In that sense перевод на турецкий
1,603 параллельный перевод
TERMS, SHE THREATENS TO WITHHOLD SEX, WHICH, IN THAT SENSE,
Ping-Mei ne zamandır seks yapmama tehdidini yeniden müzakere etmek istiyordu.
In that sense, I'm very religious.
O bakımdan çok dindarım.
It's a feeling that not too many people ill experience so it's special in that sense.
Bir sürü kişinin sahip olamayacağı bir deneyim bu yüzden çok özeldir.
And in that sense, he was right in getting us to be Mods.
Bu anlamda, bizi Mod grubu yapmakta haklıydı.
- in that sense it hasn't... Sorry, we did knock.
- Affedersin, kapıyı çaldık.
I like to call white dwarfs "retired stars", in the sense that all of the light that they are shining, is energy that they accumulated during their normal lives as stars, while they were fusing light elements into heavy elements,
Beyaz cücelere "emekli yıldızlar" demeyi tercih ediyorum. Yaydıkları tüm o ışık, bir bakıma yaşamlarının yıldızlık evresi boyunca biriktirdikleri enerjidir. Hafif elementleri ağır elementlere dönüştürürken biriktirdikleri enerji.
The mystery of blue stragglers is that they're, in some sense, younger than they have any right to be.
Mavi aykırıların gizemi, bir anlamda olmaları gerekenden genç olmalarıdır.
Okay, see... That right there makes total sense in the world.
Tamam, görüyorsun oradaki şey, dünya için çok anlamlı.
So that, in a sense, is a good model for Hubble's observation that at a given time, the more distant galaxies move faster than the nearby galaxies.
Yani bu, bana göre, güzel bir model Hubble'ın gözlem sonucu için yeterli zamanı verirsen, galaksiler birbirinden daha da fazla uzaklaşır. Yakındaki galaksilerden daha hızlı.
That tilt is so extreme that, In a sense, The whole northern hemisphere Is the arctic And the whole Southern hemisphere Is the antarctic.
Eğim o kadar fazladır ki bir bakıma, tüm kuzey yarımküre, kuzey kutbu güney yarımküre ise antarktikadır.
And I sense that something is amiss in your universe.
Ve bir şeyin evrenini bozduğunu hissediyorum.
yeah, that makes so much sense, because I found candy in the back of the dodge.
Çok mantıklı, arabanın arka koltuğunda şeker bulmuştum.
Galileo is the first modern scientist, in the sense that he actively in gage observations with the telescope he actively proposed theories consistent with telescope and he dared, he dared to challenge the Orthodoxy at the moment.
Galileo, etkin bir biçimde teleskopla gözlem yapmayla iştigal etmesi bakımından ilk modern bilim adamıdır. Etkin bir şekilde, teleskopla tutarlı teoriler ileri sürdü ve yürekliydi, zamanının kabul gören dinî inancına meydan okudu.
If Einstein had the anger of his convictions, some sense he was recognized that the static universe believed in was not compatible with the theory come out with.
"SERVİS DIŞI" Einstein'da görüşlerinin cesareti olsaydı inandığı "Sabit Evren" in, geliştirdiği teoriyle uyuşmadığını bir şekilde itiraf ederdi.
I mean, judging from how many guys have fantasies about being with twins. I mean, you know, in that way, it makes sense.
İkiz olmayla ilgili fantezileri olan çok kişi olduğunu düşünürsek yani o şekilde mantıklı.
You're both right. In the sense that you've convinced me that you're both wrong.
İkiniz de beni yanlış düşündüğünüze ikna etme konusunda haklısınız.
In a sense that it's a bit weird to ask someone about their PA when they are being interviewed
Röportaj sırasında asistanım hakkında soru sormanın biraz tuhaf olması anlamında.
How do I say this in a way that makes sense to Booth?
Ne şekilde söylersem, Booth için anlamlı olur?
Absolutely, that makes sense, some dog was in here getting his eyes checked and forgot to put his jewelry back on.
Oh, kesinlikle. Bu mantıklı. Köpeğin biri göz muayenesi için geldi ve çıkarken mücevherini unuttu.
