English phrases | Russian phrases | Turkish phrases
Translate.vc / English → Turkish / [ H ] / He's an old man

He's an old man translate Turkish

227 parallel translation
And then, someday, when he's an old man and his grandchildren ask him about Mata Hari he must tell a great lie, say that she was a wonderfully good woman.
Ve sonra bir gün, yaşlı bir adam olduğunda ve torunları ona Mata Hari'yi sorduğunda... koca bir yalan söylemeli ve O'nun harika bir kadın olduğunu anlatmalı.
He's just an old man.
İhtiyar biri.
Well, I wouldn't pray just for an old man that's dead because he's all right.
Ölmüş, yaşlı bir adam için dua etmek istemem, çünkü onun bir derdi yok.
You don't hear him beefing, and he's an old man.
Şikayet ettiğini duymazsın, hem de yaşlı.
After all, he's an old man...
Altı üstü, ihtiyar bir adam.
He's an old man.
O yaşlı biri.
Don't hurt him, Nelson, he's an old man!
Canını yakma Nelson, yaşlı bir adam.
He's an old man, rumored to be brutal, who's now retired.
Yaşlı biri, acımasız olduğu söylentisi çıkarılmıştı. şimdi emekli.
He's an old man.
- O yaşlı biri.
What do you mean by mocking an old man as he's teetering at grave's edge?
Bir ayağı çukurda ihtiyar bir adamla alay etmek de neyin nesi?
He's an old man, they won't hurt him.
İhtiyarlara dokunmazlar.
Of course, should he want to drag it because he's an old man, then let him say so, and I will understand.
Elbette, bundan vazgeçmek isteyebilir çünkü o yaşlı bir adam, o zaman söylesin, bende anlarım.
He's an old man
O yaşlı bir adam.
In the fight game he's an old man.
Boks dünyasında ise yaşlı.
Oh, he's an old man.
Oh, o yaşlı bir adam.
He's an old man and he's outlived his usefulness.
O yaşlı bir adam ve yaşamı artık yararlı olmaktan çıktı.
He's an old man.
İhtiyarın teki.
Not really. I got an old man, give him a jug of Wine, he's happy.
Nasıl olduğunu bilirsin. - Pek bilmem. Benim babam bir sürahi şarapla mutlu olur.
He was an old man who fished alone in a skiff in the Gulf Stream and he had gone 84 days now without taking a fish.
Küçük kayığıyla yalnız başına Golf Akıntısı boyunca balıkçılık yapan yaşlı bir adamdı. Bir balık yakalayamayalı 84 gün olmuştu.
After all, he's an old man
Üstelik yaşlı biri olduğunu da unutma.
He was just as proud an old rooster. You know, there was his son marching off to war to become a man.
Görünen o ki aşağıda çalışıyorsun.
He's an old man now
O artık yaşlı bir adam.
When an old man buys a bunch of sick Mexican cows it means he's over the hill.
Yaşlı bir adam bir avuç hasta Meksika ineği satın almışsa, işi bitmiş demektir.
He's just an old man in strange skins.
O sadece ilginç tulumlu, yaşlı bir adam.
He's an old man.
O yaşlı bir adam.
- He's an old man.
- Yaşlı bir adam.
He's an old man.
O çok yaşlı.
There is an old custom among my people. When a woman saves a man's life, he is grateful.
Halkımın eski bir geleneği var - bir kadın bir erkeği kurtardığında, erkek minnettar olur.
He'll be an old man by the time I get out of jail!
Ben hapisten çıktığımda o yaşlanmış olacak!
He's an old man at 25 years. - Ah yes.
- O, 25 yaşında bir ihtiyar.
He's an old man like you, only coloured.
Senin gibi yaşlı bir adam, ama siyah.
Can't you see he's an old man?
Yaşlı bir adam olduğunu görmüyor musun?
I mean, he's an old man, poor thing.
Çünkü o yaşlı bir adam.
Your old man, he's got an acre of it.
- Senin adam bir ton mal buldu.
He's an old man.
İyice yaşlanmış.
An old man's got'em, and he's holding'em.
Yaşlı adamın teki yakalamış onları ve emniyete almış.
He's an old man now, living not far from here.
Artık yaşlandı ama buradan çok da uzakta değil.
He's an old man.
Çok ihtiyarladı.
On a bench close by an old man stares into space for hours on end ; his is mummified, perfectly still, with his heels together, his chin leaning on the knob of the walking-stick that he grips tightly with both hands, gazing into emptiness, for hours.
Yakınındaki bankta oturan yaşlı bir adam saatlerce boşluğa bakıyor ; mumya gibi hareketsiz, topuklarını birbirine dayamış çenesini iki eliyle sıkı sıkı tuttuğu bastonunu üzerine yaslamış boşluğa dalıp gitmiş saatler önce.
He's an old man.
Yaşlı bir adam.
He's an old man.
O ihtiyarın teki.
Well, he's an old man.
Yaşlı adam ne de olsa.
But he's an old man.
- Hayır ama ihtiyarladı.
So to us, he's an old man.
Yani bize göre o yaşlı.
- He's supposed to be an old man.
- Yaşlı bir adam olması gerekiyordu.
There's an old man here, Father Joseph... - he ain't spoken in 45 years.
Burada yaşlı bir adam var, Peder Joseph. 45 yıldır konuşmamış.
He's an old man. And his prejudices are very strong.
O yaşlı bir insan Yargıları çok kuvvetlidir.
- He's an old man!
- O yaşlı bir adam!
I have heard that he's an old man who rules over barren country by the sea.
Deniz kenarındaki çorak ülkeyi yöneten yaşlı biri olduğunu duymuştum.
- He's an old fashioned man.
- Babam kızar sonra.
The man Uncle Red had gone to see was more than a gunsmith. He was, Uncle Red said,'an old world craftsman'.
Amcamın gittiği adam sadece silah yapan normal biri değil eski bir zanaatkarmış.

© 2017 - 2024 Translate.vc | [email protected]