English phrases | Russian phrases | Turkish phrases
Translate.vc / inglés → turco / [ I ] / I have to go

I have to go traducir turco

25,568 traducción paralela
I have to go to Kolkata..
Ben Kolkata'ya gidiyorum.
I need to leave.. I have to go to Kolkata.
Kolkata'ya gitmeliyim.
I just... I have to go.
Benim gitmem gerek.
I have to go.
Gitmem gerek.
I'm sorry, but I have to go after her.
Üzgünüm ama onun peşinden gitmeliyim.
And I have to go rescue the real Stefan from a manhunt.
Ve ı bir insan avı gerçek stefan kurtarma gitmek zorunda.
I have to go back and rethink everything.
Geriye bakıp her şeyi yeniden düşünüyorum.
I have to go.
- Gitmeliyim.
I have to go to this potluck for my daughter, Laura's, school.
Kızım için, Laura'nın okulu için bir yemeğe gideceğim.
Look, I have to go through her?
Ona anlatmam gerekiyor mu? Hayır.
I'm really sorry. I have to go.
- Üzgünüm ama gitmem gerekiyor.
I have to go report so clean up here.
- Gidip rapor vermek zorundayım sizler de buraları temizleyin.
I have to go. - Molly. Molly.
St. Simeon'a Emma'ya dua etmeye gidiyorum.
And now I have to go all the way across the country to save lives which sounds really noble, like in some movie but actually it just really sucks.
Hayat kurtarmak için ülkenin öbür ucuna gitmek zorundayım. Aynı filmlerdeki gibi ama aslında berbat bir şey.
And now I have to go in there and ruin it.
Şimdi içeri gidip tekrar mahvetmek zorundayım.
I have to go. I just do.
Gitmeme gerekiyor.
I have to go now. This baby's lost almost all its volume.
Bebek neredeyse bütün kanını kaybetti.
I have to go, but I'm gonna come back, okay?
Gitmeliyim, ama geri döneceğim tamam mı?
I have to go, Henry.
Gitmeliyim, Henry.
I have to... I have to go.
Gitmem gerek.
Wow! And when I Want to go you have thousand of excuses.
Ben gitmek istediğimde birsürü bahene sıralıyorsun.
I have to climb over this thing every fucking morning to go to the bathroom.
Her sabah banyoya gitmek için bu şeyi tırmanman zorunda kalıyorum.
I'm sorry, we have to go.
Üzgünüm, gitmeliyiz.
I don't have to tell you but you'll see where to go.
Sana söylemek zorunda değilim Ancak nereye gideceğinizi göreceksiniz.
If this keeps up, I'm gonna have to let you go.
Böyle giderse seni işten çıkarmam gerekecek.
I can go to Charlie and still have time to get to Killewarren.
Charlie'ye gidebilirim yine de Killewarren'a gitmek için vaktim olur.
I just watched the man that I love go to prison so none of you have to.
Siz hapse girmek zorunda kalmayın diye sevdiğim adamın hapse girmesini seyrettim.
You know what? I'm gonna have to go because Hughes is about to interrupt me with some very important news.
Kapatmak zorundayım çünkü Hughes çok önemli bir haber verecek bana.
You know what? I'm going to have to go because Hughes is here with some very good news for me.
Kapatmak zorundayım çünkü Hughes bana çok güzel bir haber verecek.
Well, then, I guess I'll have to go with my backup plan.
O zaman yedek planımı uygulamam gerekecek sanırım.
I don't have a lot to go on, but given the size and arc Of the ribs, it's highly likely your victim is an adult.
Elimde pek bir şey yok ama kaburgaların boyutuna ve kavisine bakılırsa kurbanınızın bir yetişkin olması kuvvetle muhtemel.
And letting go of that anger was the hardest thing That i have ever had to do,
O öfkeyi yenmek hayatım boyunca yaptığım en zor şeydi.
Oh, uh, Sharon, the spectators and the reporters that were present? Should I continue to have the deputies hold them, too, or... Or let them go?
Sharon, olay sırasında burada bulunan izleyicileri ve gazetecileri tutmaya devam edelim mi yoksa bırakalım mı?
I don't have to go anymore.
Artık gitmeme gerek yok.
Yeah, I do have to go.
Evet, gitmem lazım.
We don't have much to go on, but I'll run your description.
Elimizde pek bir şey yok ama tarifini bildireceğim.
You need to go talk to Blake, then, because I don't have the time to get you up to speed.
O zaman gidip Blake'le konuşmalısın. Çünkü sana bir şey açıklayacak vaktim yok.
I have to go.
Hemen gitmem gerek.
And if you've got some problem with women in the workplace, I might have to let you go.
İş yerinde çalışan kadınlarla ilgili bir sorunun varsa sana yolu göstermek zorundayım.
Look, I know that there's nothing we can really say, but we just want you to know... you don't have to go through this alone.
Söyleyebileceğimiz bir şey olmadığını biliyorum ama bilmeni istiyoruz ki bunu yalnız yaşamak zorunda değilsin.
And if I go forward trying to be good, I have to live with my past darkness and all its well-deserved consequences.
Ve iyi olmaya çalışmaya devam edersem geçmişimdeki karanlıkla ve onun hak ettiğim sonuçlarıyla yaşamak zorundayım.
- Go, girl! - I guess I'll just have to save mine for the finale then, eh?
- Sanırım benimkini sona saklamalıyım değil mi?
- So you have no technical knowledge to bypass a security system. If you don't think I did it, then let me go.
Benim yaptığımı düşünmüyorsanız, bırakın gideyim.
I may have to go back to my afternoon shift.
Öğle vardiyasına dönebilirim.
Why do I, level red, have to go through you, level orange, to request hardware? Shouldn't red be higher than orange?
- Kırmızı seviyede olduğum hâlde donanım talep ederken neden turuncu seviyeden izin almalıyım?
I have to let you go.
Gitmene izin vermeliyim.
Like, I don't need to go out to have a good time.
İyi vakit geçirmem için dışarıya çıkmam gerekmiyor.
I don't have anywhere to go!
Gidebileceğim bir yer yok!
Well, you don't go after Cary, I have no reason to go after Peter.
Siz Cary'nin peşine düşmezseniz Peter'ın peşine düşmeme gerek kalmaz.
I didn't have it "ready to go."
Hiç de "öylesine hazır" değil aslında.
I want to have it with me when I go, which I'm praying is tonight.
Öldüğümde yanımda olmasını istiyorum ki bu gece olur diye dua ediyorum.

© 2017 - 2024 Translate.vc | [email protected]