olanların hatalarını bağışladığımız gibi Sen de bizim hatalarımızı bağışla. Bizi günahtan ve Şeytan'dan uzaklaştır.
O pão nosso de cada dia nos dai hoje e perdoai as nossas ofensas, assim como nós perdoamos a quem nos tem ofendido, e não nos deixeis cair em tentação, mas livrai-nos do mal.
Oğlum, ne diye bağırıyorlar bilmiyorum.
Meu, não sei porque estão eles aos berros.
Argyll Dükü'nün yazılı izni olmadan bağışlanmayacak kadar ciddi nitelikte suçlamaların olduğunu söyleyince korkarım hayal kırıklığına uğradı.
Receio que ficou desapontado quando lhe disse que as tuas acusações são de tamanha gravidade que não poderás ser solto sem uma carta do Duque de Argyll.
Bir dahaki bağışta hâlledebilirsin, eminim işler daha iyi olacaktır.
Bem, podes pagar no próximo trimestre, quando, certamente, as coisas tiverem melhorado.
Bağımsızlığı, biz fırtına faaliyeti toplayıp vardır.
Vês?
- Hayır ben 250 bin dolar demiştim çünkü sen 50 bin dolar bağışta bulunacağını söylemiştin.
Não, eu disse que juntava $ 250 000 porque disseste que doarias $ 50 000.
İzlanda'da bir laf vardır... Uyuşturucu bağımlısını, bağımlı yapan şey uyuşturucunun kendisi değil, gerçekten kaçma isteğidir.
Na Islândia diz-se que não são as drogas que fazem um toxicodependente, é a necessidade de fugir da realidade.
Mars bağımsız bir askerî güçtür ve iç gezegenler Asteroit Kuşağı kaynaklarına bağlıdır.
MARTE É UMA POTÊNCIA MILITAR INDEPENDENTE. OS PLANETAS INTERIORES DEPENDEM DOS RECURSOS DO CINTURÃO DE ASTERÓIDES.

© 2017 - 2024 Translate.vc | [email protected]