English phrases | Russian phrases | Turkish phrases
Translate.vc / inglés → turco / [ O ] / On the table

On the table traducir turco

6,577 traducción paralela
Alfred told me if Mr Branson hadn't been too drunk to stand we'd have had fisticuffs on the table.
Alfred, Bay Branson o kadar ayakta duramayacak kadar içmişti ki masanın üstüne iki seksen uzandırdık demişti.
Why not just put it all out on the table?
Her şeyi dökelim bari.
Put her down on the table.
Masaya yatırın.
I just dozed off right there on the table.
Masanın üstünde içim geçmiş.
It was on the table.
Masanın üzerindeydi.
There was a lot of blood and footprints, but whoever did it left a kilo right on the table.
Bolca kan ve ayak izi vardı. Ama kim yapmışsa, eroini masada bırakmıştı.
Pop it on the table, love.
Onu masaya koy canım.
I really must get dinner on the table, but... You know, a wife's work is never done.
Akşama yemek hazırlamalıyım, ama... bilirsiniz, kadının işi asla bitmez.
Overconfidence alone won't put food on the table.
Aşırı güven tek başına sofrana aş koymaz.
Hey, hey, hey. If you keep calling me weird names, I'm putting garbage dude back on the table.
Eğer bana garip isimler takmaya devam edeceksen ben de sana tekrar çöpçü adam derim.
Just so you know, I also drink expired milk, eat dust bunnies, and for the right price, kitty litter is on the table.
Bilginiz olsun, ayrıca bozuk süt içerim toz yumağı yerim, ve iyi para verirseniz kedi kumu da yiyebilirim.
Oh, man. When Jimmy sees that picture of us dancing on the table at the club, it's gonna kill him.
Jimmy kulüpte masanın üstünde dans ederkenki fotoğrafımızı görünce kahrolacak.
Come on, Marah, your food's on the table!
Hadi Marah, yemeğin hazır!
It's on the table.
Masada!
The Android on the table.
Masadaki Android.
Raise me, all my sisters, put food on the table, and still manage to give me piano lessons.
Beni ve tüm kız kardeşlerimi büyütmeyi, masaya yemek koymayı ve bu kadar şeye rağmen beni piyano dersine göndermeyi.
"Any donation you can make for this handmade bracelet would be appreciated." Just leave it on the table.
"Bu el yapımı bilezik için yapacağınız herhangi bir tutara minnettar olacağım."
"To see which of your cars is ultimately the toughest, " you will drain the oil and replace it with one of the items on the table. "
Hanginizin arabasının en dayanıklı olduğunu görmek için yağı boşaltıp yerine masadaki ürünlerden birini dolduracaksınız.
There's a fire burning in the grate, there's food on the table, his bed freshly made waiting for him.
Şöminede ateş yanıyor. Masada yemek var. Yatağı düzeltilmiş onu bekliyor.
Hey, if it puts food on the table and frees up some time for, oh, I don't know, Jedi training, then I'm in.
- Eğer masaya yiyecek koyacaksa ve ne bileyim Jedi eğitimi için zaman yaratacaksa o zaman ben varım.
And when we walked back into the apartment, on the table were the four soup plates in the dining room, you know, still with the soup, dry, in it.
Dairemize girdiğimizde yemek odasındaki masada o dört çorba kasesini gördük. Kaselerin içindeki çorba kuruyup kalmıştı.
No work today, so the bottle's on the table.
Bugün iş yok, yani şişeler masaya.
What if he dies on the table?
Ya çocuk masada kalırsa?
We have an offer on the table for you to play the bad guy in the new James Bond.
Yeni James Bond'da kötü adamı oynaman için bir teklif aldık.
So as of now, everything's still on the table.
Yani şu an, herkes şüpheli durumunda.
Get her on the table.
Onu masaya götür.
- I'm sorry. You put notebooks and pens on the table,
- Masaya kalem ve defter koymuşsun.
Just leave it on the table.
Masanın üzerine bırak onu.
An exploration licence was granted and there's a lot of money on the table and now there's questions about who the land belongs to.
Keşif lisansı çıkartıldı ve teklif edilen, büyük bir meblağ ve ortada arazinin kime ait olduğu hakkında sorular var.
Hawkins dragged himself across the floor so he could reach for something on the table.
