English phrases | Russian phrases | Turkish phrases
Translate.vc / Inglês → Turco / [ I ] / It felt

It felt tradutor Turco

8,814 parallel translation
That it felt more important than my own life.
Canımdan daha değerli gibiydi.
I never knew what it felt like to be safe or in love until I met Barbie.
Barbie'yle tanışana kadar, güvende veya aşık olmak nasıldır bilmedim hiç.
It felt like the middle of the night.
Gecenin ortası gibiydi.
Mr. Andersen, please tell us how it felt to be turned away.
Bay Andersen, lütfen bize geri çevrilmenin nasıl hissettirdiğini anlatın.
It felt like crap.
Berbat hissettirdi.
Well, it felt like..
Sanki şey gibi geldi...
I don't know what it felt like.
Ne gibi geldi bilmiyorum.
Just tell them it felt like it was meant to be.
Onlara olması gereken buymuş gibi geldiğini söyle yeter.
It felt like it was meant to be.
Olması gereken buymuş gibime geldi.
If you want people to connect with it, you have to tell them how it felt.
İnsanların bu kitabı beğenmesini istiyorsan, nasıl hissettiğini anlatmalısın.
It felt like if the whole world came running for us, we might fend off all who would take us ill.
Bütün dünya üstümüze gelse bize zarar vermek isteyenleri geri püskürtebilirdik.
So then, when you close your eyes, try to remember what it felt like when she held you and remember, no matter what,
O zaman, gözlerinizi kapatıp nasıl bir his olduğunu hatırlamaya çalışın sizi kucakladığını anımsayın, ne olursa olsun,
It just... it felt... Familiar.
Orada bir şeyler tanıdık geldi bana.
It felt like my son's death wasn't for nothing, and I know that if Will is out there somewhere, he would be happy about it.
Oğlum bir hiç uğruna ölmemiş gibiydi, ve biliyorum ki, eğer Will buralardaysa buna çok sevinirdi.
You and Michael cast its shadow over countless poor souls and yet you never knew what it felt like to be under its influence.
Sen ve Michael, gölgesini sayısız zavallı ruhlara tutardınız ve sen de onun etkisi altında olmanın nasıl hissettirdiğini hiç bilmezdin.
If I could explain how it felt to be down there and how it feels to be up here I'd want everyone to hear it.
Eğer orda olmanın ve burada olmanın nasıl olduğunu açıklayabilseydim herkesin duymasını isterdim.
And it felt great to succeed at something.
Ve bir şeyde başarılı olmak gerçekten iyi hissettirdi.
It felt good.
İyi gelmişti.
No, that's not how it felt!
Ben öyle hissetmedim ama!
It felt great.
Harika hissettirdi.
It felt wonderful passing those gates.
O kapılardan geçmek harika bir duyguydu.
It felt like walking on holy ground.
Kutsal bir mekanda gezinmek gibiydi.
I realized that whatever I felt for her... it isn't real.
Eva'ya karşı hislerimin gerçek olmadığının farkına vardım.
I just wanted to clear the air, You know, see how you felt about it, See if I still have a job or not.
Sadece bütün şüpheleri dağıtmak, senin nasıl hissettiğini ve kovulup kovulmadığımı öğrenmek istedim.
I wanted to get on with the heavy breathing trancy stuff and I just felt it all got a bit trampled over.
Ağır trans solumasıyla devam etmek istedim ve bana biraz saygısızlık edildi gibi geldi.
All right, for what it's worth, I felt bad lying to you. I think you enjoyed it.
Bir değeri var mı bilmiyorum ama yalan söylediğim için kendimi kötü hissettim.
He was the first guy to take craps, which was a street game, and put it up on green felt on a table and thereby make it respectable and fancy.
Sokak oyunu olan zırvaları alıp onları yeşil kartonlu bir masaya koyan böylece onu süslü ve önemli yapan ilk adamdır.
And he felt that someone should do something about it.
Ve birilerinin bu konuda bir şeyler yapması gerektiğine inandı.
I always felt that the mentality of a wise guy when he has to shoot somebody, it's no different from, uh, being in the trenches.
Kurnaz bir adamın düşüncesine göre birini vurmak zorunda olduğunda tıpkı siperdeymiş gibi davrandığını hissetmişimdir.
I felt it as soon as I sat down.
Oturur oturmaz anladım.
We barely felt it downtown.
Tamam sen.
Felt like it was meant to be.
Olması gereken buymuş gibi geldi.
And I felt it get born and die over and over again.
Sanki ölüp ölüp diriliyordum.
It's'cause I felt her clinging on you.
Öyle çünkü seni rahatsız ettiğini hissetmiştim.
You know, the only time in my life that I felt truly free, Kevin, was when I picked up that piece of glass and I stuck it in my neck.
You know, the only time in my life that I felt truly free, Kevin, was when I picked up that piece of glass and I stuck it in my neck.
I felt it get born and die over and over again.
Yeniden doğmuş ve ölmüş gibiydim tekrar ve tekrar.
It was an eviction, but that felt different.
Bir çıkarmaydı ama farklı gibi geldi bana.
This marking... felt like it made the eviction stronger.
Bu işaret, çıkarmayı yaptı gibi geldi.
I mean, he was 5,000 miles away in the South Pacific, but I felt it, and I knew he was gone.
Yani, 8-9 kilometre uzaktaydı fakat hissetmiştim işte, ve öldüğünü anlamıştım.
It's never felt like it.
Zannetmiyorum.
If he did this, it's only because He felt he had no other choice.
Eğer bunu yaptıysa, tek nedeni başka bir seçenek görmemesidir.
It was finally a place where I felt at home, but something nagged at me.
Nihayet kendimi evimde gibi hissettiğim bir yer bulmuştum. Ama birşeyler kafamı bulandırıyordu.
I've always felt it better all round.
Böyle her zaman daha iyi hissettim.
We both felt it.
İkimiz de hissettik bunu.
Even if I-I don't love him, it... felt better to be with him than to be alone, you know?
Onu sevmiyorsam bile onunla olmak yalnız olmaktan iyi.
And I can only hope that while she was alive, she felt I returned it in kind.
Hayattayken bu sevgiye aynen karşılık verdiğimi hissetmiş olduğunu umarım.
After a night celebrating the Cup victory in 1905, members of the Ottawa Silver Seven felt it necessary to see if they could kick the cup into Ottawa's Rideau Canal.
1905'te bir galibiyeti kutladıktan sonra Ottawa Silver Seven üyeleri kupayı Ottawa Rideaau kanalında tekmelemeyi gerekli gördüler.
Felt so good, it should be.
Çok iyi hissettim, bu olmalıydı.
Didn't seem like you even felt it.
Hissetmiş gibi görünmüyordun.
By design, it required a dedicated warden, one that deeply felt the need for her punishment.
Tasarım gereği, onun cezalandırılması gerektiğine derinden inanan kendini bu işe adayacak bir gardiyan gerekiyordu.
And it gave me something to focus on, just something that felt important, with life and death stakes.
Onunla birlikte odaklanacağım bir şey olmuştu, ölüm ve yaşam olayları arasında önemli hissettiren bir şeydi.

© 2017 - 2024 Translate.vc | [email protected]