Seat translate Turkish
22,218 parallel translation
I've got the child seat in the back, a ninja turtle I pretended was a gun, and this is my son's hat.
Arkada çocuk koltuğu bile var, silah olarak ninja kaplumbağayı kullandım, bu da oğlumun şapkası.
Take a seat.
Otur.
I know you're gunning for a congressional seat.
Kongrede bir koltuk kovaladığını biliyorum.
You know what, "Stubbles," why don't you have a seat, I'll walk you through it.
Kirli Sakal, neden oturmuyorsun, anlatacağım.
Em, get in the driver's seat, key on, pedal to the metal when I say.
Em, sürücü koltuğuna geç, anahtarı tak ve söylediğimde gaza bas.
No, it's stuck between the seat!
- Koltukların arasına sıkışmış!
You should probably have a seat.
- Sanırım oturmalısın.
Is this seat taken?
Burası boş mu?
Sir, you have to put on your seat belt.
Beyefendi, emniyet kemerinizi bağlamanız gerekiyor.
Thank you, have a seat.
Teşekkürler, oturun lütfen.
You want a seat at the table.
- Masada bir koltuk istiyorsun.
I want to get a good seat.
Iyi bir yer kapmak istiyorum.
Take a seat.
Geç otur.
- Can I have a seat?
- Oturabilir miyim?
The last time he rode in a car seat.
Araba koltuğuna oturttuğum son zamanı.
Eric Watson, he's just a seat filler.
Eric Watson sadece bir figüran.
Come and have a seat.
Gel de otur.
Are you stuffed like a greased pig under the seat of a bus with people that smell like shit?
Bok gibi kokan insanlarla yağlı domuzlar gibi otobüs koltuklarının altına yerleştirildin mi hiç?
Sure, have a seat.
Olur, otur tabii.
I have a ringside seat while you got whisked away.
Sen uzağa götürülürken ön sıradan izlemiştim ben.
Right, if you believe in the right things, ate the right things, wore our goddamn seat belts...
Evet, doğru şeylere inanırsan doğru beslenirsen, o salak emniyet kemerlerini bağlarsan...
For too long, girls here have taken the back seat.
Uzun zamandır, kızlar ikinci plana atılıyor.
Have a seat.
- Otursana.
Have a seat. Drinks on me.
- Otur bakalım, içkiler benden.
Mr. Sutherland, I'm going to have to ask you to give up your seat for a movie star and his companion.
Bay Sutherland, o koltuğu bir film yıldızına ve arkadaşına vermenizi rica edeceğim.
I'm replacing you on the board, and I'm giving your seat to Jared.
Kuruldaki yerinden alıyorum seni. Yerine Jared'ı koyuyorum.
The board seat.
Kurul koltuğu.
Please, uh, have a seat, Mr. Garrison.
Lütfen, uh, oturun, Bay Garrison.
Uh, please have a seat, Mister...
Uh, lütfen oturun, Sayın...
Come have a seat.
Gelip oturun lütfen.
You know, I'm gonna move over a seat.
En iyisi yer değiştireyim.
Very nice. Return to your seat immediately.
Şimdi masana dön çabucak.
And a front seat you could fit all your newborn babies on.
Ve yeni doğmuş bebeklerin oturabileceği ön koltuklar.
Guessing my kid's car seat really scared you off, huh?
Sanırım çocuğumun araba koltuğu seni gerçekten korkutup kaçırdı, ha?
- Jesus, I think this is something you're gonna wanna hear, so why don't you have a seat?
- Bakın ben gerçekten istemiyorum... - Jesus, sanıyorum bunları duymak isteyeceksin, o yüzden neden oturmuyorsun?
I've taken a back seat with you, but that's also gonna change.
Sana karşı geri planda kalmıştım, ama bu da değişecek.
- Bro. - We saved you a seat. - Cool.
Sana koltuk tuttuk!
A baby seat?
Bebek koltuğu mu?
Well, come on in! Take a seat.
Gelin hadi, oturun.
Should we save a seat for miles?
Miles'a yer ayırayım mı?
Please, have a seat.
- Lütfen oturun. Kerry? - Ayrık adımlar.
- Shall we sit at this window seat?
Pencere korusuna mı oturalım?
Please, have a seat.
Lütfen oturun.
- I'm already in the hot seat with Blair.
- Blair ile birlikte ateşten koltuk benim zaten.
- They found his car on a bridge in New Jersey, doors open, his ID laid out on his seat. - What?
- Ne?
Have a seat.
Otursana.
Have a seat.
- Otur.
Grab a seat.
Otur.
Why don't you have a seat?
Otursana.
Have a seat.
Otur.
Have a seat.
Buyur, otur.