Dolu translate Spanish
31,707 parallel translation
Marissa kaç hap daha attı bilmiyorum, ama deniz tarağı dolu tencerenin içine bayıldı.
No sé cuántos más píldoras tomó Marissa, Pero se desmayó en una olla de vapor de almejas.
Faiziyle birlikte toplam borcun karaborsa böbrek dolu bir mahalleyi geçtiğini söylediler.
Bueno, el monto principal más el interés, me han dicho que más o menos lo que vale un riñón en el mercado negro.
Bu kertenkele bok dolu!
¡ Este lagarto vigía está lleno de caca!
Sürprizlerle dolu.
Nunca deja de sorprender.
Neşe dolu bir insanmış.
Tan alegre.
Yabancı paralı askerler ile dolu bir gemide yelken açmak üzeresin.
Estáis a punto de zarpar en un barco lleno de mercenarios que no conocéis.
- Sana da öyle. Etrafımız imkânsızlıklarla dolu.
No tiene muchas alternativas.
Geçmiş benim için boşluklarla dolu Theo.
El pasado está lleno de agujeros para mí también. Theo.
Etrafım, istediğimi bana getirebilme konusunda iyi olan insanlarla dolu.
Me rodeo de personas que son muy buenas consiguiendo las cosas que quiero.
Kafam çok dolu sadece.
Tengo muchas cosas en la cabeza.
Kafam çok dolu.
Solo tengo muchas cosas en la cabeza.
Bu oda ölü insanlarla dolu.
Esta habitación está llena de gente muerta.
Çünkü dolu bir tabanca gibi çekmecede duruyor.
Debido a que está sentado en ese cajón Como un arma cargada.
accık ondan biraz şurdan, bundan dolayısıyla... kaza alanı bu şeylerle dolu olmalı Asteoidi çeken.
Por consiguiente... en el sitio del impacto debe haber un montón de estas piedras... que atraen a los asteroides.
Dolu yalnız.
Alguien está aquí.
Sen sonradan görme gerzeklerle dolu bir masaya 500 dolarlık şarap kakaladığını gördüğüm, rock yıldızı bir şarap garsonusun.
Eres un sommelier estrella de rock a quien he visto vender una botella de vino de 500 dólares a una mesa llena de cretinos de clase media.
Vurgun yapmak için tehlikeli oyuncularla dolu bir oyunu, soymayı seçtiler.
Tuvieron que utilizar la mitad de su recorrido en un marco de plano porque eligieron robar un juego con jugadores tales... peligrosas.
Umuyorum ki beyin yüzeyinin altında kalan kan dolu bölüm vakumlanacak.
Procederemos a disecar la bolsa de sangre situada debajo de la superficie del cerebro y... con suerte, podremos aspirarla.
Şey, hemen hemen hepsi dolu.
- Están todos bastante llenos.
Sahtekârlarla dolu bir hapishanedeyiz.
Si estamos en una cárcel llena de estafadores.
Tamamen dolu... yapay yer çekimi hidroponik kubbe, ihtiyacın olan her şey.
Está completamente abastecido... G artificial, cúpula hidropónica... todo lo que necesitan.
Uyuşturucu dolu bir pakette parmak izi olmasına ve polisten kaçmasına rağmen Barmen Brady yanlış bir şey yapmadığını iddia edip avukat tuttu.
- No. Aparte de tener sus huellas por toda la bolsa de drogas y huir de la policía, Brady el camarero ha negado haber hecho nada malo y ha invocado sus derechos.
Sette saklanan, üzerinde Bo'nun parmak izleri olan uyuşturucu dolu bir paket olduğunu.
Que había drogas escondidas en la casa en una bolsa con las huellas de Bo en ella.
Bir gün bakıyorsun hayat dolu, ertesi gün eser kalmamış.
Llena de vida un día. Al otro, no tanto.
Ve ben pek iyi bir yüzücü değilim. Havuzun hemen yanında duran parlak yeşil hava dolu simidi kullanmak aklınıza gelmedi mi?
¿ Consideró usar el flotador verde fosforito, completamente inflado que estaba al lado de la piscina?
Diyelim tweet atacaksınız ama ne yazacağınızı bilmiyorsunuz. Ya da Instagram hesabınız ölen hayvanınızın fotoğraflarıyla dolu.
Digamos que quiere twittear, pero no sabe qué twittear, o su Instagram está lleno de fotos de su mascota muerta.
