Gün translate Spanish
175,132 parallel translation
Ama her geçen gün, yaşamak için sebep bulmakta zorlanıyorum.
Pero todos los días lucho para encontrar una razón para seguir adelante.
Bu yerleri her gün binlerce insan ziyaret ediyor.
Miles de personas visitan estos lugares todos los días.
Kolay bir gün olmayacak ama öyküleri, bize bunun önemini hatırlatacak.
Así que no va a ser un día fácil, pero sus historias le recordarán a la gente de por qué esto es tan importante.
Hookstraten'ın desteği, ilk 100 gün planını uygulamaya başlayan Bağımsız Başkan için umut verici bir olay.
El apoyo de Hookstraten es una señal prometedora para el Presidente Independiente mientras desarrolla su agenda de cien días.
Lozano o gün binadan hiç çıkmamış.
Lozano nunca salió del edificio ese día.
Sonraki gün çıkmış.
Se fue al día siguiente.
Ayakkabılar, yürüyüşünüz birkaç gün önce federal ajanların eski şirketimin arazisini işgal etmiş olması.
Los zapatos, el caminar... El hecho de que los Agentes Federales allanaran un pedazo de propiedad que era de mi compañía anterior hace unas noches. Elijan su opción.
Ülkemiz, Yüce Divan başkanı için sonraki seçimi beklemek zorunda kalacak ama o gün gelene dek, Başkan Kirkman, ülkenin en üst mahkemesini işler hâle getirme sözünü tuttu.
Seguramente, el país tendrá que esperar a las próximas elecciones para tener un presidente del Supremo, pero mientras tanto, el presidente Kirkman ha cumplido su promesa de restaurar el más alto tribunal del país.
- Tanrım. Eminim sen de bir gün binersin.
Mira, seguro que volarás pronto en el avión, ¿ vale?
Abe, El-Sakar'la ilgili birkaç gün önce gelmişti.
Abe me preguntó acerca de Al-Sakar hace un par de días, ¿ recuerdas?
Bütün gün seni düşündüm.
Así que... He estado pensando en ti todo el día.
Karşımızda olanları ise yalnızca uyarabilirim. Günleriniz sayılı çünkü gün, bizim günümüz.
Y a los que se nos oponen, solo puedo advertirles... que sus días están contados, ¡ porque nos ha llegado el momento!
Tekrar söylüyorum, gün, bizim günümüz.
Lo digo de nuevo, nos ha llegado el momento.
2 haftadır her gün aynı şeyi diyorsun.
Llevas diciendo eso cada día durante las dos últimas semanas.
Bence birkaç gün izni hakediyorsun.
Creo que tienes derecho a un par de días por enfermedad.
Ben her gün onunla çalışıyorum.
Trabajo con él cada día.
Farklı ofisleri tecrübe edinmek bir gün yönetici koltuğuna oturmamı sağlayabilir.
Bueno, la experiencia en otras oficinas me posibilitaría aspirar a un puesto ejecutivo en el futuro.
son işimizden sonraki gün.
Al día siguiente de nuestro último trato.
O gün gözükmediğinde...
Sabes, cuando no apareciste esa mañana...
Tüm gün yalan söyledin bana.
Me has estado mintiendo todo el día.
Ve bütün gün yiyebildikleri tek şey bir tane Partnership Özgürlük çikolatası.
Y todo lo que tienen para comer es una barra al día de la Alianza de la Libertad.
Dokuz ay, dört gün.
Nueve meses, cuatro días.
An old man between the ages of 70 and 100 had been processed... onunla aynı gün işlendi. 70-100 yaşları arasında yaşlı bir adam... Ona ne oldu?
Un anciano de entre 70 y 100 años fue procesado el mismo día que ella.
Her gün ama bugün değil dostum.
Todos los días, pero hoy no, colega.
- Bu büyük gün için, ne planladınız?
¿ Y qué tenéis planeado para el gran día?
Tüm gün klima eşliğinde, atıştırmalıklar, ve popcorn, iyi olmaz mı?
Tienen el aire acondicionado todo el día, chucherías, palomitas y todas esas cosas, ¿ sí?
Aynı gün, Peder Williams'dan bir mucize istemiştim, bildiğin, kapının önüne bırakılmıştı öylece.
El mismo día que le pedí al padre Williams un milagro, literalmente lo dejaron en nuestra puerta.
Ben aslında, senin de bir gün, benim yaşıma geldiğin zaman, genç bir adama, nasıl ekşi bir limondan, limonata gibi tatlı bir şey yaptığını anlatacağın...
Me gusta pensar que quizás un día serás un hombre mayor como yo hablándole a un hombre joven hasta marearlo, explicándole que cogiste el limón más amargo que la vida te ofrecía...
