Was traducir turco

It was like I didn't really know what happened.

Ne olduğunu bilmiyordum sanki.

But then one day, it was the late'90s and I had heard that, uh, Father Maskell was at Stella Maris hiding in the dementia ward.

Ama bir gün... 1990'ların sonuydu. Rahip Maskell'ın Stella Maris'te olduğunu duydum. Demans koğuşunda saklanıyormuş.

I told them I was looking for my father, and I went to see Father Maskell.

Babamı görmeye geldiğimi söyledim ve Rahip Maskell'ı görmeye gittim.

And I asked a lot of questions and just looked inside and saw that he was, uh, in the bed.

Bir sürü soru sorup içeriye baktım ve o yatağında yatıyordu.

It was supposed to be employees only, but I went back in.

Sadece çalışanlar girebiliyordu ama ben yine de girdim.

And, um, he was being wheeled out.

Onu tekerlekli sandalyeyle odadan çıkarıyorlardı.

I would've told him exactly what he had done to me, but there was no one home.

Bana yaptığı şeyleri söyleyecektim ona ama tamamen bunamıştı. Tamamen.

No one. There was nothing in his eyes at all.

Gözleri donuk bir şekilde bakıyordu.

His life was ending in his early 60s, which is premature and well-deserved.

Hayatı, 60'larının başında bitiyordu, ki bu çok erken ama hak ediyordu.

But I've never been convinced that Maskell was directly... hands on, involved in the murder.

Ama hiçbir zaman cinayeti Maskell'ın şahsen işlediğine... GAZETECİ... ikna olmadım.

I didn't get the impression that... That Maskell was the kind of guy who would do that himself.

Maskell bende bunu kendisi yapacak tipte biriymiş izlenimi bırakmadı.

I did not drink, so I was sitting there listening to her.

Ben içmemiştim, oturmuş onu dinliyordum.

My aunt was Uncle Ed's first wife.

Yengem, Ed dayımın ilk eşiydi.

She was telling me, um, her version of what happened the night that Sister Cathy went missing.

Rahibe Cathy'nin kaybolduğu gece olanların kendi versiyonunu bana anlattı.

I just immediately was drawn to him.

Anında çekimine kapılmıştım.

He was very kind to me, he was good-looking, very charming.

Bana çok nazik davranıyordu, yakışıklıydı ve çok cana yakındı.

I guess it was almost like love at first sight.

Sanırım buna ilk görüşte aşk diyebiliriz.

Three days before the wedding actually was to take place, his sister called and she said, " I don't want you to marry my brother.

Düğünümüzden üç gün önce ablası beni arayıp dedi ki " Kardeşimle evlenmeni istemiyorum.

And for the first time, I got to open the mail and find out that there were bills piled up, the rent wasn't getting paid, there was threatening notices from everywhere.

İlk kez posta kutusunu ben açtım ve birikmiş faturalar gördüm. Kira ödenmemişti, herkes tehditkar uyarılar yollamıştı.

So, I was just sitting and kind of shaking in it, in the chair when he came in.

Sandalyede oturmuş tir tir titrerken o eve geldi.

But, unbeknownst to me, I was carrying twins.

Ama karnımda ikiz bebek taşıdığımın farkında değildim.

And, um, in October, the twins were born, and the little girl was four-seven, so, they kept her in the preemie ward.

Ekim ayında ikizler doğdu ve küçük kızım iki kiloydu, onu erken doğum koğuşunda tuttular.

November 7th was the day that Bon Secours Hospital called me and said, " You can pick your little daughter up tomorrow.

7 Kasım'da Bon Secours Hastanesinden beni arayıp dediler ki "Kızınızı yarın alabilirsiniz, 2,3 kilo oldu."

And then I happened to notice right away that his white shirt was full of blood.

Sonra beyaz gömleğinin kan revan içinde olduğunu fark ettim.

I was like, "What happened?"

"Ne oldu?" diye sordum.

And it was that Sunday... when the news came out on the TV that Sister Cesnik had disappeared.

Ve o pazar günü televizyonda Rahibe Cesnik'in kayboluşunun haberini yayınladılar.

