Full time traducir turco
2,384 traducción paralela
Listen, if I can find the money, would you be interested in staying on full time?
Para bulabilirsem, tam zamanlı çalışmak ister misin?
- Full time?
Devamlı mı?
Peter asked me to say that for the last few weeks of the campaign, I'll need him full time.
Peter kampanyanın son haftalarında benim kendisine tüm gün ihtiyacım olacağını söylememi istedi.
Hold on, this is the same amount I was paying you when you worked full time, and now you're just working nights.
Bekle, bu miktar tam zamanlı çalıştığın zaman ödediğimle aynı ve artık sadece geceleri çalışıyorsun.
Only now we're expected to celebrate Our wives working full time.
Eşimizin tam zamanlı iş sahibi olmalarını kutlamamız beklenir.
You wanna go full time?
Tam zamanlı çalışmak ister misin?
You should be in the lab - full time.
Bütün mesaini laboratuarda geçirmelisin.
Who doesn't know that this is a full time job.
Bunun tam zamanlı bir iş olduğunu bilmezler.
Full time.
Her zaman.
It's a full time job, even with a husband, being a mom.
Anne olmak, bitmek bilmeyen bir iş, yanında eşin olsa bile.
You'd come back to New York, full time?
New York'a geri mi geleceksin, temelli?
Oh, did I tell you I start full time next week?
Oh, haftaya tam zamanlı çalışmaya başlayacağımı söylemiş miydim?
It's starting to feel like a full time job!
Evet. Zordu, normal bir işin dört katıydı.
The super bowl is the most emotional time for men, but I was having an r.V. Full of emotions myself.
Erkekler için en duygusal an, futbol zamanıdır. Ama benim de bir karavan içinde kendime özgü duygusal anlarım vardı.
You get a job. I am a mother. That's a full-time job.
Anneyim ben, tam zamanlı çalışıyorum zaten.
Picture yourself standing in front of a full audience, belting out the final song of one of the greatest musicals of all time.
Kendini kapalı gişe oynayan dünyanın en iyi müzikalinin final parçasını söylerken hayal et.
- And then it'll only be a matter of time before there's a full-scale attack.
- Ondan sonra geniş çapta bir saldırı düzenlenmesi sadece an meselesi olur.
- You mean like a full-time job?
- Tam gün bir iş mi demek istiyorsun?
And I can promise you that when you let him out, he will have a full-time job working for me.
Onu serbest bıraktığınızda, sizi temin ederim ki, yanımda ona tam zamanlı bir iş vereceğim.
When you let him out, he will have a full-time job working for me.
Onu serbest bıraktığınızda, ona tam zamanlı bir iş vereceğim.
When was the last time we spent a full weekend together?
En son ne zaman bir hafta sonunu birlikte geçirdik?
No, no, I am a full-time student.
Olmaz, olmaz, ben tam zamanlı bir öğrenciyim.
Okay, Kelly, this time capsule isn't just a barrel full of stuff that people like.
Tamam, Kelly. Bu zaman kapsülü içine insanların sevdiği şeyleri koyduğumuz bir varil değil.
This full moon provides your optimal go time.
Bu dolunay sana en uygun gidiş zamanını sağlayacak.
You know... You know, you really need somebody full-time.
Aslında sizin tam zamanlı bir elemana ihtiyacınız var.
And the whole time, she'll be looking at you with her eyes full of loathing, and you'll suck it up because you will love her.
Ve her seferinde, size düşmanca gözlerle bakıyor olacak, siz de bu durumdan nefret edeceksiniz çünkü onu seveceksiniz.
Sometimes it's rent money, sometimes it's Chili Peppers tickets, and, yeah, I'll admit it, one time it was a gym bag full of nickels, but it never lasts, and they never change.
Bazen kira için, bazen Red Hot Chili Peppers biletleri için. Evet, kabul ediyorum, bir keresinde de bozuk para dolu bir çantaydı, ama uzun sürmez ve asla değişmezler.
You've given us a new father and a full-time job.
Bize yeni bir baba ve tam zamanlı bir iş verdin.
Every time I think about a subject, or even try to visualize an image of what I think I should paint, I just feel like I'm full of shit, like I'm trying to be something I'm not.
Ne çizeceğim hakkında düşündüğüm ya da resmetmem gereken şeyi aklımda canlandırdığım her saniyede kendimi gereksiz düşüncelerle dolu hissediyorum ve bu olmadığım birisi olmaya çalışıyormuşum gibi hissettiriyor.