Hawkins masanın üstündeki bir şeye ulaşabilmek için yerde sürünmüş.
- Assuming pizza is still on the table.
- Pizza hâlâ geçerlidir diye umuyorum.
Can you have her put her bag on the table?
Masaya koydurabilir misiniz?
Why is there a glass of wine and my reading glasses on the table?
Çünkü kriz anında ben daha iyiyim. Eğer onu içemezsen ya da onda uyuyamazsan, ne yaparsın bilmiyorum.
Note the cluttered side table on her side facing the door... To watch for a shadow, the footsteps of her stalker to appear under the door.
Yanındaki masanın üstü dağınık ve olduğu tarafı kapının yüzüne bakıyor, kapının altından tacizcisinin adımlarının gölgelerini görmek için.
Then people sit on opposite sides of the table and try to blow the wool off.
Oynayanlar masanın karşılıklı taraflarına geçiyor ve yumağı üfleyip düşürmeye çalışıyorlar.
I spent the last two weeks checking the alpha neutron reaction of every element on the periodic table.
İki haftadır periyodik tablodaki her elementin alpha nötron tepkimelerini kontrol ediyordum.
Did him right there on the kitchen table while I was at work.
Ben işteyken onunla mutfak masasında yapıyormuş.
In 1985, my father sat around the kitchen table and designed on some wallpaper a casket that you would be proud to put your mother in.
1985'te, babam mutfak masasına oturdu ve duvar kağıdı üzerine annenizi içine koymaktan gurur duyacağınız bir tabut tasarladı.
It's a match made in heaven... back in the day when an eight-ball was something just to be avoided on the pool table.
Cennete yapılmış olanla eşleşiyor gibi, tabii sekiz topların eski günlerdeki gibi bilardo masalarında can sıkmadığı zamanlardan bahsediyorum.
We've left some food on the table downstairs.
Aşağıda masaya yemek bıraktık.
Two months later, he's lying on an autopsy table and so is his bomb, and no one can make heads or tails out of the paper trail coming out of your office.
2 ay sonra, hem kendi hem de bombası bir otopsi masasında yatıyor oluyor ve hiç kimse, sizin ofisinizden çıkan resmi belgelere bir anlam veremiyor.
What side of the table are you sitting on?
Masanın hangi tarafında oturuyorsun?
L'Esperance around the corner has Meteor on draught and a billiards table so...
Köşedeki L'Esperance'de fıçıyla içki ve bir bilardo masası var, yani...
If you're ever on that table, I hope I'm the one puts you there.
Seni o masaya yatırırlarsa umarım benim yüzümden olmuştur.
No one on this side of the table believes for a second that Mr. Haqqani pulled any of this off by himself.
Masanın bu tarafındaki hiç kimse bunu Haqqani'nin tek başına yaptığına inanmıyor.
Duke passed away on the operating table.
Duke ameliyat masasından kalkamadı.
Anyway, there was this table in that movie, and they were always laughing around it and eating on plates with candles, and the whole house just seemed so fresh and beachy.
Neyse, bu masa gelince her zaman etrafında gülüp eğleniyorlar, mum ışığında yemek yiyorlar ve evleri çok ferah ve sahil gibi oluyordu.
The table's booked for nine. Go on.
Masa saat 9'a ayrıldı.Hadi.
I've neither the time nor energy to run you through the plumbing on this one and while Poulson is a thoroughly lovely bloke, albeit with a terrible case of halitosis, everyone knows that the only reason he got a seat at the big table is'cause he supported the PM on the Clean Energy Bill.
Ne zamanım ne enerjim var, bunu araştırmana müsamaha göstermek için ve de Poulson iyiden iyiye adam olurken gerçi ağzı leş gibi koksa da herkes büyük masada sandalye kapmasının sebebini Temiz Enerji Beyannamesi'nde, Başbakan'a arka çıkmasından dolayı olduğunun farkında.
And they've got their reason to walk away from the negotiating table on Pacific Rim security.
Pasifik Kenarı Güvenlik görüşmeleri masasından çekilmek için sebepleri oldu.
- Met anyone fit on the singles table?
Bekârlar masasında uygun biri var mı?

© 2017 - 2024 Translate.vc | [email protected]