Imkânsız Çeviri Portekizce
3,428 parallel translation
Evet sorun şu ki kundakçının bir düzeni var ve bunu bulamazsak sıradaki hedefi öğrenmemiz imkânsız.
Pois, o problema é que... os incendiários, têm um padrão, e sem saber isso, não temos maneira de o encontrar antes dele apanhar o próximo alvo.
Ve hepsi de açıklaması imkânsız durumlar.
E todas elas são quase inexplicáveis.
İnanması... - İnanması imkânsız, biliyorum ama...
Eu sei que é... algo impossível de acreditar, mas...
Bu Wesen'ın elinden kaçmak âdeta imkânsız.
Libertar-se desse Wesen é praticamente impossível.
- Pekâlâ, bilim "Yok" diyor. Ama bu kadın imkânsız şeyleri biliyordu.
Pronto, a ciência diz que não, mas ela sabia coisas impossíveis.
Dünyada, böylesine imkânsız bir şeyi başarabilecek sadece birkaç kadın var.
São poucas as mulheres neste mundo que conseguem algo tão impossível.
Aslında bu imkânsız ama gerçekten konuşmak istiyor yani.
Isso seria impossível, mas quer falar contigo.
Işınlanma esnasında zamanı durdurmanın imkânsız olduğu ispat edildi baban için bile.
Parar o tempo durante o teletransporte revelou-se impossível, até para o teu pai.
S.H.I.E.L.D.'a sızmak benim için imkânsız olurdu.
Seria impossível para mim piratear a SHIELD.
Damon Salvatore kaçılması imkânsız güçlendirilmiş bir hücrede kilit altında.
O Damon Salvatore está preso numa cela fortificada e impenetrável.
Takip etmek imkânsız!
- não há como rastreá-lo.
Bileklerinde bağlanma izleri var ve ne kadardır kayıp olduğunu söylemek imkânsız.
Tem marcas de algemas nos pulsos, e não sabemos há quanto tempo anda desaparecido.
Olay yerinde bulunan hiçbir kişisel eşya yok ve yaralarının şiddeti resmi olarak tanınmasını imkânsız hâle getirmiş.
Nada de pessoal foi encontrado no local, e os ferimentos feitos tornaram o reconhecimento impossível.
Bu imkânsız.
- É impossível.
Malcolm'ın bu aramayı yapması ve ve karısı telefonu kapar kapamaz yatak odasına dönmesi imkânsız.
Não há como o Malcolm ter feito aquele telefonema e ter voltado ao quarto no momento em que a mulher desligou o telefone.
İyi olmalarının imkânsız olduğunu düşündüğü erkekleri.
Homens que ele acha que são bons demais para ser verdade.
Toplar daha sonra çantadan çıkartılır, ağırlık ve ebatları ölçülerek lastik eldiven takan insanlar tarafından makineye yerleştirilir. Böyle bir şey yapmak istatistiksel olarak imkânsız.
As bolas são retiradas da mala, pesadas, medidas e colocadas na máquina por pessoas a usar luvas, fazendo disto... uma impossibilidade estatística.
Sevgili Rupert, kondansatörler olmadan zaman makinesini yapmak tamamen imkânsız olacak.
Céus, Rupert, sem aqueles condensadores, vai ser completamente impossível construir uma máquina do tempo funcional.
Yüz yapılandırması neredeyse imkânsız olacaktır.
Uma reconstrução facial será, virtualmente, impossível.
Bu cinayet mahallinde olma olasılığını imkânsız kılar.
Não é possível ter estado no local do crime.
Bu kurbanın ayağa kalkıp kaçması neredeyse imkânsız kılar.
Sendo difícil para a vítima levantar-se e quase impossível fugir.
Bilimsel olarak imkânsız.
É cientificamente impossível.
- Bu imkânsız.
É impossível.
Peter, bu imkânsız.
Peter, isso é impossível.
Şu anda parayı elektronik olarak göndermeleri imkânsız o yüzden fiziksel olarak taşınması gerekiyor.
Agora, é impossível para eles transferirem o dinheiro para lá. Então, eles têm que levá-lo via transporte.
Bu tasarının yapılması neredeyse imkânsız duruyor anlıyor musun?
Esta lei tem sido quase impossível de elaborar, está a perceber?
Bu imkânsız çünkü ben kartlarıma çok dikkat ederim.
É impossível porque mantenho os meus cartões muito organizados.
Ayrıca istasyonda durup bir ev bulmak artık kolay değil. Bu yabancı, soğuk şehirde bir ayının ait olacağı bir yer görmek imkânsız.
Não é suficiente ir à estação e encontrar um lar... não consigo imaginar como um urso simpático pode... encontrar uma casa numa cidade tão grande...
Hukuki bir sebep olmadan imkânsız.
Isso não vai acontecer sem um motivo legal que o justifique.
- Bu imkânsız.
Não é possível.
Çektiği acı o kadar çoktu ki Bayan Brittain bu bir şey yapmasını imkânsız kılıyordu.
A dor era demasiado grande, Sra. Brittain. Tornou tudo o resto impossível.
Ruslar, güçlerini korumak için oyunları berabere bitiyorlar ve puanlarını şişirmek için oyundan çekiliyorlar bu da istatistiksel olarak kazanmamı imkânsız yapıyor.
Os russos estão empatando jogos de propósito para se pouparem e perdendo jogos para manter os pontos, tornando estatisticamente impossível eu vencer.
Ama iş gereği ondan bahsetmem imkânsız.
Mas por razões profissionais é impossível para eu falar qualquer coisa que tenha a ver com ela.
Seks onun için imkânsız olmalı çünkü bu işten keyif almalı.
O sexo deve ser impossível para ele, pois implica prazer.
Ama hikâyenin konusunu imkânsız bir şey gibi görmeliler. Şayet akla yatkın olursa.
Mas tem de se sentir que é ela o tema impossível do texto, se é que isso faz sentido.
- Ama şimdi bunun imkânsız olmasını istiyorsun!
Só queres agora, que é impossível!
- Bu imkânsız ama.
- Estou-te a dizer que a porta estava fechada e o alarme desligado. - Isso é impossível.
Bu imkânsız.
Isso é impossível.
İmkânsız.
- Impossível.
Hayır, bu imkânsız.
Não.
İmkânsız.
Impossivel.
Görünüşe göre bu büyüklükte ve kalitede bir elmas çoğunlukla imkânsız görünse de elmas üretiminin Kutsal Kâse'si gibi. Evet.
- Sim.
Aaron, bu imkânsız.
- Não. Aaron, isso é impossível, eu...
- Hayır, bu imkânsız!
- E ainda assim...
İmkânsız göründüğünü biliyorum ama başarabiliriz!
Sei que parece impossível, mas nós conseguimos!
İmkânsız olup olmaması önemli değil onuncu adam diğer dokuzunun yanıldığını düşünerek araştırmaya başlar.
Por mais improvável que pareça... ele tem que partir do princípio... de que os nove estão errados.
İmkânsız!
Não é possível!
Hayır imkânsız!
Não, é impossível.
Bu imkânsız işte.
Bem, isso não será possível.
Ve bu adam, yozlaşmış dediğiniz bu adam hiç abartısız kendisi üç yüz yıl sonra dünyanın ürettiği en büyük sanatçıdır. - İmkânsız!
Nestes homens, nestes homens visionários vejo a escola artística mais nobre que o mundo produziu nos últimos 300 anos.
- İmkânsız falan değil!
Não é impossível!