Yapmamız gereken bu translate French
480 parallel translation
Yapmamız gereken bu!
Nous le devons.
- Ben ediyorum. - Yapmamız gereken bu.
- C'est parfait.
Yapmamız gereken bu.
Voilà ce qu'il faut faire.
Yapmamız gereken bu.
C'est ce qu'on fait.
Yapmamız gereken bu.
Voilà ce qu'on doit faire.
Yapmamız gereken bu.
C'est ce qu'on devrait faire.
Yapmamız gereken bu.
C'est ce que nous devons faire.
Tek yapmamız gereken bu levhayı geriye doğru kaydırmak..
Pourquoi sa voix est-elle si forte? Je n'en sais rien, ça vient de là-bas...
Yapmamız gereken bu.
Oui, il vaut mieux faire ça. Vous serez pardonné.
Yapmamız gereken bu, bu ikimiz içinde geçerli.
C'est ce qu'on doit faire, nous le savons.
Bana öyle geliyor ki, tek yapmamız gereken bu enlem boyunca ilerlemek. Adayı bulacağız, bir yerlerde.
Il suffit de naviguer sur cette latitude jusqu'à ce qu'on trouve l'île.
Yapmamız gereken bu mu?
Qu'est-ce qu'on doit faire?
Yapmamız gereken bu.
C'est ce qu'il faut faire.
Yapmamız gereken bu.
Très bien vu.
Bir şeyler yemeliyiz, yapmamız gereken bu.
Vous savez, on devrait manger.
- İşte yapmamız gereken bu.
- Voilà ce qu'on doit faire.
Artık yapmamız gereken tek şey, onu bu işe dahil edip planını ortaya çıkarmak.
Nous révélerons ses desseins.
- Tek yapmamız gereken bu.
Et on n'en parlera plus.
Bu işimizi görür. Tek yapmamız gereken Sammy'i bulup yüzüğü ortaya çıkarmak, böylece dava açabiliriz.
On doit trouver Sammy, la bague, et l'affaire est dans le sac.
Evet, bu durumda yapmamız gereken kesinlikle bu olmalı.
Dans certaines circonstances... - Oui, ça s'impose.
Şu anda yapmamız gereken benim bu öğleden sonra Springfield Af Kurulunun huzuruna çıkmam özürlerimi sunmam, ve davanın geri çekilmesini istemem.
La chose à faire est... que j'aille à la commission de Springfield cet après-midi m'excuser et demander d'annuler l'affaire.
Şimdi yapmamız gereken her şeyi açıklığa kavuşturup bir randevu ile bu işi sonlandırmak.
Il faut clarifier les choses et conclure un rendez-vous précis.
Evet, yapmamız gereken bu.
C'est ça.
Tek yapmamız gereken, şehri bu bölgeye doğru genişlemeye ikna etmek.
Obtenons juste de la mairie routes, égouts, eau, gaz, électricité et téléphone.
Yapmamız gereken şey : bu üretimi durdurmak.
Nous devons avant tout arrêter la production de cet insecticide.
Bizim yapmamız gereken ise bu patladığında yeteri kadar uzakta olmak.
Notre problème sera... sera, euh, de partir, de partir assez loin... quand ça explosera.
- Niyetin ne? Bu kapılar manyetiklerle kapatılıyor. Tüm yapmamız gereken iki kutbu bozmak.
Il suffit d'interrompre le courant magnétique de la porte.
Şimdi tek yapmamız gereken, oğlunu bu işi becerebileceğime...
Il reste maintenant à convaincre ton fils
Bence yapmamız gereken tek şey, bilgisayara bu terminalle bağlanıp mümkün olan en hızlı cevabı almak.
Tout ce que nous avons à faire, c'est interroger l'ordinateur grâce à ce terminal. C'est le moyen le plus rapide.
Tek yapmamız gereken, bu soruna bilimdeki diğer sorunlar gibi bakmamız.
Traitons ce problème comme n'importe quel autre.
İşte yapmamız gereken de bu, Bay Mclntosh : Acele etmeliyiz.
