Bu kan перевод на английский
16,600 параллельный перевод
Bu kanıt sayılmaz.
It's not proof.
Ve şimdi, mezara gitmeliyim... Bu kan çizgisinin devam ettiğini biliyor musun?
And now, I have to go to my grave knowing that this bloodline continues?
Bu kanıya nereden varmış olabilir?
Any ideas where he's getting that from?
Bu kan yağmırı yüksek ölçüde asidik. ve protein yapısı, akbabaların sindirim sistemindeki çürütücü safrayla eşleşiyor.
This blood rain is highly acidic, and the protein structure matches the corrosive bile that vultures have in their digestive tract.
Bu kan davasını unutmasını söyle.
Tell her to let go of this feud.
Kupa bu kanı temizlesin.
Let the Cup purify this blood.
Beğen ya da beğenme, bu kanımızda var.
Whether we like it or not, it's in our blood.
Bu kanıt istek formu. Üzerinde Özel Ajan Arthur Vance'ten sahte imza var.
This is an Evidence Request Form with a fake signature from Special Agent Arthur Vance.
- Her şey mahvolduktan sonra mı bu kanıya vardın?
And you only came to that conclusion after everything had gone to hell?
Teorimiz var. - Bu kanıt bile sayılmaz.
We have a theory.
Bu hiçbir şeyi kanıtlamaz.
It proves nothing.
Bilindik element değil, iz bırakmamış, bu dağınıklık dışında burada olduğuna dair kanıt yok.
No trace elements, no prints, no sign that it was ever here except the whole mess.
Saç ve kan örneklerinden hâlâ sonuç bekliyorum ama bu işimi gördü.
Still waiting on the blood and the hair, but she ran it through for me.
Efendim, kanıtınız bu mu?
Sir! That's your evidence?
Steve'in evde olduğuna dair kanıtı yok bu yüzden aracı süren o olabilir.
Steve doesn't have an alibi so it could be him driving that vehicle. Hmm.
Bu da zarfın içinde kan lekeli bir not olduğunu gösteriyor.
That suggests there was a bloodstained note inside the envelope.
Şimdi, Thurwell intihar olduğunu kanıtlamak için neden bu kadar istekliydi?
Now, why would Thurwell be so eager to prove that it was a suicide?
Ya sana karşı görevi kötüye kullanma davası açarım ya da dokunulmazlığı verip bu bilgisayardaki istediğin kanıtı alırsın.
Either I sue your ass for abuse of authority... or you give me immunity and get the evidence you want from this computer.
Bir şey kanıtlamıyor bu.
This doesn't prove anything.
Beni sevdiğinin kanıtı mı bu?
Which proves you love me?
- Bu bir şeyi kanıtlamaz. - Öyle mi?
- This doesn't prove anything.
Bu sabah, hiç değişmeyeceğini kanıtlayacak bir şey yaptı.
But this morning, he did something that proves he's never gonna change.
Bu durum subaylarınız işbirliğini kanıtıdır.
This is the price for your officers'cooperation.
Bu arada, Slugline dün çıkan Politico yazısına el attı.
Uh, Slugline, by the way, picked up the Politico story from yesterday.
Bu olay yüzünden hakkımda çıkan iyi şeyler.
How much good press I'm getting out of this.
Onun kafayı yediğini söylemiştim sana, işte bu da kanıtı.
I told you he was crazy, and there's the proof.
Bu şirket otologöz kan bankacılığına öncülük etmişler ayrıca bir kaç pintlik kanı on yıldan fazla ellerinde tutabiliyorlar.
This company pioneered autologous blood banking and can keep several pints on hand for up to ten years.
Bu girişim kendi tarafınızdan kötü bir karar olduğunu kanıtladı.
So that proved to be a poor decision on your part.
Bu sefer gömlek üzerinde kan var.
This time we've got blood on the shirt.
bu hoşgörüsüzlüğünü nasıl kanıtlayacağız?
Now, how do we prove his true motive was intolerance?
Kanıt da bu.
That's the proof.
Holloway'i bu cinayetlere fiziksel kanıtla bağlamanız gerek.
You're gonna have to connect Holloway to these victims with some kind of physical evidence.