Ben aslında, senin de bir gün, benim yaşıma geldiğin zaman, genç bir adama, nasıl ekşi bir limondan, limonata gibi tatlı bir şey yaptığını anlatacağın anı hayal etmek istiyorum.
Me gusta pensar que quizás un día serás un hombre mayor como yo, hablándole a un hombre joven hasta marearlo, explicándole cómo cogiste el limón más amargo que la vida te ofrecía y lo convertiste en algo parecido a una limonada.
Bugün özel bir gün.
Hoy es un día especial.
Her bir gün birbirinizi güldüreceğinize yemin ettiniz.
Y hacer reír al otro cada día.
İlk gün, demek?
El primer día, ¿ no?
Çünkü, O gün herkes bir kadeh şarap içebiliyor.
Es cuando todos toman un poco de vino blanco.
Hatırladığım kadarıyla, Shelly'e kahve yapmak için her gün saat 6 : 30'da kalkıyordum, az sütlü ve iki şekerli.
Desde siempre, me he levantado cada día a las 6 : 30 a hacerle café a Shelly, con un poco de leche y dos de azúcar.
Çünkü, sabahları damarlarına kafein gitmezse, o gün hiç uyanamaycağını söylerdi.
Dice que su día no empieza hasta que tiene cafeína en sus venas.
Ve bir gün, yine, 6 : 30'da kalktım... her zamanki gibi, kendi kahvemi yaptım.
Un día me levanté, a las 6 : 30... como siempre, y me hice uno para mí.
Ama bazen çok erken, ilk kavgada... ya da bazen de 10 yıl sonra, her gün çöpü neden ben dışarı çıkarıyorum tartışmasında.
A veces ocurre más pronto, en la primera pelea... a veces pasa a los diez años, cuando has tenido la misma pelea sobre sacar la basura todas las noches en una semana.
Tulum giymiştin, ve hani şu şeyler var ya, saçına taktığın plastik tokalar bir de Punky Brewster sırt çantan vardı o gün.
Llevabas un mono y uno de esos... turbantes en la cabeza y una mochila de Punky Brewster.
"Jack, Sana her geçen gün biraz daha aşık oluyorum."
Jack, cada día me enamoro un poquito más de ti.
Ne bileyim, her gün uyar bana.
Cualquiera me suena bien.
Sende belki bir gün, ölüp gideceğin güne kadar burda geçirdiğin boş zamanların birinde, belki neden bu kadar andaval olduğunu anlarsın.
Y mientras no sepas por qué eres tan gilipollas, vagarás por este campamento deprimido y solo hasta que el día en que te mueras.
Tamam, bu koşuyu her gün yapıyorsun, Randall.
De acuerdo. Haces esta carrera todos los días, Randall.
Sanki her yeni gün yeni bir şeyler oluyor, sanki o hissi kaybetmeden önce varlığını hissetmemem gibi...
Es como si cada día tuviera algo nuevo, algo en lo que había tenido que pensar hasta que se presenta y yo...
Daha bir kaç gün oldu.
Solo han pasado un par de días.
Biliyorsun, geçen gün, içeri girdiğimde... -... kulağını emiyordu. - Mm-mm.
El otro día entré y ella estaba mordisqueándole la oreja.
Söz günde iki kere arayacağım, her gün.
Prometo que llamaré dos veces al día, todos los días.
Hadi ama, Jack, seni her gün görüyorum.
Venga, Jack, te veo todos los días.
Merasimi olduğu gün, bana armut gönderdin, ki... alerjim olduğunu da biliyorsun.
Y en el día de su funeral, me mandas peras, a las que... soy alérgico. Y tú lo sabes.
Çünkü beni işe aldığın gün, Roquefort Salatası yemiş ve anaphylactic * şoku geçirmiştim.
Porque en la comida en la que me contrataste, comimos ensalada de roquefort y me dio un shock anafiláctico.
Her gün.
Cada día.
Her gün.
Cada día, señor presidente.
gunther 50
günaydın 7167
günaydin 27
günaydın sevgilim 16
günü 31
güney 137
gunner 21
günün nasıl geçti 55
güneş 243
gündüz 49
günaydın 7167
günaydin 27
günaydın sevgilim 16
günü 31
güney 137
gunner 21
günün nasıl geçti 55
güneş 243
gündüz 49
günaydın tatlım 25
günahkar 29
günah 39
günler 45
günaydın hayatım 17
günaydın hanımefendi 52
günaydın çocuklar 50
güneş ışığı 22
güneşte 16
günaydın efendim 192
günahkar 29
günah 39
günler 45
günaydın hayatım 17
günaydın hanımefendi 52
günaydın çocuklar 50
güneş ışığı 22
güneşte 16
günaydın efendim 192