Par traducir turco
3,605 traducción paralela
hang over the cloud and shine down on me
Sanki minik ışıklar gibi fikir taneleri bulutları kaplar ve üzerime parıldar.
I can see your eyes shining.
Gözlerinin parıltısı belli oluyor.
The sun, the waves, the beautiful bodies, tanned and glistening with sweat.
Güneş, dalgalar, bronzlaşmış ve terle parıldayan vücutlar...
That glow.
- Bu parıltı.
What glow?
Ne parıltısı?
The sex glow.
Seks parıltısı.
I don't have a glow.
Bende parıltı falan yok.
They shimmer like a thousand tiny mirrors, swirling as one amorphous mass to confuse any attackers.
Binlerce minik ayna gibi parıldayarak saldırganların kafasını karıştıran tek parça şekilsiz bir kütle gibidirler.
Under ultraviolet light, the corals fluoresce.
Ultraviyole ışınlan altında mercanlar parıldar.
That'll be about the parrr...
- Bahsettikleri par...
Every day on Wisteria Lane, women face their share of problems... like a paperboy who's off the mark... an appliance that's out of whack... or a report card that's below par.
Hergün Wisteria Lane'de, kadınlar kendi sorunlarıyla karşılaşırlar... mesela kendini belli eden gazete dağıtan çocuk gibi... çalışmayan bir makineye vurmak gibi... ya da notları düşük olan bir öğrenci karnesi gibi.
Are your iStakes glowing?
iKazık'larınız parıldıyor mu?
- Yeah, they're glowing.
- Evet, parıldıyorlar.
Our swordsmanship is at least on par.
En azından kılıçtaki hünerimiz başa baş.
He's a country-club member, he's got a society wife, and he loves to, you know, par-tay.
Golf kulübü üyesi, karısı sosyeteden. Eğlenmeye bayılıyor.
He loves to par-tay.
Eğlenmeye bayılıyor.
Look at the way the light hits it. Eh?
Işık nasıl da parıldıyor izle.
♪ believe it or not ♪ here comes the brother with the glow ♪
* İster inan, ister inanma * * İşte birader geliyor, parıltısıyla *
When it's on you, the camera loves you, and when you're singing, everyone loves to hear it. But when you get inside of the group, your choices are just... Not up to par.
Sadece sen varken, kamera seni seviyor söylediğin şarkıyı herkes duymak istiyor, ama ekiple çalışırken daha vasat kalıyorsun.
- ♪ glitter all. - ♪ Around the room - ♪ pink flamingo.
* ParıItılarla kaplı bir oda, * pembe flamingolar havuzda *
It always made me nervous to think of you in a glittery waistcoat.
Seni parıltılı bir yelek içinde düşünmek her zaman sinirlerimi bozuyordu.
One must simply know how to control the direction of the glare.
İnsan sadece parıltının yönünün nasıl kontrol edileceğini bilmeli.
"The sun was shining on the sea, " shining with all his might.
" Güneş, denizin üstünde bütün kudretiyle parıldıyordu.
"The moon was shining sulkily " because she thought the sun had got no business to be there " after the day was done.
Ay parıldıyordu ama yüzü asıktı çünkü gün sona erdikten sonra Güneş'in orada işi olmadığını düşünüyordu.
Knowing that my harmonies were not up to par, I'm really nervous.
Ahengi tutturamamış olmam beni oldukça geriyor.
And on my end, and I told you on the shoot, it just turned into a dance number, and I don't think it was up to par.
Sana klip çekiminde de söylediğim gibi sahnenin bir dans sahnesine dönüşmesi gerekiyordu ama hiç de öyle olmadı.
Anything else would be a classless move, on par with spray-painting nipples on the Lincoln memorial.
Başka bir şey onursuzca olur, Lincoln Anıtı'nın üstündeki meme uçlarını spreyle boyamalarına eşit bir onursuzluk olur.
Come on, lil sparkle.
Yapma hadi küçük parıltı. Pes etme.
Maybe it's because I was blind and I couldn't see the $ 1,000 John Lobbs or that hardened glare.
Bunun sebebi belki de kör olduğumdan dolayı giydiği 1000 dolarlık John Lobbs takımlarını ve parıltılı aksesuarları görmediğimden dolayıdır.
Do I still have that freshly felt-up glow?
Üzerimde yeni ellenmiş olmanın parıltısı hala var mı?
Beckoning and shimmering!
İşaret edip çağırıyor ve parıldıyor!
I mean, it's kind of par for the course for you, right, mom? No, far from it.
Hayır, şoke olmak hafif kalır.
He must be on a par with you
Seninle denk olmalı.
.. whose heart and mind sparkles more brilliantly.. .. than her golden dentures.
Kalbi ve zihni, ağzındaki altın protezlerden daha fazla parıldayan kadın.
And their future and all their plans, everything is just gone in a flash.
Gelecekleri, bütün o planları, her şeyleri bir parıltıda gitmiş oldu.
I feel the glow of your unspoken love
# Suskun sevginin parıltısını hissederim #
I'm gonna need that soda, your glitter headband, tomorrow's spelling homework, and 50 cents to buy a unicorn eraser from the school store.
O gazoz bana lazım, parıltılı saç bandın, yarının heceleme ödevi, kantinden unicorn silgisi almak için 50 sent.
The Sun shines through the surface and warms the nitrogen beneath.
Güneş yüzeye doğru parıldar ve yüzeyin altındaki azotu ısıtır.
Supernovas briefly outshine entire galaxies.
Süpernovalar bir anlığına bütün bir galakside parıldar.
A flare from halfway across the entire Universe shines even more brightly than the closest star.
Evrenin yarı uzunluğundan bir patlama en yakın yıldızdan bile daha fazla parıldadı.
Magnetic arcs emerge from the surface glowing with trapped solar matter.
Manyetik kanallar yüzden ortaya çıkarlar. Hapsolan güneş maddesi ile parıldarlar.
Oxygen shines green.
Oksijen yeşil renkte parıldıyor.
In a flash, flares reveal them illuminating the awesome secrets of the Universe.
Bir parıltı onları açığa çıkarıyor. Evrenin müthiş sırlarını aydınlatıyor.
- Sparkly top?
- Parıltılı kıyafeti olan mı?
Okay, I spoke to the lady in the sparkly top. King.
- Parıltılı kıyafet giyen bayanla konuştum.
I'm gonna go par-tay.
Ben partiye gidiyorum.
Whenever we were at the beach my mom used to talk about the green flash.
ne zaman plaja insek annemin parıldayan yeşil ışık olarak döneceğini konuşurduk.
# Shine on, you Crazy Diamond. #
# Parılda seni çılgın elmas. #
# Shine on you Crazy Diamond. #
# Parılda seni çılgın elmas. #
See, there it is, there's that twinkle.
Bak, işte orada. Gözlerin parıldıyor.
And I don't think it was up to par.
Oysa hiç de sandığımız gibi olmadı.