Çünkü eğer İngiltere senin soyluların ve halkın bu bebeği bereketli değilde benim ihtirasımın ve senin günahkarlığının kanıtı olarak görürlerse...
Because if England, your nobles and your people, see this babe not as a blessing but as evidence of my ambition and of your wickedness...
Bu yalansa bunu İspanya'ya kanıtlaman gerekecek.
If it's false, you'll need to prove it to Spain.
Hatırlayacağınız üzere, bu yaz çıkan borada bir gemi hasar alarak zanlının evinin hemen altındaki Hendrawna sahiline vurdu.
You'll recall that in this summer's great winds, a ship got into distress and was driven ashore on Hendrawna Beach, just below the house of the accused.
Ve sonra Tom Winston, o bilge yaşlı herif orada öylece kızımı bıraktı, bu katta, tam burada kan kaybından ölene kadar.
And then Tom Winston, that wise old man, he left my daughter on the floor, on this floor, right here, to bleed out and finally die.
İnsanların vücudundan kanını çekmenin yan etkilerinden biri de bu.
That is one of the side effects of extracting all of the blood from the human body.
Fakat bunlar, fakir insanların temin edebileceği şeyler değil bu yüzden kan kaybından ölürler.
But.. these are precisely what the poor cannot afford, so they bleed and die.
Yani biri güvenlik kamerasını devre dışı bıraktıysa bile bu o anda Boyle'la ben hemen yanlarındayken kanıt odasında ceketi değiştiriyor olabilirler demek oluyor.
I mean, even if someone did knock out the security camera, that means they could've been in the evidence room, switching the coats while Boyle and I were just moments away.
İçgüdülerim bu herifte bir şey olduğunu söyledi, ben de kanıt bulmak için yaptım.
My gut told me that something was off with the guy, so I took it upon myself to get the evidence.
Bu iddialarını destekleyecek oldukça sağlam kanıtların var olarak kabul ediyorum.
I take it you've got concrete evidence to back those claims.
Bu hiçbir şeyi kanıtlamaz.
This is proof of nothing.
Bir başkanlık adayı içeride bir adamı, onu koruyan biri olsun istiyor ki bu şekilde kimse NZT kullandığını öğrenmesin. Kanıtları değiştirecek biri.
A presidential candidate wants someone on the inside, someone to protect him, to make sure no one finds out that he's using NZT, someone to swap evidence.
Cinayet kanıtın bu mu? Evet.
That's your evidence of murder?
Alison, yapmak zorunda olduğun bir işin olduğunu biliyorum... ama bu bir kanıt.
Look, Alison, I know that you have a business to run, but this is evidence.
Bu gece benden çok önemli bir kanıt sakladın.
In my defense... you kept a pretty key piece of evidence from me tonight.
Alexei bu insan kanı.
Alexei, this is human blood.
G.I. bölgesinde tıkanıklık varsa ağrının sebebi bu olabilir.
If it is a bottleneck in her G.I. tract, that could definitely be causing the pain.
Elizabeth Keen'in iyiliği ve güvenliği bu hepimizin paylaştığı derin bir endişenin bir kanıtı aslında.
Is a testament to the deep concern we share For elizabeth keen's safety and well-being.
Bu çatışmalardaki Birleşik Devletlerin rolünü kanıtlar.
This is how the u.S. Responds to conflict.
Bu yer kötü kanın, çocuk cesetlerinin üzerine inşa edildi.
This place is built on bad blood, On the body of a dead kid.
kano 21
kanal 29
kanatlar 20
kanıtla 70
kancık 38
kandırdım 50
kanada 259
kanser mi 20
kanlı 26
kan sayımı 83
kanal 29
kanatlar 20
kanıtla 70
kancık 38
kandırdım 50
kanada 259
kanser mi 20
kanlı 26
kan sayımı 83
kanunen 24
kandırdım seni 18
kanıtlayabilirim 43
kanıyor 77
kanun kanundur 19
kanıyorum 18
kanalı değiştir 19
kanımca 21
kanıt mı 35
kanaman var 23
kandırdım seni 18
kanıtlayabilirim 43
kanıyor 77
kanun kanundur 19
kanıyorum 18
kanalı değiştir 19
kanımca 21
kanıt mı 35
kanaman var 23