Imkânsız translate English
5,301 parallel translation
D.C.'ni Defiance'dan kan dökülmeden atmamız imkânsız.
No way we're getting the E-Rep out of Defiance without bloodshed.
Taleplerine zorla boyun eğmemi sağladıktan sonra aleyhinde vereceğim ifadeyi onaylamanı yasal olarak imkânsız kılmak istedi.
After trying to force my compliance to his demands, he needs to make certain that you are legally incapable of corroborating my testimony about him.
O'nu Scotty Gates'i öldürmekten suçundan içeri atmamız imkânsız O zaman 11 yaşındaydı, ölümün nelere yol açacağını dahi bilmiyordu.
There is no way that we can get her for Scotty Gates'murder. She was 11 at the time, and we can't even conclude a cause of death.
Tamam, kız gerçek olabilir ama senin olman imkânsız.
Okay, she may be real, but no way you are. Who talks like that?
Neden, sadece bir hafta kayıp olan bir insan için bu imkânsız olurdu.
Why, that would be impossible for, for someone only missing a week.
Bakın, imkânsız olduğunu söylemiyorum, tamam mı?
Look, I'm not saying it's impossible, okay?
Ama bu gece imkânsız.
Yes. But tonight is impossible.
- Kaçmamız imkânsız, burası onların yurdu.
We cannot outrun them. These are their lands.
Görmemeniz imkânsız.
You can't miss it.
Malum ve içerdikleri olmaksızın, büyük ayinimiz imkânsız hale gelir.
Without the malum and all it contains, our grand rite is not possible.
Diskin kırılması imkânsız olması gerekiyordu zaten.
The drive is supposed to be impossible to crack.
Bu imkânsız!
Take cover.
Yasalar çerçevesinde adalet imkânsız hâle geliyor. " Burkhardt.
"Justice within the confines of the law is, therefore, impossible."
Bir nokta işaret eder imkânsızı saf dışı ettiğinde kalanlar her neyse, ne derece imkansız olsa da doğru olabilirler.
One point he makes, when you eliminate the impossible, whatever remains, however improbable, must be the truth.
- Anlamamak imkânsız.
- It'd be impossible not to.
20 yıllık çürümeden sonra spermden tam DNA alabilmek uzak bir ihtimal ama imkânsız değil.
Seminal DNA yielding a complete pattern after 20 years of decomp is a long shot, but it's not impossible.
Senin DNA'n, Blaire Watson'da o gece bulunan sperm örnekleriyle eşleşti. - Hayır, imkânsız.
Your DNA matches one of the semen samples in Blaire Watson from that night.
Senin için imkânsız olmaz mıydı bu?
Wouldn't that be impossible for you?
Bu olmazsa, büyük ayinimiz imkânsız hale gelir.
Without which our grand rite would not be possible.
İkimiz de bunun imkânsız olduğunu biliyoruz.
You and I both know that is impossible.
Hayır, bu imkânsız.
No, it can't be.
Bu imkânsız.
Well, that's impossible.
- Hayır, bu imkânsız.
No, that's impossible.
Roman, şimdiye kadar öğrenmiş olman gerekiyordu. Hiçbir şey imkânsız değildir.
Roman, you should know by now, nothing is impossible.
Deneme yaparak aptallık ettim zaten. Sebebini bile bilmiyorum, sonuçta cidden imkânsız bir şey.
It was just something stupid I was trying out... and I don't even know why, since it's basically impossible.
O insanları senin öldürmen imkânsız.
You couldn't have possibly killed those people.
Doğuştan böyle olması imkânsız.
Couldn't have started out that way.
Bu imkânsız, tekrar kontrol et.
Well, that can't be. Check again.
Affedersin ama bunun imkânsız olduğunu söyleyen sen değil misin?
What? I'm sorry, didn't you say that was impossible?
Fazlalıkları atıyorum. Sadece altı bölüm için Mallory'nin evinin ödemesini taksitlendirmem imkânsız.
I'm cutting the fat, and her house location, with only six episodes, is impossible to amortize.
Büyük kira zincirleriyle rekabet edebilmen imkânsız.
There's no way you can compete with the big rental chains.
Dediği gibi Han Nehri'nin ortasındaki bir gemiye gidip gelmesi imkânsız.
He's right that it was impossible for him to have gotten there and back in 30 minutes.
Eğer bu özel ağaç olmasaydı birçok hayvan için yaşamak imkânsız olurdu.
Life for many animals would be impossible were it not for one special tree.
Neredeyse imkânsız bu sürede toparlanmam.
That's, that's like... it's practically impossible.
"Devam etmenin benim için ne kadar zor ve imkânsız olduğunu sen de biliyorsun."
" You know how hard it has been and how impossible it is to continue.
- Devam etmemiz imkânsız.
It's impossible to continue.
İmkânsız!
No way!
- İmkânsız.
Impossible.
Sherlock Holmes her zaman şöyle demiştir "İmkânsızı çıkardığından kalan şey olanakdışı da olsa hakikattir."
Sherlock Holmes always says when you eliminate the impossible, whatever remains, however improbable, must be the truth.
- İmkânsız bu.
This is impossible.
İmkânsız.
Impossible. It can't be.
İmkânsız!
Impossible!
- İmkânsız.
That's impossible.
İmkânsız birşey.
That's impossible.
İmkânsızı başardın.
You did the impossible.
Bu imkânsız.
That's impossible.
- İmkânsız, değil mi?
- Isn't that...? - Unprecedented?
İmkânsız bir şey.
It's impossible.
Bugün olanlardan sonra, tekrar o binaya girebileceğini mi düşünüyorsun? İmkânsız.
You think you're getting back into that building after what happened today?
İmkânsız.
It's impossible.
Affedersin ama bunun imkânsız olduğunu söyleyen sen değil misin?
I'm sorry, didn't you say that was impossible?