Английские фразы | Русские фразы | Турецкие фразы
Translate.vc / английский → турецкий / [ S ] / So it's a win

So it's a win перевод на турецкий

72 параллельный перевод
It's become a tradition for her to win the cup and her roses mean so much to her.
Onun kupayı kazanması gelenek oldu gülleri de onun için çok önemlidir.
Okay, you guys, after lunch we got a big game with cabin B-11, and I really wanna win it, okay? So, what do you say?
Tamam millet, yemekten sonra 11 nolu kulübeyle bir yarışma yapacağız ve bu yarışı gerçekten kazanmak istiyorum, tamam mı?
Because sometimes in poker it's smarter to lose with a winning hand so you can win later with a losing one.
Çünkü pokerde bazen kazanabileceğiniz bir eli vermek sonradan daha büyük bir eli kazanmak için şarttır.
Ever since I was a little kid... I wanted to be either a doctor or a blooper... so it's basically win-win for me except now I can't feel my legs.
Çocukluğumdan beri ya doktor ya da pilot olmak isterdim esasında ikisi de oldum ama şimdi ayaklarımı hissedemiyorum.
So we got to talk about it, if nothing else just to get it out of our way so we can have a little fun here tonight, because otherwise the terrorists win.
Yani konuşmalıyız bunu, konuşalım da aradan çıkartalım ve eğlenelim bu akşam, çünkü aksi takdirde teroristler kazanmış olur.
So I mean, It's a win-win situation.
Yani, bu zafer üstü bir durumdur, demek istiyorum
- So here I was pinning Noreen's hopes for education on an animal that couldn't win if it was shot out of a cannon.
- Noreen'in yüksek eğitim umutlarını bu yarışı, bir toptan fırlatılsa bile kazanamayacak, bir ata bağlamıştım.
So, it's a win-win.
Luke Skywalker'ın bile yapmaktan korktuğu şeyi yapacağız kötülükten yararlanacağız. Yani, her türlü kazançlı oluruz.
It's your word against a dead girl's, so you win.
Sana karşı, ölü bir kadın. Kazandın.
- So it's a win-win for us.
Ne olursa olsun kazançlıyız.
Look, Julie, I'm very protective of J.D., so it's gonna take a lot to win me over.
Julie, J.D. konusunda çok korumacıyımdır bu yüzden beni kazanman zor olacak.
So it's a win-win for us.
Evet dediler. Ne olursa olsun kazançlıyız.
So you think I'm seeing a band, I do my fantasy draft, and it's win-win.
Bir grupla görüşeceğimi düşünürsün, ben de fantezi beyzbol oynarım, herkes kazanır.
So it's a win-win situation.
Bu kazandır-kazan durumu.
Which, as it happens, is a place I've always wanted to hang out, so it's totally a win-win.
Ayrıca bu oda, sürekli takılmak istediğim yer.
So we're only eight pounds behind Utica. Now, I know it's a stretch, but we could weigh ourselves again at the end of the day and maybe win this thing after all.
Yani sadece dört kilo gerideyiz ve biliyorum biraz zor ama belki günün sonunda tartılırız ve her şeye rağmen kazanırız.
It's a no-win. So, you do what it takes to make the case.
Kazanmak zordu, sende... davayı kazanmak için ne gerekiyorsa yapacaktın.
So it's kind of a win-win situation.
Yani bu olay tam bir kazan-kazan durumu.
And that in fighting, we would win. And so it was that in November of'56, we left Mexico in a... A leaky boat, with 82 men onboard.
Bu amaçla ; 26 Kasım'da, içinde 82 adam bulunan sızdıran bir tekneyle Mexico'dan ayrıldık.
So you wanna win a man over, you don't need 10 steps... you need one, and it's called a blowjob.
Bir erkek istiyorsanız, 10 madde gerekmez size tek bir madde gerekir, adı da oral seks.
So just'cause a horse won its last few races, doesn't mean it's gonna win against a different class of horse.
Yani bir atın son bir kaç yarışını kazanması farklı türden atları da yeneceği anlamına gelmez.
Well, if we're not gonna deal, this hotel has an excellent spa, so it's a win for me either way.
Anlaşamazsak, bu otelin SPA'sı mükemmel. Her şekilde kazanırım.
But the motherfucker only plays one song, so it's not entirely a win-win situation.
Ama, orospu çocuğu sadece bir şarkı çalıyor. Yani pek kârlı bir alışveriş olmadı benim için.
If I see a way to win, I'm gonna take it. And so I sold five million dollars of wrapping paper to the military.
Böylece, orduya beş milyon dolarlık kap sattım ve satışı Cynthia adına yaptım.
I should have said no, but he got to stare at my ass as I walked away, so it's a win for both of us.
Hayır diyebilirdim ama ben uzaklaşırken o da kıçımı süzebildi. Yani iki taraf da kârlı çıktı bu işten.
