Feed her Çeviri Türkçe
981 parallel translation
You don't feed her enough.
Onu iyice doyurmuyorsun ki.
- Your mum can feed her
- Annen doyurur.
- No, you feed her!
- Hayır sen doyuracaksın!
- Feed her, keep her warm?
- Onu besliyor musun?
You feed her. Here.
- Onu besle.
You can feed her all day with the vitamin A and the bromo fizz
Ona her gün A vitamini verin, ilaç içirin
I'd feed her better, get her pretty dresses she'd be happy wearing.
Daha iyi besler, giymekten mutlu olacagi guezel elbiseler alirdim.
You feed her and give her a kiss every now and then she'll love you for life.
Onu besle ve ona her öpücük verdiğinde şimdi ve sonra ömür boyu seni sever.
"I shall return to tell her stories at bedtime, to feed her spinach, and to teach her how to drink milk out of a glass." "To take her out in the park, and tell her the names of the animals in the zoo."
"Geri döndüğümde ona yatarken hikayeler anlatacağım, onu ıspanakla besleyeceğim ve ona bir bardaktan nasıl süt içileceğini öğreteceğim."
Feed her out of our grub?
Yiyeceğimizi paylaşacağız, ha?
Look after her. Feed her.
İlgilen onunla, yemek ver.
But this is when I always feed her.
Ama onu hep bu saatte beslerdim.
About the little one - don't worry, we'll feed her around here.
Köpek için endişelenme. Onu burada besleriz.
I stopped in to feed her.
Ona mama vermek için uğradım.
But we'll feed her and keep her warm.
Ama onun karnını doyurup, sıcak tutmaya çalıştık.
Let me just feed her first...
Önce onu doyurayım...
During the second week, we intended to leave her overnight and to visit, and, if necessary, feed her in the mornings.
İkinci hafta süresince, onu aniden yalnız bırakmayı ve gerekirse onu ziyaret etmeyi ve sabahları beslemeyi planladık.
But Elsa's inability to feed herself meant that George had to leave the reserve every day and drive a very long distance to another area where the shooting of game was allowed.
Elsa'nın kendisini beslemesindeki yetersizliğinin anlamı, George'un araziyi her gün bırakması ve atış oyunun serbest olduğu bölgeye uzun bir yolculuk yapması demekti.
After that, she proved again and again that she could feed herself and so when she came into season we took her out for what became her most dangerous and final test.
Ondan sonra, tekrar tekrar kendini besleyebileceğini bize kanıtladı... ve böylece mevsimi geldiğinde onu en tehlikeli ve final testi için dışarı çıkardık.
Feed her.
Onu doyur.
Why, she could feed her three pups and...
Neden hem üç yavrusunu hemde...
The chamberlain ordered the wife of footman Bansaku Kariya to come and feed her twice a day.
Nazır hizmetli Bansaku Kariya'nın karısına günde iki kez gelip onu emzirmesini söylemiş.
We will prepare these bodies to feed her.
Bu bedenleri beslenmesi için hazırlayacağız.
Let me help you to feed her
Lütfen bebeği besleyin
I didn't feed her up, so that she'd be sharp set next mornin'.
Ertesi sabaha çok acıksın istedim.
You see there's no need to lodge her or to feed her... certainly not to dress her or to bury her, thank God.
Görüyorsunuz onu barındırmak veya beslemek gereği yok, tabii giydirmek veya onu gömmek de yok, Tanrı'ya şükürler olsun.
They organized that suicide cult who kill themselves to feed her.
Onu beslemek için kendilerini öldürenlerle intihar ayini organize ediyorlar.
We need to find a way to feed her.
Onu beslemek için bir yol bulmalıyız..
Hey, shorty, where you gonna feed her?
Hey, bodur, onu nerede besleyeceksin?
They feed her like an animal.
Onu hayvanlar gibi beslediler.