He was sitting in a chair right in front of the TV and I was feeding the babies, and it's, you know, freeze-frame in my head.

Televizyonun önündeki sandalyedeydi, ben de bebekleri emziriyordum. Bu, aklıma kazınmış bir an.

" November 7th, that was the night before we picked up our baby.

7 Kasım, bebeği hastaneden almamızdan önceki geceydi.

That was the night Ed came in with the bloody shirt. "

Ed o gece eve gömleği kanlı gelmişti.

So, I looked at him, and his reaction was rocking back in the chair and getting a smirk and kind of laughing.

Ona baktım. Geriye yaslanmış pis pis gülümsüyor, neredeyse gülüyordu.

He gave me the bill so I could see how much it was, and I said, " Holy cow.

Ne kadara mal olduğunu görmem için bana faturayı gösterdi, " Vay canına.

My girlfriend called me and said that she read the newspaper, and there was a guy going around at Rock Glen High School trying to pick up girls.

Rock Glen Lisesi'nde kız öğrencileri ayartmaya çalışan bir adam varmış.

It was a man in his 20s, and, uh, brown hair, blue eyes, driving a car around Rock Glen High School trying to entice girls into the car.

20'li yaşlarında, kahverengi saçlı, mavi gözlü bir adam Rock Glen Lisesi'nin etrafında geziniyor, kız öğrencileri kandırıp arabasına atmaya çalışıyormuş.

It was a stolen car from British Imports in Towson.

Arabası da Towson'daki British Imports'tan çalıntı bir arabaymış.

Ed called me the night before or the night before that and said he was driving around in a stolen car from British Imports in Towson.

Ed bundan bir iki gece önce beni arayıp Towson'daki British Imports'tan çalınmış bir araba kullandığını söylemişti.

Edgar was a man who lived a complicated life.

Edgar'ın çok karmaşık bir hayatı olmuş.

I mean, he was arrested for car theft two years after Cathy was murdered, and he was loitering at the middle school trying to pick up middle school girls in a stolen car.

Cathy'nin cinayetinden iki yıl sonra araba hırsızlığından tutuklanmış. Çalıntı arabayla bir ortaokulun etrafında kız öğrencileri ayartmaya çalışıyormuş.

We looked at him because Edgar's first wife, who I believe, she gave us this complicated story, and we researched it and looked it up, and everything was true.

Onu da dikkate aldık çünkü Edgar'ın ilk eşi, ki ona inanıyorum, bize karışık bir hikaye anlattı. Tüm dediklerini araştırdık ve her şey doğruydu.

The night that Cathy was abducted, she was shopping that evening for an engagement present for her sister.

Kaçırıldığı gece, Cathy kardeşi için bir nişan hediyesi alıyormuş.

She was going to go and buy some Baltimore favorite baked rolls at a bakery called Muhly's.

Muhly's diye bir fırından Baltimore'un ünlü ekmeklerini alacakmış.

She said was gonna go and buy this engagement present.

Gidip bir nişan hediyesi alacağını söylemiş.

When they searched the car, the present was not there and has never been found.

Arabayı aradıklarında nişan hediyesi orada değilmiş ve hiç bulunamamış.

And if he were to pick out jewelry, you know, I was almost certain he would get my birthstone.

Ve eğer bana mücevher alacaksa doğum taşımı alacağından emindim.

But it had a green stone in it, and then it was a wedding bell.

Ama bu kolyede yeşil bir taş ve bir düğün çanı vardı.

I felt like it was for somebody else and it was given to me.

Sanki bir başkasına alınmış ama bana verilmişti.

And we'd like to return it or, you know, give it to the person that it was intended for.

Bunu da gerçek sahibine iade etmek istiyoruz.

Was it the bride's favorite color?

Gelinin en sevdiği renk miydi?

Was it a birthstone for the bride?

Gelinin doğum taşı mıydı?

All the evil gone, everything was gone.

Tüm o kötülüğü, her şeyi yok olup gitmişti.

So, of course, I was taken aback.

Yani, elbette şaşırmıştım.

My mom was a drinker.

Annem çok içerdi.