Kalmadı translate English
21,995 parallel translation
Hayır, hiç kimse gerçekten zorunda kalmadıkça oraya gitmez.
No, nobody goes out there unless they really have to.
Kim bu insanların zorunda kalmadıkça görmeye gitmeyeceği kişi?
Who is this person nobody goes to see unless they have to?
Bilecek kadar uzun kalmadın yanımda.
- I... you... you don't know everything that I've been through, Dad. You haven't been here long enough to know.
Kaderin seçimiyle bir işim kalmadı.
I'm done letting fate choose for me.
En azından arabayı çekmemize gerek kalmadı.
Uh, at least we don't have to tow it anywhere.
Başka şansımız kalmadı.
We are left no choice.
Hayır, hayır, bu pislikle işim kalmadı.
No, no, I'm done with this crap.
Piyasayı açtığı için yeniden oylamaya gerek kalmadı.
He's validated the market so there's... there's no reason to revote.
Tosta sürecek kadar bile kalmadı ondan.
There's not enough left of him to spread on toast.
" İlişkimizde artık mesleki dürüstlük kalmadı.
" Our relationship no longer has any professional integrity.
İyilik ya da kötülük, doğru ya da yanlış kalmadı.
There is no more good, there is no more bad, right or wrong.
İyilik ya da kötülük diye bir şey kalmadı, artık böyle.
There is no more good. There is no more bad. This is how it works now.
Çok zamanımız kalmadı.
We don't have a lot.
- Toz kalmadı.
- There's no more Bugles.
Hiçbir şey kalmadı.
There's no more of anything.
Geriye yönetecek bir iş kalmadı.
There's no business remaining to manage.
Hayır, gerek kalmadı.
No, she didn't have to.
Elinde hiçbir şey kalmadı yani.
Jesus. So, he walked away with nothing.
Kevaşe, zaman kalmadı!
Skank, there's no time!
Yapabileceğimiz başka bir şey kalmadı.
There's nothing more we can do.
Gerçekten bir hiç pahasına olur çünkü hiç paramız kalmadı.
That will have to be for literally nothing because we're out of money.
Kimse zor durumda kalmadı!
Not one loose strand!
Artık onun gibilerden kalmadı.
They don't make'em like her anymore.
Bir de çöplerimizi atacak yer kalmadı derler.
And they say we're running out of room for our garbage.
Homer Simpson,... bana teklif edecek hiçbir şeyin kalmadığı her zaman, beni varoluşçuluğun doğuşuna kadar götürüyorsun.
Homer Simpson, just when I think you have nothing left to offer, you whisk me to the birthplace of existentialism.
Evet. Bayıltıcı gaza marûz kalmadın.
You avoid the knockout gas.
Aslında kalmadı. Parti başlamak üzere.
And with time to spare!
Bu hafta sonu için planım kalmadı.
I don't have any plans this weekend anymore. Free man.
Orada fazla kalmadık.
We weren't there long.
Babanın arazisiyle bahis oynamana veya onlara televizyonla rüşvet vermene gerek kalmadı üstelik.
Didn't even need to bet your daddy's land or bribe'em with a TV, neither.
Şimdilik bu bir spekülasyon, ama yetkililer bu çapta bir patlamanın ardından kimsenin hayatta kalmadığından korkuyorlar.
For now, that's just speculation. But authorities fear a blast of this magnitude will have left no survivors behind.
Kimsenin söylemesine gerek kalmadı.
- Nobody. Nobody had to tell me.
Henshaw ve Güvenilir Kızımız işten elini ayağını çektikten sonra DEO'da güvenebileceğim kimse kalmadı.
Once Henshaw and his Trusted Girl Friday stepped down, I had no one at the DEO to trust.
İskender sahip olduğu bölgenin büyüklüğünü gördüğünde başka fethedilecek yer kalmadığı için ağlamış.
When Alexander saw the breadth of his domain, he wept, for there were no more worlds to conquer.
Zorda kalmadıkça onları öldürmeye gerek yoktu.
There was no need to take their lives if we didn't have to.
Tamamlanacak ben kalmadığı zaman
♪ When there's no me left to complete?
Mahkemeye gitmek zorunda bile kalmadık.
Wow, and we didn't even have to go to court. You're so cool.
Beni vazgeçirmek için şansın kalmadı.
Missed your chance to talk me out of it (! )
- O kadar uzun süre görevde kalmadım.
- Well, I never made it that far.
- Zaman kalmadı!
- We're running out of time.
- Geç kalmadık.
- It's not too late.
Hiçbir şeyimiz kalmadı.
Now we have nothing.
Kimse kalmadığından burada buldum kendimi.
I'm just here by default.
Bu ikisi için aramadığımız yer kalmadı.
Look, we're really scraping the bottom of the barrel with these two.
Eğer farketmediysen, pek fazla arkadaşım kalmadı.
In case you haven't noticed, I don't have many of them left.
Kumar oynayıp kaybettik, hiç paramız kalmadı.
We lost in the casinos so we got no cash!
- Hiç kalmadığını söyle. Hiç kalmadı.
Nothing left.
- Senden başka kimse kalmadı.
I swear you are, like, the only one I have left.
Hiç başka biletim kalmadı
I don't have any more tickets... or now a will to live.
Artık hiç zamanımız kalmadı!
Now we're out of time.
Zamanımız kalmadı.
Now we're out of time.