So, I had this full-time Japanese babysitter who didn't speak English.
Bu yüzden İngilizce bilmeyen Japon bir bakıcım olmuştu.
Cataleya, that is a full-time job, no matter what you think.
Senin güvenliğini sağlıyorum. Cataleya ne düşünürsen düşün tam zamanlı bir iş bu.
So if there's a time to tell the full story so she can rebuild her life, it's now.
Bu çocuğun hayatına devam edebilmesi için tüm hikâyeyi anlatmanız gereken bir zaman varsa o da şu andır.
Not at the same time obviously but you can have it for the full moon tomorrow.
Aynı anda değil tabii. Ama önümüzdeki dolunayda sen kullanabilirsin.
It's not like a full-time job.
Tam zamanlı iş gibi değil.
I'm very confident I can pull in a full crop before harvest time.
iyi bir hasat yapacağım konusunda kendimden eminim.
All goes well, I'll be back to full-time training in a month.
Bir sorun çıkmazsa bir aya kalmaz antrenmanlara dönerim.
All goes well, I'll be back to full-time training in a month.
Her şey yolunda giderse, tam kapasiteyle idmanlara bir ay içinde başlıyorum.
Went from being a hobby to a full-time occupation.
Her zamanki hobim, kalıcı bir meslek haline geldi.
I do, but Sook, if you start tellin people that you time-traveled to a land full of faeries, they're gonna put you away.
Gerçekten, Sook ama millete zaman yolculuğuyla perilerle dolu bir diyara gittiğini söylersen seni hastaneye yatırırlar.
How hard can it be with a full-time nanny?
Tüm gün dadı varken ne kadar zor olabilirki?
Somewhere along the way, Mrs. Nugent convinced Bernie to go to part time at the funeral home and go working full-time for her.
Bir süre sonra Bayan Nugent, tüm gün yanında kalması cenaze evinde ise yarım gün gitmesi için Bernie'yi ikna etti.
That was a long time and a full pardon ago.
Uzun zaman önceydi ve affedildi.
Yeah, we passed full a long time ago.
Bunları uzun zaman önce aştık biz.
When was the last time you had a full medical?
En son ne zaman genel sağlık kontrolü yaptırdınız?
This is who I am now, full-time.
Şimdi olduğum kişiyim, tam gün.
Could be a full-time job.
Tam günlük iş olabilir.
Full-time registrar and part-time beauty queen.
Full-time kayıt görevlisi ve part-time güzellik kraliçesi.
- Because moving in together, that's a full-time, one-man-one-woman type of moment, and you're not exactly having that moment, are you?
- Hayır, öyle bir şey değil. - Çünkü aynı evde yaşamak tam zamanlı, bir erkek-bir kadın tarzında bir andır. Ve sen tam olarak o anı istemiyorsun, değil mi?
She's full-on all the time.
Her zaman tam saatli çalışır yani.
Going after the kid full throttle this time.
Bu sefer tam gaz peşinden gideceğim.
If you think back to when you were a child - full of life, interested in new things to understand - likely creating and exploring... but as time went on, the system pushed you into the focus of figuring out how to make money.
Çocukluğunuzu hatırlayın ; ... hayat dolu, anlayabilmek için, yaratmak ve keşfetmek için yeni şeylerle alakalı. Fakat zaman geçti ve sistem sizi nasıl para kazanılacağına odaklanmaya itti.
time 2517
times 1964
timer 243
timers 88
times square 22
time to go home 94
time to die 52
time flies 78
time to wake up 54
time is running out 68
times 1964
timer 243
timers 88
times square 22
time to go home 94
time to die 52
time flies 78
time to wake up 54
time is running out 68
time is money 74
time is of the essence 71
time to go 627
time is up 41
time travel 83
time to sleep 29
times are tough 45
time's up 595
time to eat 55
time is 18
time is of the essence 71
time to go 627
time is up 41
time travel 83
time to sleep 29
times are tough 45
time's up 595
time to eat 55
time is 18
time will tell 62
times are changing 28
times before 18
times a week 28
times in a row 26
time for bed 134
times change 49
times over 33
times a day 121
times three 18
times are changing 28
times before 18
times a week 28
times in a row 26
time for bed 134
times change 49
times over 33
times a day 121
times three 18