One possibility is that the laws of physics... allowyou to do backward time travel... as long as it leads to a self-consistent universe... that, in some sense, the history is not changeable. You can't go backwards and change things... which would stop you from having been created in the first place... for example, in the grandfather paradox.
Bir ihtimal fizik kanunları zamanda geri gitmeye izin verse... tarihin değişmediği, zamanda geriye gidemediğiniz ve daha en başta yaratılmadan engelleyebildiğiniz şeyler olmadan, istikrarlı bir evren şeklinde geriye zaman yolculuğuna öncülük edeblir.
Derek, if I lose faith in that then nothing in my life makes sense.
Derek, buna inancımı kaybedersem hayatta hiçbir şeyin anlamı kalmaz.
I got a sense that something's going down. Yesterday this guy comes and asks if I'm interested in being active for the cause.
İçimde bir şeylerin kötüleştiğine dair bir his var ve dün bu adam hala amaç için aktif olarak çalışmak isteyip istemediğimi sordu.
Some weird guy comes in saying stuff that don't make no sense.
Bir tuhaf herif içeri girip saçma sapan şeyler söyler.
In what universe does that make any sense?
Dünyanın neresinde bu anlam ifade eder?
Their meaning in an absolute sense, when taken separately and alone, and another meaning entirely when taken altogether. And that arrangement of facts can also have two truths - an unbiased and objective account of what actually happened or an arrangement which can best be described as an orchestrated litany of lies.
Anlamları kesin duyguların içinde, ayrı ayrı ve tek başına alındığında ve diğer anlamda büsbütün alındığında bu olayların düzenlenişi bize bu iki doğrunun tarafsız ve objektif bir biçimde aslında neler olduğunu veya bir düzenleme bize en iyi tanımlamayı verebilir... tıpkı bir yalanlar dizisi gibi.
I understand better than anyone that sense of delicate independence, which exists in the refined female.
Kibar kadınlarda bulunan hassas bağımsızlık bilincini herkesten daha iyi anlarım.
And if you do pick up a board and try to play games with it, the entity will sense that you're trying to communicate with it, and that's opening the door, inviting it in.
Eğer siz tahta alıp onunla oyun oynamayı denerseniz varlık onunla iletişim kurmayı denediğinizi hisseder ve bu da kapının açılışı olur, onu içeri davet eder.
It doesn't make any sense. I was on the beach that night.
Sam'in tanığı benim.
In the sense that he can understand things to be true, that can not be proven, by a computer program.
Doğru olup da bir bilgisayar programı tarafından ıspatlanamaz şeyler bulunduğunu bir bakıma anlayabiliyordu.
What he really showed, was that for any system that you adopt, which, in the sense the mind has been removed from it, because you...
Gerçekte gösterdiği, herhangi bir sistemi benimsediğinizde bir bakıma zihin içinden çıkarılmıştır, çünkü,
They still wanted to say there was a rational way to approach such a virtual war and GAME THEORY seemed to offer that to them, that you could, in a sense, incorporate your enemy into your own thinking
Tutarlı olabileceğini düşünen kimseler vardı. Görünen o ki Oyun teorisi Taraflara düşmanın da içinde bulunduğu bir düşünce alanı imkanı sunuyordu.
in which all players agree upon the strategies that they're playing, and that those strategies make sense to them.
Kişisel çıkarlarını peşinde koşmak olabilecek en kötü ortamda bile sonuçta tüm oyuncuların diğerlerinin muhtemel düşünceleri konusunda anlaştığı bir tür.düzene doğru evriliyor. Ve bu stratejiler uygulayanlara mantıklı gözüküyor. Fakat aynı zamanda bu Paranoyak bir düşünce çünkü
So in that sense, you can then use incentives?
Böylece bu anlamda teşvikleri kullanabilirsiniz
Getting arrested was the best thing that ever happened to me, in the Hegelian sense.
Aslında tutuklanmak başıma gelen en güzel şeydi. Hegel'in mantığına göre.
They played with kind of a sense of abandon in a way that hadn't been done before.
Daha önce hiç görülmemiş türde bir coşkunlukla çaldılar.
Well, it's a non-binding resolution expressing the sense of the Congress that the Department of Defense should continue to exercise its authority to support the Boy Scouts of America.
