But not to worry traduction Turc
300 traduction parallèle
I was just sayin'to Mr Cunningham that entailments were bad... but not to worry.
Bay Cunningham'a vasiyetnamelerin kötü olduğunu söylüyordum... ama merak etmeyin.
But not to worry.
Kanıt olarak ellerinde tutuyorlar.
But not to worry, Gen. Rattenhuber, I'm genius with machinery.
Endişelenmeyin General Rattenhuber, makine deyince benden iyisi yoktur.
But not to worry, Number One, you're in good hands.
Ama endişe etme Bir Numara, emin ellerdesin.
Remember, we are what we eat. But not to worry.
Yediğimiz şey olduğumuzu anımsarsın.
Still a few kinks need ironing out, but not to worry.
Birkaç yerinde oynama gerekiyor, ama endişelenme.
But not to worry. I'll tell the maître d'it'll just be the three bulls.
Size maitre d'yi anlatacağım ve sadece üç tane boğa olacak.
Mmm. But not to worry.
Ama merak etme.
But not to worry, her shrinks are on it.
Fakat merak etme, pisikoloğu onunla ilgileniyor.
Bound and gagged in the van, Clive, but not to worry, I didn't hurt her.
Elleri ve ağzı bağlı, Clive ama merak etme onu incitmedim.
But not to worry because...
Ama merak etmeyin, çün...
But not to worry.
Ama endişelenme.
But not to worry.
Fakat endişelenmeyin.
And it will be sad to shut down WCFW for the summer. But not to worry, because those of you in the Bethesda-Chevy Chase area can hear me all winter long on Jewish Day School Radio,
WCFW'yi önümüzdeki yaza kadar kapamak üzücü ama endişelenmeyin çünkü kış boyunca okul radyosu 89.9 FM Fox'dan dinleyebileceksiniz.
But not to worry, you know.
Merak etme.
But, your lordship, you're not really going to worry about this barbaric prophecy.
Efendim, bu tür ilkel kehanetleri dert etmek zorunda değilsiniz.
But you're not to worry.
Ama merak etme.
Now, my father was a very wealthy man, and he left not only you, but me, very well provided for, so that I don't have to worry about anything for the rest of my life,
Şimdi, Babam çok zengin biriydi, sadece seni değil beni de varlıklı olarak, terk etti, yaşamımın geri kalanını düşünmek zorunda kalmayacağım, ancak çok önemli bazı sorulara verilecek yanıtları bir tarafa bırakırsak.
But don't worry, you're not going to see it.
Ama endişelenme orayı görmeyeceksin.
I am not one to worry when there's no need but... after we get this stuff to the door, how do we get it to the boat?
Kimin ihtiyacı olduğunu merak etmiyorum ama kapıya yığdığımız onca malzemeyi gemiye nasıl taşıyacağız?
Maybe, but there's heavy pressure from the right flank you said not to worry about.
Bu doğru olabilir ama sorun olmayacak dediğiniz sağ kanattan yoğun baskı görüyorum.
But tell her not to worry.
Ama ona endişelenmemesini söyle.
I'm sorry to worry you with this, but, uh... I'm not quite sure how this is all going to end, and I - I don't want it to burst in your face.
Seni böyle endişelendirdiğim için üzgünüm, ama bunun nasıl sonuçlanacağından pek emin değilim ve yüzüne söyleyivermek de istemiyorum.
Stavros, please don't take offense at what I'm gonna say but it seems to me that you have some worry. Some secret that you're not...
Stavros, lütfen söyleyeceklerime gücenme ama bana öyle geliyor ki sen biraz kaygılısın sanki gizli bir şey var ve sen...
- but he's not entitled to kill himself. - Oh, don't worry, Frank.
• ama kendini öldürmeye hakkı yok • ah, endişelenme, Frank.
But when a fellah who looks like the spit and image of Beauregard Bennet rides into town, carrying a gun and not smiling, then we begin to worry.
Ama görünüşünü beğenmedikleri birini gördüklerinde,... ya da Beauregard Bennet veya adamlarından biri kasabada göründüklerinde,... silahlanarak ve hiç gülümsemeden,... onun etrafını sararlar.