Adam şirketten para hortumluyormuş, para dolu çantalarla eve gidiyormuş.
Estaba robando dinero de la empresa que estaba llevándose a casa bolsas de dinero en efectivo.
Silah dolu çanta niye? Hayır.
¿ Por qué la bolsa de armas?
Aşağıdaki balo salonunun bu ülkeyi yok edebilecek insanlarla dolu olduğunu fark ettiniz mi?
¿ Por casualidad notó ese salón de baile en la planta baja lleno con personas que destruyeron a este país?
Yerel çiftliklerde yetiştirilmiş ürünlerin kullanıldığı organik mutfak arayan genç profesyoneller ve üniversiteli Y nesliyle dolu.
Generación del milenio de la USC buscando "cocina orgánica cultivada localmente,"
Benden söylemesi, Sharon bugün çok dolu. Araya girme, çok soru sorma.
Te lo digo, Sharon tiene mucho en su plato hoy, entonces no la interrumpas y no le pidas un montón de preguntas.
Dwight silahın dolu olduğunu nereden biliyordu?
¿ Cómo sabía Dwight que la pistola estaba cargada?
- Koltuk dolu.
- Asiento de tomada.
- Koltuk dolu muydu Winston, ben...
- El asiento fue llevado allí, Winston, yo...
Karnı kan dolu.
Tiene el vientre lleno de sangre.
Kızılderiler, canavarlar ve cadılarla dolu kilometrelerce genişlikte karanlık bir orman.
Kilómetros de bosques oscuros llenos de nativos, bestias y brujas.
Karanlık sırlarla dolu bir evde, sihir yapamayan birisin.
No tienes magia en una casa llena de oscuros secretos.
Ron ile barıştınız, Tommy ve T.J. geri geliyorlar, hayatın çok dolu gibi görünüyor.
Bueno, no sé. ¿ Cuánto tiempo dura esta cosa de fruta? En realidad no es una fruta.
Hikayelerle dolu bir diyar olduğu için biraz ironik bir isim olmuş, değil mi?
Es un nombre un poco irónico, ¿ no? Dado que este mundo al parecer está lleno de historias.
Suçluluk duygusuyla dolu ve zayıf.
Con culpa y débil.
Ama korkarım ki kalbi böyle kötülüklerle dolu kişilere yardım etmiyorum.
Pero me temo que ya no me dedico a ayudar a corazones llenos de tal oscuridad.
Kötü Kraliçe'yi uzakta tutmak istiyorsam acı ve ızdırapla dolu bir hayatı kabullenmeliyim.
Si quiero mantener a la Reina Malvada a raya, tengo que abrirme a una vida de dolor y sufrimiento.
Louis, toplantıda elimizdeki kozun batıyor olmamız olduğu ve eğer bu ofisler dolu olursa, elimizde koz kalmayacağı aklına geldi mi?
Louis, ¿ se te ocurrió que usaremos la amenaza de bancarrota en esa reunión y que si estas oficinas están llenas, acabaría con ese plan?
Buranın insanlarla dolu olmadığı, sadece senin ve benim olduğu bir vakit gelecek.
Llegará un momento cuando este lugar no esté lleno de gente, y tú y yo estaremos solos.
Ama şehrin ruh dolu olduğuna inanmıyorum.
Pero no siento la famosa alma de esta ciudad.
Maureen tam zamanlı olarak bende kalsın. Frances'la kalırsa, uzun ve acı dolu bir ölüm onu bekliyor.
Cuidaré a Maureen a tiempo completo porque con Frances moriría lenta y dolorosamente.
Mesaj kutun dolu olmadığına göre, mesajları dinliyorsun, ve hala hayattasın.
Tu contestador no está lleno, sé que eso significa que estás escuchando los mensajes y no estás muerto en algún sitio.
İçki büfem sırf likör dolu, ayrıca seni eve sarhoş bir şekilde de göndermem.
Tengo una vitrina llena de licor, y no te dejaré conducir borracha.
Bütün eski Ziploc torbalarımla dolu bir Ziploc torbam var.
Tengo una bolsa de Ziploc llena de viejas bolsas de Ziploc.
Neden kozalaklarla dolu bir kutun var?
Bien, ¿ por qué tienes un cubo de piñas?
Kapı, içi ağzına kadar su dolu odanın basıncına karşı direnecek... -... savunmasız hale gelecektir.
Con el esfuerzo de la puerta contra la presión de una habitación llena de agua que va a ser vulnerable.