Nous devrions plutôt nous presser, M. McIntosh.
Bu yalnızca yapmamız gereken bir şey.
Y a des trucs qu'on est obligés de faire.
Yapmamız gereken de bu.
C'est ce que je ferais.
Yapmamız gereken ilk şey bu ayaktakımını, orduya benzer hale getirmek.
La première chose à faire, c'est de transformer cette plèbe en un semblant d'armée.
Söyleyeceğim gibi bu sabah yapmamız gereken birkaç biyokimyasal tahlil daha var.
J'allais vous dire que... Nous avons encore quelques analyses biochimiques à faire, ce matin.
Yapmamız gereken ilk şey, bu kargalardan kurtulmak.
La 1re chose à faire est de se débarrasser de ces corbeaux.
Tek yapmam gereken, bunun tam olarak ne kadar olasılıksız olduğunu hesaplamak... bu sayıyı sonlu olasılıksızlık üretecine vermek... bir bardak taze çay verip, çalıştırmak.
Ce qu'il reste à faire pour en monter une, c'est déterminer avec précision son degré d'improbabilité, d'entrer cette donnée dans le générateur d'improbabilité finie, d'y rajouter une tasse de thé... et de mettre en route.
Bizim şimdi yapmamız gereken, bu ifadeyi ve sahibini alt etmek.
On va devoir mettre cette déposition et son auteur à la déchiqueteuse.
Hadi ama, şimdi tek yapmamız gereken Mikis Kalenda'yı duruşmaya çıkarmak... Bu Jane foster ın kasedi mi?
Allez, tout ce qu'il nous faut pour épingler Mikis Kalenda en cour... c'est l'enregistrement de son combat avec Jane Foster Lodge.
Bu, Massachusetts eyaletine yeterli gelecektir. Tek yapmamız gereken Kramer'ın imzası ve 3 şahit olmasıdır. Sonra parayı alırız.
C'est maintenant conforme aux lois du Massachusetts et il nous faut juste la signature de Kramer et de trois témoins.
Eminim ki, bu sabah yapmamız gereken daha önemli bir şeyler vardı.
Une minute! J'avais un truc très important à vous faire à tous dès l'aube...
Bütün yapmamız gereken, bu milletvekili başvuru formunu doldurmak.
Il ne reste qu'à remplir le formulaire de candidature. - Nom?
Buttercup, yarım saatten az bir süre içinde Humperdinck'le evleniyor bu yüzden tek yapmamız gereken içeri girip düğünü bozmak ve Prenses'i alıp oradan kaçmak.
Je résume. Buttercup épouse Humperdinck dans moins d'une demi-heure. Nous n'avons qu'à entrer, empêcher le mariage... enlever la princesse et fuir, après que j'aurai tué le comte Rugen.
- Evet, bence bu... -... evet bence bu, yalnız yapmam gereken birşey.
C'est quelque chose...
Bu iyi adam için, yapmamız gereken her şeyi düşünmeye başlamak istemiyorum.
Je veux pas commencer à penser, Woodrow... à tout ce qu'on aurait dû faire pour ce brave homme.
Tek yapmamız gereken, bu bebeği bavula geri koymak onu göremeyeceğimiz bir yere.
Nous n'avons qu'à remettre cette poupée dans la valise, afin de ne plus la voir.
Yapmamız gereken "bu" nu ve "o" nu birleştirmek. Ama "bu" bozulamaz.
Il s'agit de combiner ceci et cela, sans que ceci n'en pâtisse.
Ve bence bizim yapmamız gereken de bu dalavereciyi dalavereye getirmek.
Mettez tout en œuvre pour démasquer cette arnaqueuse.
Şu anda ona yapmamız gereken son şey bu.
C'est la dernière chose à faire.
Bu baban ve benim yapmamız gereken bir şey.
C'est quelque chose que ton père et moi devons faire.
tam tersi, Yüzbaşı, Bu tam olarak yapmamız gereken şey.
Au contraire, lieutenant, c'est ce que nous devons faire.