I'll bet she's coming her to get a loan or have us feed her until she croaks.
Ya para almaya geliyordur ya da ölene dek bizimle yaşamaya.
You feed her.
Beslersin.
QUIET THAT WHOLE WINTER. WOULDN'T EVEN FEED HERSELF. GOT SO BAD I DROVE HER UP TO THE STATE HOSPITAL.
Senelerden birinde, bütün kış boyunca sadece oturmuştu.
After the money she got from her dead husband's insurance why, it's just chicken feed.
Ölen kocasının sigortasından aldığı paradan sonra tavuk yemidir.
Leave us in peace. I'm a miserable wretch with rotten luck... doomed to struggle against fate to feed my family!
Her zaman başkaları için çalışmaya mahkum olacağım!
One day I'll go right down her throat... pull her heart out, and feed it to my cat.
Tekmelemek mi? Bir gün doğrudan boğazına çökeceğim, yüreğini sökeceğim ve onunla kedimi besleyeceğim.
WELL, THEY'LL STOP SINGING! GO TO THE FEED STORE. GET KEROSENE, LOTS OF IT.
Git gazyağı bul ve kasabanın her yerine dök!
She must die so that the bear may live for the day inuk will slay it to feed asiak and her child.
Kadın ölmeli ki ayı Inuk'un Asiak ve çocuğunu beslemek için onu avlayacağı gün için yaşayabilsin.
- We could feed you every day.
- Her gün karnını doyururuz.
They feed him and do everything.
Onu besleyip her ihtiyacını karşılıyorlar.
Do like her and feed on men... to make me rich.
Onu sever ve erkekler beslenirler... beni zengin etmek için.
Anything we feed into those mikes, they'll swallow.
Bu mikrofonlara söyleyeceğimiz her şeyi yutacaklar.
It will be wonderful... to dine... instead of to feed... which seems to be the routine... when men in a country like this are isolated. I miss the conversation... and the elegance of dining in mixed company.
Harikaydı... akşam yemeğinde... her zaman olduğu gibi,... bu izole edilmiş yerde ve bu adamlarla... karnımızı doyurmak yerine... sizin gibi güzel bayanlarla birlikte oturup... onlara eşlik edip, sohbet etmeyi özlemişim.
He said to come here every morning and evening to breast-feed your daughter Tomi.
Her sabah ve akşam buraya gelip kızınız Tomi'yi emzirmemi söylediler.
Now they feed horses to cats, so I don't know.
Artık attan kediye kadar her şeyi besliyorlar, bu yüzden bilmiyorum.
You will sweep out the church daily, and you will feed Vogel as one of your own.
Kiliseyi her gün temizleyeceksin ve Vogel'e de ailenden biriymiş gibi bakacaksın.
I would feed every hungry person and take away every rich person's money
Her aç insanı doyurur her zengin insanın parasını alırdım
The population it increased quickly e every year was born millions of mouths to feed.
Her geçen yıl artan nüfus beslenmeye muhtaç yeni insanlar demekti.
One spring we let her go outside to feed on grass.
Bir bahar günü otlansın diye dışarı çıkarmıştık.
Let her feed you.
Bırak yedirsin.
We feed him and take care of his needs.
Onu doyuruyor ve her ihtiyacını karşılıyoruz..
here 35434
hermes 98
here we go 9033
hermano 85
hernandez 57
here you go 5858
heroes 83
hero 275
heroine 19
hers 94
hermes 98
here we go 9033
hermano 85
hernandez 57
here you go 5858
heroes 83
hero 275
heroine 19
hers 94
here we go again 374
herring 17
heroic 33
here goes nothing 99
here comes the sun 21
here comes the bride 39
here it comes 620
hermann 78
here we are 2264
here it is 2313
herring 17
heroic 33
here goes nothing 99
here comes the sun 21
here comes the bride 39
here it comes 620
hermann 78
here we are 2264
here it is 2313