Işin gerçeği перевод на английский
672 параллельный перевод
Yani işin gerçeği New England'a gideceksin.
Well, the meat of the whole thing is you're to go back to New England.
Ama işin gerçeği, fikrimi değiştirdim.
But the fact is, I've changed my mind.
Aslında işin gerçeği, ben de sizinle geliyorum.
But the fact of the matter is, I'm going along with you.
Tam olarak anlayamıyorum, ama işin gerçeği bu.
I can't quite understand why, but there it is.
Bir erkek ya da kadın bu günlerde dışarıda yalnız dolaştığında, yaşamını kendi elerine almaktan başka bir şey yapmaz, işin gerçeği bu.
When a man or woman walks out alone these days, does nothing less than take his life in his hands, and that's the truth.
Evet, şey, işin gerçeği,
Yes, well, the truth of the matter is,
Fransız. işin gerçeği, senden hoşlandım.
French. The real thing, just like you.
Ama işin gerçeği, bir tarafım da seninle gelmek istiyor.
But the truth is part of me wants to come with you.
Ama ermiş meslektaşımın öne sürdüğü fikri benimsemediğimi söylemek isterim ve işin gerçeği ruhunun kristal berraklığında parlayan bir çeşme gibi olduğunu keşfettim.
But I don't happen to hold the opinion which my erudite colleague has put forth and I have found his soul, in fact, to be as crystal clear as a shining fountain.
Sanırım işin gerçeği bana gelip dayanıyor, ve...
I think the truth of the matter is getting to me, and...
O dahi biri değil ama işin gerçeği, Turner beyazları öldürüyor ve bu sadece bir hikaye değil.
She ain't the brightest person but the fact is, Turner is killing white folks and that ain't no scaredy tale.
Ama işin gerçeği şu ki, onun bir sürü sevgilisi var.
But the truth is that she has many lovers.
Bak işin gerçeği...
Look, the truth of the matter is...
İşin gerçeği, ben sizin yeni Başmüfettişinizim.
Well, the truth is, I'm your new chief superintendent.
İşin gerçeği, benim tek başıma bırakılmam doğru değil.
As a matter of fact, I really shouldn't be left alone.
- Şey, ben... İşin gerçeği bu da pek fark yaratmayacak.
It doesn't really make any difference.
İşin gerçeği, Tommy Gray'in yardımıyla... bir takım ziynet eşyasını altına... sonra hisse senetlerine, sonra da tekrardan inciye dönüştürebildim.
You see, with the aid of Tommy Gray, I was able to transmute a certain trinket into gold, then into stock and then back into pearls again.
İşin gerçeği Keyes, o anda ne balıkları ne kaskoyu, ne de bay Dietrichson ve kızı Lola'yı düşünüyordum.
But to tell you the truth, Keyes... I wasn't a whole lot interested in goldfish right then. Or in auto renewals, or in Mr. Dietrichson and his daughter Lola.
İşin gerçeği, okumadım.
As a matter of fact I haven't.
İşin gerçeği, çoktan bedelini ödemeye başladı bile.
As a matter of fact, he's started to pay already.
İşin gerçeği, gümrükçülerin gözü üzerimde.
As a matter of fact, the customs people have their eye on me.
İşin gerçeği, son olaylardan sonra seni vurma riskim hiç kalmadı.
Actually, in light of recent development there'll be no danger of my hitting you, will there?
İşin gerçeği ahlaksızın biri.
Matter of fact, it's indecent.
İşin gerçeği, nereye gidersem orada.
The fact wherever I go, there it is.
İşin gerçeği, nereye gidersem orada. Nerede dursam görüyorum onu.
A FEAR JUST ABOUT AS VAGUE AS ITS OBJECT.
İşin gerçeği bu.
Really, weren't you ever a singer?
İşin gerçeği, daha ucuz da olsa bir yüzüğü tercih ederdim.
If you want to know, I wish it was a lot less and was a ring. - Don't, Mom, don't.
İşin gerçeği, bazen biraz yavaş kalıyorum...
The fact is, I'm a little slow sometimes and...
İşin gerçeği madalyalar asıl kazancınızın bir ön ödemesi.
Here's the truth. The medals are a down payment on your true gains.
İşin gerçeği bu sanat kitlesel başarı kazanıyordu.
It became immensely popular among masses.
İşin gerçeği sazan zıpladı.
Well, the truth is, the carp jumped.
İşin gerçeği bize söyledikleriniz General de Gaulle'in Eisenhower'a... söylediklerinin aynısıydı.
As a matter of fact, what you told us is exactly what General de Gaulle's been telling Eisenhower.
Eğer Delores Purdy işin içine girmeseydi, gerçeği asla bulamazdım.
If Delores Purdy hadn't come in, I never would have seen the truth.
İşin gerçeği, hristiyan Mississipi'den gönderildiler, Ülkenin bu lanet yerinden gelen zenciler John Kennedy, diyorum ki, seni hasta oğlan, yanlış adamları dinliyorsun ve onlar...
In truth, Christ They sent from Mississippi, niggers over this fucking part of the country John Kennedy, I say, you sick boy, you listen to the wrong fucking people and they say people...
İşin gerçeği yıllar önce seni unutmuştum.
Matter of fact, I forgot about you years ago.
İşin gerçeği burada ırzına geçebilirler, ve kimse durumu anlamaz.
The fact is that you could get raped here, and no one would know the difference.
İşin gerçeği, Onunla sık sık beraber oluyorum.
In fact, I've been with him quite often.
İşin gerçeği Fransa'yı sadece bir ay içinde ele geçirdik.
And, indeed, we took France in just one month.
İşin gerçeği, beyaz ırk için bir utanç.
In fact, a shame for the white race.
Kusura bakma, Dago, ama bu adam yaşıyor, öbürü ise öldü. İşin gerçeği bu.
Sorty, Dago, but this man's still alive and that other man is dead, and that's a fact.
İşin gerçeği bu.
That's the truth.
İşin gerçeği, hep beraber mutlu olarak yaşayamayacaksak sokaklarda yürümeye korkacaksak birilerine gülümsemekten korkacaksak... Değil mi?
The fact that if we can't all live together and be happy... if you have to be afraid to walk out in the street... if you have to be afraid to smile at somebody, right?
İşin gerçeği, renksiz bir insandı.
He was, to tell the truth, a somewhat colourless man.
İşin gerçeği şu ki, ben White'in size çalıştığını biliyordum, ve sizin gelmek isteyebileceğinizi düşündüm.
The fact of the matter is I knew White worked for you, and I thought you might want to come.
İşin gerçeği zaten uyuyorum.
In fact I am sleeping
İşin gerçeği Barbara bu tür şeyler söylemesi için ücret alıyor.
Yeah, well, Barbara's paid to say things like that.
İşin gerçeği, sen bir amatörsün!
Deep down, you're nothing but an amateur.
İşin gerçeği, birinin seni zehirlemeye çalıştığını biliyorsan hiçbir şeyin tadını alamıyorsun, hiçbir şeyin.
The fact is, when you know that someone's trying to poison you, nothing tastes right, absolutely nothing.
İşin gerçeği, onlar da benim istediğimi istiyor.
The truth is, they want the same thing I do.
Çünkü işin gerçeği bu.
It's true.
hua mu juet, işin bitti çünkü artık gerçeği biliyorsun! seni mutlaka öldürmem gerek
Hua Mu Juet, it's your turn because after I've told the truth even if you don't kill me, I will kill you