Vakit Çeviri İngilizce
27,239 parallel translation
Biz Hampton'da yaz aylarında birlikte vakit geçireceğiz.
We will spend time together this summer in the Hamptons.
Yarın Robin'le daha çok vakit geçirmen lazım kocasından uzakta.
I need you to spend more time with robin tomorrow, Away from her husband.
- Canı istediği vakit bu hotelden ayrılabilir.
There's nothing stopping her. She could just leave this hotel if she felt like it.
- Ki sana göre vakit kaybı.
- That you think is a waste of time.
Vakit kaybı olduğunu söylemiyorum.
I'm not saying it's a waste of time.
Vakit ayırdığınız için sağ olun.
Thanks for your time.
- Vakit doluyor.
- Time's ticking.
Annen ve anneannenin güzel vakit geçirmesini istemiyor musun?
Don't you want Mom and Gran to have a special time?
Ben, kendimin güzel vakit geçirmesini istiyorum.
I want me to have a special time.
- Ve birlikte vakit geçirmek.
- And to be together.
Umarım Almanya'da iyi vakit geçirdiniz.
I hope you enjoyed Germany.
Maalesef ilk bölümümüzde bu arabayla komple bir yol testi yapmaya vaktimiz yoktu. Ancak şunu demeye vakit var. Bu BMW'nin yaptığı en iyi M serisi araba.
Sadly, there isn't the time in this, our first-ever show, to do a full road test of this car, but there is time to say that I think this is the best M car BMW has ever made.
Vakit buldukça gücümü toparlamak için kestiriyorum.
I try to power nap when I can.
Doğru diyorsun Diane ama anne takviminde kadınlığa ayıracak vakit yok.
I appreciate that, Diane, but there is zero time in the mom's schedule for being a lady.
Kendine vakit ayırmalısın Anne.
You got to make time for you, Mama.
Sosyal olmak için o kadar vakit harcadım ki.
And I've wasted so much time just being social.
Bu yaz kızlarla vakit geçirmek istiyorsan harika olur.
Oh, well, if you wanna spend time with the girls this summer, that would be great.
- Morgan'la iyi vakit geçirdin mi?
- Did you have a good time with Morgan?
Peter suyun üzerinde yürümeye başlar, harika vakit geçiriyor, herkese el sallıyor.
Peter starts walking across the water, he's having a great time, waving to everyone.
Daha güzel vakit geçirecekler.
They have a better time.
İyi vakit geçirmedik mi?
We had a good time, right?
Benim gibi güzel kızlarla eğlenip, güzel vakit geçirmek için.
To party with cute girls like me and have a good time.
Dışarı çıktığım vakit, seni yalar yutarım!
When I get out, I'll chew you up!
Dışarı çıktığın vakit, kendince ona nasıl, şefkat göstereceğini sen bilirsin.
When you're out, you'll know how to give her some affection, your way.
Soul, vakit geldi.
Soul, it's time.
Hiç vakit kaybetmez misin, ha?
You sure don't waste any time, huh?
Belki biraz fazla vakit harcıyorsun Erkek arkadaşınla.
Maybe you're spending a little too much time with your boyfriend.
Hiç vakit kaybetmediler.
= They didn't waste any time. =
Selamlaşmaya vakit yok. Yine mi?
No time to say hello.
- Ne vakit kolay oldu ki?
When was it ever easy?
Daha hala vakit varken, bu konuda bir şey yapmalısın.
You know, you should do something about it, While there's still time.
Demedi deme ; hala vakit varken, Amy'yi kurtarmamız gerekiyor.
And I'm telling you, we need to save her while there's still time.
Gördün mü bak, annen nasıl güzel vakit geçirilir biliyorum diyorsa, annene güvenmek zorundasın.
See, now, you have to trust your mama when she says she knows how to have a good time.
Vakit geldi.
It's time.
Şimdi, biraz vakit geçirelim.
Yeah! Now, it's our time.
Buna vakit yok. Hadi!
Come on!
- Buna vakit yok.
No time to explain.
Vakit yok.
There's no time!
Sıradan vakit geçiren iki akıllı sıkıcı insan.
Yeah, two boring, sane guys, having a... normal time.
Tamir edebilirim ama biraz vakit alacak.
I think I can fix it up, - but... it's gonna take a bit of time.
Burada çok vakit geçirdim.
I spent a lot of time here.
- Artık vakit kaybedemeyiz.
We're not wasting any more time.
Hayat öyle bir yerde vakit harcamak için çok kısa, Evie.
Life's too short to waste in a place like that, Evie.
Evden çok lokantada vakit geçiriyordum.
I spent more time in a diner than I did in my actual house.
Ustayla vakit geçiriyormuşum gibi geliyordu.
It felt like I was rubbing shoulders with the master.
Sos yapmanın pahalı olduğunu... ve çok vakit aldığını söylemeliyim.
I have to say that making sauces is expensive, making sauces takes a lot of time.
Belli ki evinde fazla vakit geçirmiyor.
Her home is clearly not a place that she spends a lot of time.
Vakit yok.
There's no time.
Eğer alınmazsanız gemiden uzakta biraz vakit harcamak istiyorum.
Hey... if you guys don't mind, I could use a little time off the ship.
Hayır, çok iyi vakit geçiriyorum.
No, I'm having a really good time.
Vakit yok.
No, no, no, there isn't any time.