A bar tradutor Turco
16,797 parallel translation
- In a bar.
- Bir barda.
A guy walks up to a woman at a bar,
Bir adam barda bir kadına doğru yönelir.
Oh, did you honestly bring your favorite doll to a bar fight?
Bir bar kavgasına gerçekten.. .. en sevdiğin oyuncak bebeği mi getirdin?
- You got no problem climbing up a barstool, but climbing up a mountain to investigate a goddamn crime?
- Bar taburesine çıkarken sorun yok ama soruşturma için dağa çıkarken mi sorunun var? Fazla mı geliyor?
Take'em out to a bar.
- Milleti bara götür.
Well, we got us a bar up in the barn.
Hangarda bir barımız var.
But it's also unexpected. It has a lot of humor in it, too.
Ayrıca beklenmedik ve epey mizah da barındırıyor.
I met your loser friend at a bar, and she asked me to come to a party.
Sizin ezik arkadaşınızla barda tanıştım ve bir partiye gelmemi istedi.
You would create a wasteland and call it peace.
Sen dünyayı yerle bir ediyor ve ona barış diyorsun.
Look, I'm not gonna drink at a bar where everyone hates me.
Bak, herkesin benden nefret ettiği bir barda içki içmeyeceğim.
Oh, maybe there's a bar that owes him money.
Belki ona borcu olan bir bar vardır.
About an hour ago in a bar in echo park.
Yaklaşık bir saat önce Echo Park'taki bir barda.
Which is why owning a bar is great.
Bir bar sahibi olmak bu yüzden çok güzel.
No, you attacked me in a bar, in the bathroom, on my birthday.
- Seni ben davet ettim. - Hayır. Bana doğum günümde barın tuvaletinde saldırdın.
Found myself in a bar with four shots of Jameson under my belt.
Kendimi dört şat Jameson'la bir barda buldum, tecrübeyle sabit.
That's cool. I got this friend Lev that I went to high school with, he... he's a bar-back in the city at this bar and he's just like...
Liseye beraber gittiğim Lev adında bir arkadaşım vardı, şehirdeki bir barda barmen yardımcısıydı ve o...
A man of fellowship, a man of kindness, a man of peace.
Dostcanlısı iyiliksever barışsever.
it's a peaceful culture!
Ama yine de barışçıl bir kültürdür!
we had a beer up at Bishop.
Dün gece onu gördüm. Bishop'ın barında bira içtik.
It seems Mr. Fuller has come into contact with a meteorite with mutagenic properties.
Bay Fuller genetik mutasyona yol açan özellikler barındıran meteorla temas etmiş.
You're getting a whole new life as Alison Aykle, Peace Corps volunteer.
Barış Gönüllüleri üyesi Alison Aykle olarak yepyeni bir hayata başlıyorsun.
A peace offering.
Bir barış hediyesi.
Because I saw it when I was eight years old on the banks of a river in Colorado... peace.
Çünkü 8 yaşımdayken gördüm. Colorado'da bir nehrin kıyısında gördüm barışı.
Well, how'd you know I'm not a nut bar?
- Benim çatlak olmadığımı nereden biliyorsun?
Do you want to go have a drink at the bar?
Barda bir şeyler içmeye gidelim mi?
Sir, I believe in a peaceful revolution through massage and the...
Bayım, masaj yoluyla elde edilecek barışçıl bir devrime- -
And we want a caviar bar over there.
Oraya bir hayvar barı istiyoruz.
It matched a bunch of older ones on the bar and in the bathroom.
Bar ve tuvaletteki bazı eski izlerle eşleşti.
It's been a long time since you danced on my bar, Hayley Marshall.
Barımda dans etmeyeli epey zaman oldu, Hayley Marshall.
It's been a long time since I danced on any bar.
Herhangi bir barda dans edeli epey zaman oldu.
One of you is trying to make peace, the other one is eyeing me like I'm a rabid dog.
Biriniz barışmaya çalışıyor.. .. diğeri bana kuduz bir.. .. köpekmişim gibi bakıyor.
A candy bar?
Bir çikolata?
There were a lot of people on the street before curfew last night, mostly in peaceful recognition of the anniversary.
Neler oldu orada? Dün gece sokağa çıkma yasağından önce sokaklarda bir sürü insan vardı. Genellikle yıldönümünü barışçıl şekilde anan insanlar vardı.
Convinced that the impurities were a threat to peace.
Diğerlerinin barış için birer tehdit olduğunu söyledi.
It's nothing a little energy bar won't fix.
Enerji çikolatasının düzeltemeyeceği bir şey değil.
I'll see if we can get a drink at the bar.
Barda bir içki alabilir miyiz göreceğiz.
It can plunge a seemingly peaceful individual into... mental and emotional chaos.
Gayet barışçıl bir bireyi oldukça duygusal ve zihinsel bir kaosa sürükleyebilir.
I won it from a drunk GI in a Philippines bar in 1944.
1944'de Filipinler'de bir barda sarhoş bir askerden kazanmıştım o kalemi.
There's a great tiki bar across the street from that building.
O binanın karşısında harika bir tiki barı var.
Well, I was lucid enough to destroy a tiki bar and get a lead on our two dead blondes.
Bir tiki barı dağıtıp ölü iki sarışınımız hakkında ipucu bulacak kadar kendimdeydim.
A priest walks into a bar.
"Papazın biri bara gitmiş."
I have an alibi. I was at a shelter on 7th.
Cadde'de bir barınaktaydım.
I'm not a peace broker.
Ben barış aracısı değilim.
You're choosing a dead woman over me. " Before you know it, I'm out on my ass till we make up.
Ölü bir kadını bana tercih ediyorsun. " Bir bakmışsın, barışana kadar beni dışarı atmış.
It's a fake sad bar, not a real sad bar.
Burası sahte bir bar, gerçek bar değil ki.
Brandon, run over to that bar and get me a champagne cocktail.
Brandon, bara gidip bana şampanya kokteyli alabilir misin?
But they also agree not to fight, and a fragile peace is established.
Fakat savaşmamayı kabul ettiler ve hassas bir barış dönemi başladı.
When news of the discovery spreads, thousands of miners flood the Black Hills, a direct violation of the terms of the peace treaty.
Keşfin haberi yayılınca binlerce madenci Black Hills'e akın etti. Bu, barış anlaşmasının şartlarının ihlali demekti.
Maintaining a peaceful relationship with the Indians has been one of Grant's proudest achievements since taking office, and he knows that going back on his peace policy would only reignite the conflict.
Kızılderililerle barışçıl bir ilişki sürdürmek Grant'ın başa geldikten sonraki en gurur duyduğu başarısıydı. Barış politikasından vazgeçmesinin çatışmaları tekrar başlatacağını biliyordu.
After years of trying to establish peace with the Indians, President Grant is now provoking a war.
Kızılderililerle barış sağlamak için harcadığı onca yıldan sonra Başkan Grant savaş çıkması için kızılderilileri kışkırtıyordu.
So I'm walking on the street eating a candy bar,'cause by then I already ate my feelings at a professional level, and I saw him crossing over.
Ben de çubuk şekerimi yerken yolda yürüyordum çünkü o zamana kadar duygularımı profesyonel seviyede tüketmiştim. Sonra onu karşıdan karşıya geçerken gördüm.