And you don't have to worry. You're not involved. But I am involved with a girl who has her own work, is too busy to get lonesome.
Ve merak etme.
It is very nice to hear, but you need not worry about us.
Bizim için endişelenmeyin, bu tür yolculuklara hazırlıklıyız.
- Last week. But not to worry.
Ama unut gitsin.
But what happens if you're living in a more affluent society and you're lucky enough to not have to worry about that, you're surviving?
Peki zengin bir toplumda yaşıyorsan ne olur? Ekmek parası sorun olmayacak kadar şanslı olduğunu düşün.
Please, if you would be kind enough to tell Sarah what happened... but tell her not to worry.
Lütfen, rica etsem Sarah'a neler olduğunu anlatır mısınız... ama endişelenmemesini söyleyin.
But don't worry, I'm not going to let a crow bother me.
Ama endişelenme. Bir akbabanın beni rahatsız etmesine izin vermeyeceğim.
"I know... you miss me,..... but try not to worry."
Biliyorum beni özlediniz ama endişelenmemeye çalışın.
But I told him not to worry, it's not him.
Merak etmemesini, sorunun onda olmadığını söyledim.
Hatchett, you said not to worry about the police, but the cops are all over you! They got my guns.
Hatchett, polisi merak etmememi söylemiştin ama her yer polis kaynıyor!
But don't worry, Al it's probably not too late for you to do something important.
Merak etme, Al önemli bir şey yapman için çok geç değildir herhalde.
It means they're not going to worry, but you better had.
Bu "onlar endişelenmeyecek ama sen endişelensen iyi edersin" demek.
But you know what? I'm not going to worry about it.
Ama biliyor musun, artık dert etmeyeceğim bunu.
Not to worry anybody, but you might want to make a run for it.
Endişelenmeye gerek yok. Ama isterseniz kaçın.
But I said not to worry, I'm sure he will turn up.
Endişelenme, ortaya çıkacaktır nasılsa dedim..
B'Elanna, I know this is a pretty bizarre situation- - probably not what either one of us had in mind- - but it's too late to worry about that now.
B'Elanna, senin için tuhaf bir durum olduğunu biliyorum- - muhtemelen, bizden birisi aklında bile değildi- - ama bunu düşünmek için artık çok geç.
But not to worry, your natural talent will carry you through.
Son ana kadar üstünde kafa yordum. Endişelenme, yeteneğin sayesinde yaparsın.
She was inclined not to go to Mr Rawlson's ball that evening, but I told her there was nothing to worry about, that he was laid up after a fall.
O akşam Bay Rawlson'ın balosuna gitmemekte kararlıydı ama ben ona endişelenecek bir şey olmadığını, onun yalnızca hastalandığını söyledim.
Kinda blue, but she said not to worry.
Morali bozuk ama endişe etmemeni söyledi.
I didn't say that, but at least this way, I don't have to worry about y'all, uh, falling asleep and not waking up.
Öyle demedim. En azından bu şekilde, uyuyup uyanmama ihtimaliniz yüzünden endişelenmek zorunda kalmayacağım.
But... not to worry.
Ama... üzülme.
Don't worry, but, look, not to rain on your parade...
Bak, yaranı kaşımak istemiyorum ama...
- No I'm sure it's not, but don't worry I'm going to run his prints through Interpol, okay...
- Elbette, elbette, ama belgelerini isteyeceğim. Merak etmeyin.
But don't worry, I'm not going to leap out of your chest.
Kaygılanma, ensenden kanını emmem.
You're not to worry about anything but getting better. I can't...
Sen sadece iyileşmeye bak.
But you need to be confident, and not worry about the future.
Ama inançlı olman ve gelecek için endişe etmemen gerek.
but not today 139
but not for me 77
but not impossible 44
but not right now 44
but not 178
but not now 180
but not me 232
but not yours 20
but not too much 51
but nothing serious 18
but not for me 77
but not impossible 44
but not right now 44
but not 178
but not now 180
but not me 232
but not yours 20
but not too much 51
but nothing serious 18