Şey, Savunma Bakanlığı'nın Amerika İzcileri'ni desteklemek için yetkisini kullanmaya devam etmesi gerekliliği konusunda Meclis'in fikrini beyan eden, bağlayıcılığı olmayan bir tasarı.
There's sense in that.
Bu çok anlamlı.
Not in the sense that you mean.
Senin kastettiğin anlamda yok!
Well, in a sense, that's what he is, but... that doesn't mean he doesn't exist in an objective way independently.
Bir anlamda dediğin gibi, ancak bu onun, bağımsız olarak tarafsız bir şekilde var olmadığı anlamına gelmez.
At least not in the sense that you mean.
En azından senin bildiğin gibi değil.
I sense that the town of Gold Lick is in trouble.
Gold Lick kasabasinin basinin belada oldugunu hissediyorum.
And I love that you have this insane way of talking in circles that makes perfect sense.
ve bu deliliğe sahip olmanı seviyorum yuvarlak konuşmanı seviyorum.
Consumer democracy in the sense that any regime whether it's the Chinese regime, the U.S. Regime has to give people what they want and when they want it, which is now.
Amerikan ya da Çin rejimi tüketim demokrasisi hangi rejimin altında olursa olsun insanlara istedikleri zaman istedikleri şeyi vermek zorundadır.
Wow, see, that is me offering you an olive basket and that is you spitting in my face.
Bak, ben sana zeytin sepeti uzatıyorum sense yüzüme tükürüyorsun.
Cora, I really wanted to talk to you - About the fact that we're gonna have to leave early to finish this song which has become important to us in both an artistic and spiritual sense.
Cora, seninle gerçekten konuşmalıyım... ikimiz içinde çok önemli olan şarkıyı artistik ve ruhsal olarak bitirmek için erken ayrılmamız gerektiği gerçeği hakkında.
Larry, I love you, but I'm not in love with you, if that makes any sense.
Larry, seni severim ama sana aşık değilim, anlatabildim mi?
There's no sense in doing that.
Mikko, bunu yapmanın bir anlamı yok.
To provoke the Sioux further in this panic, does that make sense?
Sioux'ları bu panik içerisinde daha fazla kışkırtmak mantıklı mı?
Where's the sense in that?
Ne anlamı var ki?
Well, I don't think that anyone has ever seen a final quite like that, and I do not, in any way, mean that in a positive sense.
Kimsenin böyle bir final gördüğünü sanmıyorum ve bunu hiç de olumlu anlamda söylemedim.
In a sense it's like music, it's not the notes, it's the space you put between the notes that makes the music.
Bir bakıma müziğe benzetebiliriz : Müziği müzik yapan notalar değil, notaların arasındaki sessizliktir.
in that case 1880
in that time 35
in that way 47
in that 47
in that order 61
in that room 17
in that moment 131
in that respect 17
in that place 16
sense 44
in that time 35
in that way 47
in that 47
in that order 61
in that room 17
in that moment 131
in that respect 17
in that place 16
sense 44
sensei 439
sense of humor 23
in the real world 60
in the meantime 2026
in the morning 1802
in the middle of the night 158
in the kitchen 217
in the name of the father 223
in the middle of nowhere 42
in there 594
sense of humor 23
in the real world 60
in the meantime 2026
in the morning 1802
in the middle of the night 158
in the kitchen 217
in the name of the father 223
in the middle of nowhere 42
in there 594
in the darkness 43
in the criminal justice system 149
in the afternoon 211
in the beginning was the word 18
in the ass 21
in the flesh 166
in the basement 109
in the house 117
in the beginning 230
in the old days 114
in the criminal justice system 149
in the afternoon 211
in the beginning was the word 18
in the ass 21
in the flesh 166
in the basement 109
in the house 117
in the beginning 230
in the old days 114
in the end 1091
in the name of god 118
in the name of jesus 26
in the first place 155
in the 715
in the future 338
in the past 316
in the dark 154
in the bathroom 154
in the woods 135
in the name of god 118
in the name of jesus 26
in the first place 155
in the 715
in the future 338
in the past 316
in the dark 154
in the bathroom 154
in the woods 135