So then why don't you quit playing this like it's a game, like it's something that you can win?
O zaman neden bunu kazanabileceğin bir oyunmuş gibi oynamayı bırakmıyorsun?
So it's a... it's a win-win.
- Bir taşla iki kuş.
I think people are responding so strongly to the comic because it's all about his love for Leah - and wanting to win her back.
Bence insanların çizgi romana bu kadar kuvvetli tepki vermesinin sebebi Ray'in Leah'a olan aşkını anlatması ve geri kazanmaya çalışması.
Well, it's a game, really. So all you have to do is win.
- Aslında bu sadece bir yarışma yani tek yapman gereken, kazanmak.
Hey, you need me and I need to work so it's a win-win, right?
Senin bana, benim de çalışmaya ihtiyacım var. Yani ikimize de uyar, değil mi?
You'll get the cash all back, so it's a win-win situation, right?
Hepsini nakit olarak geri alacaksın, yani herkes kazanacak, değil mi?
I'm buying, so it's a win-win.
Ben alıyorum, böylece her durumda kazanmış oluyorum.
I think she's got plenty of time to learn about real life, and right now she's a kid, so maybe it's- - - but she thinks that it's her birthright to win.
Bence gerçek hayatı öğrenmesi için bir hayli zamanı var ve şu an o bir çocuk, belki bu yüzden- - - ama kazanmayı doğuştan bir hakkıymış gibi görüyor.
This has got four-wheel drive, which is not what you want on a dry track and it's much heavier, so it can't really win
Bunun kuru zeminde istemeyeceğiniz dört çekiş sistemi var. Ayrıca çok daha ağır bu yüzden kazanamaz.
It's just so hard to tell the difference between those that have a good heart and the ones that are just out there to win.
İyi kalpli olanlarla, sadece kazanmaya çalışanları ayırt etmek bazen çok zor oluyor.
So really it's a win-win-win, if you count the "beating the hell out of you" part.
O zaman, üç taraflı kazanç oluyor, "komalık etme" kısmını sayarsan tabi.
So, really, it's a win-win-win-win.
O zaman, dörtlü kazanç oldu.
So it's a win-win.
Herkes kârlı çıkmış yani.
They can reliably provide a continuous cash flow. So, it's a win-win situation.
Bu eşit bir durum.
But it was a win, so I'm really, really happy.
Bu hafta sona kalmadım, dolayısıyla gerçekten çok mutluyum.
So it's a win-win for everybody.
Yani iki tarafta kazanıyor.
Only people like Einstein win the Nobel prize, so it's a pretty lofty goal, but that's where Cameron's going.
Ancak Einstein gibi insanlar Nobel Ödülü'nü kazanırlar. Bu yüzden çok yüce bir amaçtır. Ve Cameron'un da gittiği yol buydu.
it made the audience like Morgan, you know, so it's a... it's a win-win situation.
Seyircileri tıpkı Morgan gibi güldürmek bu yüzden iki taraf da kazanıyordu. Peki.
It'll be hard. You know, a day like this really shows who's the best, and I wasn't on par with what's required to win the Tour, so, I mean, for me, that's the reality.
Böyle bir günde en iyinin kim olduğu anlaşılır ve ben Tur'u kazanmak için gereken özelliklere sahip değildim, bunu bir gerçek olarak görüyorum.
Hunt now has the opportunity to win, but it's not so easy to become a champion.
Hunt sampiyonayi kazanmak icin bir firsat yakaladi,... ama sampiyon olmak kolay degildir.
Well, it's called a haymaker, which Marcus promptly turned into a devastating arm bar, but the good news is I finally get to get that Tommy John surgery I've always wanted, so... win-win.
Haymaker deniyor o harekete. Ki Marcus bunu hızla bir kol kıskacı ile karşıladı. Ama iyi haber şu ki, sonunda çok istediğim Tommy John ameliyatını yaptırabildim.
So it's a win.
Galibiyet değil mi bu?
So he put it into the machine, and if it works the way James says it will, we can vote for Reston all night, and grant would still win in the final tally.
Makine, James'in söylediği gibi çalışıyorsa bütün gün Reston'a oy versek bile sonunda kazanan yine Grant olacak.
You have to win that National Spelling Bee so that you can go to a top college, and I can rub it in that Kabuki whore's porcelain face.
Artık ulusal yarışmayı kazanmak zorundasın. Böylece iyi bir üniversiteye gidebilesin, Ben de böylece o orospunun porselen yüzüne sırıtabilirim.
So it's up to you to score us a win.
Yani kazanmamız sana bağlı.
But, hey, it got us alone together, so that's a win.
Ama yalnız kalmamızı sağladı, o yüzden bu da bir kazançtır.

© 2017 - 2024 Translate.vc | [email protected]